Gizem Kıygı'nın deneyimleyip kaleme aldığı, mekansal bir performans projesi olan "Kadar" ziyaretçiye çağdaş sanat ve mimari disiplinlerinin arakesitinde görülebilecek mekana özgü, bütünleştirici ve kapsayıcı bir deneyim yaşatmayı amaçlıyor.
"Kadar", karanlık bir performans. Seyirciyi içine dahil eden birçok iş gibi, tanıklık ve faillik sarkacındaki sınırları zorluyor. Üstelik bunu bedenin mekan duyumlarıyla oynayarak yapıyor.
Yağmurdan göz gözü görmüyor. Rüzgar uğultulu bir Cumartesi akşamı, Kuzguncuk Vapur İskelesi’ne sığınırcasına giren birkaç kişi performansın başlamasını bekliyoruz. Beklediğimiz yerde, oranın bir vapur iskelesi olduğunu, denizle ilişkili olduğunu, hani o seyirlik karşı kıyı manzarasını referans gösterecek tek bir imge yok. Ancak biliyoruz. Çünkü yağmurla denizi bitiştiren bir ıslaklık, rüzgarın sesi, uğultu, hafif ürperten soğuk yani bedenin mekanı algılamasını sağlayan diğer duyumları açığı kapatırcasına çalışıyor.
Performansın içine merdiven boşluğunda yere uzanarak dahil oluyoruz. Yattığımız düz bir zemin, yüksek tavanda kurulu perdeye bakıyoruz. Üzerimize düşen nesnelerle birlikte kulaklıklarımızdan yankılanan ses yerçekimi hissini zorlamaya başlıyor. Sırtım yerde, aklım yerde yattığımın bilincinde, bedenimin düşmemek için “tutunma” çabasını “izliyorum”. Doğrulup karanlığın içinde mekanda dolandıkça duyumlarımın buhranı keskinleşmeye başlıyor. Kulağım, ellerim, ayaklarım hepsi sıra sıra, aynı anda, üçlü beşli göz olup görme yarışına giriyorlar.
Göz merkezci mekan deneyimi ve duyum buhranı
William Shakespeare’in Kral Lear eserinde esinlenen ve mekan deneyimini içererek kurgulanan, hatta Kuzguncuk İskele Binası’na özgü bir iş olarak gerçekleştirilen Kadar, Bir Atmosferik Performans Önerisi’nin bende duyumsattığı, göz merkezci mekan deneyimimin sınırları oldu.
Performans mekanı algılama reflekslerimin bakma ve görme edimi baskınlığında çizdiği çokboyutlu zihin haritamın “güvenliğini” sorguladı. Üstelik bunu yalnızca görme yetimi sınırlayarak değil, bedenimin mekanın ölçüleriyle -yüksekliğiyle, genişliğiyle örneğin- kurduğu ilişkinin “göz hizası”na dayalı referanslara bağımlılığını kurcalayarak yaptı. Oyun metninin gezindiği yalnızlık ve yalnız bırakılma halini, kaygı ve korku katmanlarıyla mekanda örmeyi denedi. Diyeyim ki, gözün ve göz hizasının “yatıştırıcı”, “manipülatif” sesini susturdu ya da yaranın kabuğunu kaldırdı.
Belki de “görünür” ya da “sezilir” olan halihazırda orada olandı ancak “göz hizası” onu görmeye yeltenmiyor, kendi hükümranlığında -ya da tanrılığında- bedenin tecrübesini, kurduğu imgelem üzerinden sınırlandırıyor ve güvenlik örüntülerini mevcudiyetine bağımlı kılıyordu.
Performans sonlanırken, bundan yaklaşık iki yıl önce ziyaret ettiğim Can Aytekin’in “Boş Ev” sergisinde, Ters Yüz serisi işinde yazdığı şu cümle aklıma geldi: “İster bir insanın isterse bir binanın yüzü olsun, bütün yüzler ve görmenin koşulları zamanla değişir”.
Peki ya zamansız, aniden değişirse beden hangi duyumsamasına güvenmeyi seçer? Karanlık korkusu ya da yükseklik korkusu gözün hakimiyetinin zihinde yarattığı bir oyun olabilir mi?
Yönetmenliğini Özgül Akıncı’nın, oyunculuk ve dramaturjiyi Proje Difüzyon’un, skenografiyi ise Yoğunluk Sanat Kolektifi’nin üstlendiği Kadar, duyurların arakesitinde bir deneyim yaşamak isteyenlerin ilgisine açık bir performans.