Mimari bir eleştiri mi var burada?
Evet, çaktırmadan bir mimari eleştiriye getirdim lafı. (Gülüyor)
Kiminle konuşsam Türkiye'deki mimarlık üretiminden yakınıyor ve insanlar bu memnuniyetsizliklerini ortaya koyarken de eski mimarinin değerlerini ya da başka ülkelerin mimarilerini örnek olarak karşımıza koyabiliyorlar.
Konuşmaya çalıştığım fikri akışın içinde bir yeri olduğu için Sedad Hakkı Eldem'e dokunup geçmekte fayda var. O zamanki adıyla Güzel Sanatlar Akademisi'nde üç yıl kadar Sedad Hakkı'nın asistanlığını yaptığım için, O'nun Türk mimarisine, özellikle de ev mimarisine olan ilgisini yakından gözlemledim. Sedad Hakkı Eldem, Türkiye'de ne yaptığını bilerek düzenli üretim yapan ve takdir edilen mimarlardan biri olmasına karşın, aynı zamanda en çok eleştirilen ve en çok reddedilmeye çalışılan mimarlardan biridir de. Çünkü O, üretirken önündeki sonsuz seçenek içinden, bulunduğu toprakların örneklerine bakarak yola çıkmayı seçmiştir. Bunu yaparken de, biraz evvel söylediğim gibi bir tekrara girmenin ya da alıp aynını yapmanın yerine, o yapıları yorumlayarak onları o günün ve bugünün şartları içinde anlamaya çalışmıştır. Doğal olarak bu çabası yapıtlarında, yani yukarıda sözünü ettiğim seçimlerinde etken olmuş, ona kolaylıklar ve hakikilik getirmiştir.
Sedad Hakkı'nın dışındaki üretime bakarsak?
Türkiye'de dönem dönem mimarlar üzerinde başka ülkelerin etkileri görülür. Örneğin bir dönem Güney Amerika mimarisinin özellikleri yansırdı bizim mimarimize ki, bu etki bir anlamda hala sürüyor. Bir dönem de Japon mimarisinin örnekleri hayranlık uyandırırdı… Mimarlar Türkiye'de bina yaparken o ülkeleri örnek almışlardı ve seçimlerinde bunlardan yola çıkarak yaptıkları binaların hepsinde Türkiye'nin iklim şartlarını hiçe sayan geniş pencereler kullanmışlardı. Pencereler genişledikçe, insanlar geçmişlerinden getirdikleri bir duyguyla pencerelerini kat kat perdelerle kapatmaya çalıştılar. Aynı dönemlerde evlere "kalorifer" diye bir teknoloji girdi. Kalorifer radyatörleri, yere kadar inan perdeler ile o geniş pencereler arasında kalarak evleri değil, ülkeyi ısıttı durdu. Güney Amerika mimarisinin Türk ekonomisine yüklediği yük benim için merak konusudur.
Diğer ülkelerin koşullarına göre şekillenen mimarinin bizim mimarimize hesapsızca uyarlanması böyle sonuçlar doğururken aynı şey İstanbul için de geçerli mi?
İstanbul son derece ilginç bir kent. İçinden deniz geçiyor. Her tarafı yokuş, bir sokak ötesiyle iki sokak berisi arasında hiçbir ortak yan yok. Dolayısıyla bu kentte dolaşan insan için, şehri algılamasını kolaylaştıran nirengi noktaları o kadar çok ki. Fakat bu kentin yöneticileri, gidip gezdikleri yabancı kentlerde gördükleri şeyleri burada tekrarlamak isteyebiliyorlar. Örneğin orta Avrupa kentleri genellikle dümdüzdür ve yolları bir birine benzer, aslında insanların yön tayinlerine ve kenti algılamalarına kolaylık sağlayan devasa objeler ve heykellerle doludur oraları. İşte onları çok beğenip aynılarından İstanbul'a da yapmaya kalkışabiliyorlardı. Ama İstanbul'da bu tür şeylere hiç gerek yok. Bu girişimler kısa süreli oluyor ve zaten bir süre sonra kentin coğrafyası onları yola getiriyor.