
Öncelikle ikinizden de ayrı ayrı bahsedelim istiyoruz. Durmuş Bey, siz Gazi Üniversitesi'nden mezun oldunuz, sonrasında İTÜ Mimarlık Fakültesi'nde master yaptınız. Mimarlığa atıldığınızda uygulamacı kişiliğinizin ön plana çıkması bir tercih mi oldu, yoksa bir şekilde fırsatlar zinciri mi sizi bugün bulunduğunuz yere getirdi?
DurmuşD: Aslında benim İstanbul'a gelme hikayem akademisyen olarak kalmak üzerineydi. Daha sonra Teknik Üniversite'de master yaparken o sevdamdan vazgeçtim. Çünkü gerçek hayattaki mimarlığın nasıl yürütüldüğüne dair bir fikre sahip olmazsanız, tek başına akademik çevre içinde yer almanın beni çok fazla beslemeyeceğini düşündüm. Bunun çift taraflı bir git-gel olması gerekiyordu ve o yüzden de hayatımı öbür tarafa, yani mimari proje hazırlama üzerine adadım; o şekilde çalıştım. Neredeyse üniversite öğrenciliğimden bu yana sürekli çalıştım. Türkiye'deki birçok mimari grupla beraber işler yaptım. En sonunda ise, 1994 yılından 2002 yılına kadar Gökhan Avcıoğlu'yla beraber çalıştık. O dönem içinde bir çok proje ürettik. 2002 yılından sonra onun Amerika'ya gitme isteği vardı. O istek doğrultusunda biz de yollarımızı ayırdık. O dönemde aynı zamanda Emir'le beraber Yıldız'da ders veriyorduk. Mimariye bakışımızın çok paralel olduğunu ve bunu bir arada çok daha farklı yerlere götürebileceğimizi düşündük.
Yani ders vermeye başlamanızla birlikte bir ofis fikri ortaya çıktı.
DurmuşD: Hayat hep böyledir. Birçok şeyin üst üste gelmesi gerekir. O dönemde ders vermemiz bir vesile oldu. Sonuçta onun durumunun müsait olması, benim koşullarımın müsait olması, hepsinin aynı anda gerçekleşmesi bu ortaklığı ortaya çıkarttı. Gökhan'ın da bu konuda bizi teşvik ettiğini söylemeden geçemeyeceğim.

Emir Bey, siz ise İngiltere'de AA'de eğitim gördünüz. Sonrasında SciARC'a geçtiniz ve eğitiminizi orada tamamladınız. Bildiğim kadarıyla Los Angeles'ta kısa süreli bir büro pratiğiniz de oldu. Bu nasıl gerçekleşti ve nasıl İstanbul'a dönmeye karar verdiniz?
EmirU: Aslında orada mezun olduktan sonra portfolyomu hazırladım ve birkaç ofise başvurdum. Gehry'ye, Norman Foster'a; onlar da SciARC'ta hocalarımdı zaten. Ondan sonra bir iş teklifi geldi. Bir evin garajını guesthouse - misafir evine dönüştürmek. O işi aldım ve bir ofis kurdum. Orada da bir ortağım vardı; sınıf arkadaşımla ortak olduk. İki sene öyle çalıştım. buraya askerliğimi yapmak üzere buraya geldim. Orada yerleşmiştim bu arada; greencard aldım, ev aldım. Fakat ofisimi ortağıma bıraktım. Ne var ki geliş o geliş oldu. Ondan sonra da yavaş yavaş döndüm. Eşim de oradaydı. Bir sekiz ay öyle idare ettik, sonrasında o da döndü. Türkiye'de Uras Studio'yu kurduktan sonra daha çok iç mekanlarla başladım. İlk 2-3 senem böyle geçti. Ondan sonra Durmuş'la tanıştık. Yıldız'da beraber ders vermeye başladık ve ortak olduk.
İkiniz de daha önce de ortakla çalışmışsınız. Elbette ki her ofiste bir ortalık veya "chief assistant" durumu oluyor ama bir ofisi iki isim olarak paylaşmak ile tek bir isim olarak öne çıkmak arasındaki farkı nasıl tanımlıyorsunuz? Siz Durmuş Dilekci Architects değil de Uras + Dilekci olarak nasıl farklılıklara sahipsiniz?
EmirU: Ortaklığın aslında getirdiği birçok avantaj var. Dezavantajı var diyemeyeceğim. Bunlardan birincisi sorumluluğu paylaşmak. Mimarlık çok kapsamlı bir meslek. Her türlü detay, günlük yapılacak iş, ileriye yönelik planlama ve bunları bir insanın tek başına yapması ve sorumluluk alması kolay bir şey değil. Yapanlar var, ama benim tercihim hep mesleğe benim gibi bakanlarla bunu paylaşmak oldu. Aslında buradayken de keşke bir ortağım olsa diye ofisimi kurdum. Ama bulamıyordum aynı görüşü paylaştığım bir ortak. Ondan sonra Durmuş'la tanıştık.
DurmuşD: Ortaklık bir tarafıyla proje geliştirme sürecindeki fikir alışverişleriyle olumlu bir çalışma şekli. Bir tarafıyla da -eğer ortak çalışmaya ve paylaşıma açık olmayan bir karaktere sahipseniz- o kadar da zor bir çalışma şekli olabilir. Bizler birbirimizden çok besleniyoruz. Her şeyimiz birbirine paralel değil, hayata bakışımız bile bazı yerlerde farklılaşabilir ama bu farklılaşmalar bizi besliyor. Önemli olan insanların ortaklığı egolarını çok öne çıkarmadan yürütebilmeleri.

EmirU: Mesleğin kendi akışında da firmalaşma, son yüzyılda kendi kendine olgunlaştı. Eskiden mimarlar doktor gibi çalışırdı ve az adet iş alıp, az adet iş götürürlerdi. Ancak dünya popülasyonu çoğaldı; gelen iş çoğaldı. Ona göre de ofis yapıları değişti. Bugün mimarlık ofisleri daha çok avukatlık ofisleri gibi çalışıyor. Aslında bizim yaklaşımımız çok çağdaş diye düşünüyorum. Tek başına iş yapan mimar bugünün şartlarında biraz zorlanabilir
DurmuşD: Bunun böyle olması gerekiyor. Yani işin doğası gereği ortaklarla, hatta bu ortaklığı daha da büyüterek ve daha başka ortakları da bünyelerine katarak geliştirmek zorundalar zaten.
EmirU: Yeni bir şey çıktı, iş ortaklığı, çözüm ortaklığı... Bunlar hep yeni terimler. Biz sizin çözüm ortağınız olalım diye bir sürü malzemeci firma çıkıyor. Onlar da hakikatten bir nevi çözüm ortağı. Ortaklık ve beraber çalışma bence zaten dünyada en kuvvetli konseptlerden biri. Artık ordular bile beraber çalışıyor. Birleşip başka memleketlere saldırıyorlar. Koalisyon falan filan. Bunlar hep ortaklık.