Üç ay oluyor. En yakın dostumu, Erdal Özyurt’u yitirdim. Sağlık sorunlarımın çok ağır olduğu bir zamana denk geldi. Ne üniversitedeki törene katılabildim, ne de kabristanda onu yolcu edebildim. Deniz İncedayı, Mimar.ist için, onun anısına bir yazı istedi, onu da yazamadım. Bunların acısını derinden hissederken karşıma Mimar.ist’in son sayısı çıktı. Dergide yakın dostum Ahmet Tercan’ın Erdal Özyurt için yazdığı bir yazı vardı, tabii bir solukta okudum. Çok etkileyici ve son derece sahici bir yazıydı. Ben yazsaydım, Erdal Özyurt’u en az benim kadar yakından tanıyan Ahmet Tercan’ın yazdıkları kadar derinlikli bir yazı olamazdı belki. Mimar.ist’in Özyurt’u bu yazıyla anmış olması, yazamamanın acısını biraz olsun dindirdi. Şimdi, bu çok anlamlı metni sizlerle paylaşmak istiyorum.
***
Erdal Özyurt’a Veda:
Bir Mimarlık Bilgesinin Bıraktığı Boşluğa Dair…
Bir gün Erdal Özyurt’u tanıdım ve bütün hayatım değişti (1)... Sanıyorum onu yakından tanıyan herkes için geçerli olmuştur bu önerme... Tam bir muhalifti. Genellikle içinde bulunduğu veya girdiği bağlama uyum sağlamaz, ortamı nerdeyse karşı konulmaz bir enerji ile kendi tanımına uygun biçimde yapı-sökümüne uğratır, dönüştürürdü. Yakından tanıdıkça, Erdal Özyurt’un bilgisinin derinliği, çeşitliliği, felsefi boyutu, özgün yorum ve eleştiri yeteneği sizi daha da hayrete düşürür ve kendine bağlardı... Öylesine beklenmedik, hayranlık uyandıran, güçlü bir mevcudiyete, anıtsal bir görünürlüğe sahipti Erdal Özyurt...
Buna karşın, mimarlık, sanat ve düşünce çevrelerindeki görünürlüğü, kabul etmek gerekir ki, üniversite ve mimari üretimindeki önemine oranla daha sınırlı idi. Bunun nedeni, hiç kuşkusuz, Erdal Özyurt’un, yine kendine özgü sıra dışı bir tutumla, mahfuz bir çevrede etkin olma tercihiydi. Birikimini, şaşırtıcı bilgisini, deneyimlerini bu çevre içinde büyük bir cömertlikle paylaşmasına ve çoğaltmasına rağmen, daha popüler ve medyatik bir görünürlüğe prim vermez, bu anlamda gelen davetleri, teklifleri değerlendirmezdi. “...Ben yazar değilim...” veya “...ben televizyon programcısı değilim...” diyerek gerçekte son derece yetkin olduğu alanları dışlar, “görünür” olmak için çaba göstermezdi.
Kendini, her fırsatta “Mimar” ve “Hoca” olarak tanımlar ve hemen ilave ederdi “Akademi geleneğini temsil ediyorum.” “Akademi” sözcüğünü, tahmin edeceğiniz gibi Sanayi-i Nefise ve İstanbul Güzel Sanatlar Akademisi’nin bugün Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’nde devam eden Mimarlık Okulu’nu anlatmak için kullanır ve bu okulun özgünlüğünün, eğitsel ve kültürel karakterinin çok önemli olduğunu ısrarla vurgulardı.
Aktardığı çocukluk ve ilk gençlik anılarında, Mimarlık ve Akademi daima çok önemli bir yer tutardı. Doğduğu ve onyedi yaşına kadar yaşadığı Artvin’in Arhavi ilçesindeki orta öğretimi sırasında sanat ve mimarlık alanlarına olan ilgisi ile okumaya, bilgilenmeye ve düşünmeye başlamış ve erken yaşlarda Mimarlık eğitimi almaya karar vermişti. Üniversite eğitimi için İstanbul’a gelirken kendi deyimi ile Devlet Güzel Sanatlar Akademisi’ni “son derece bilinçli biçimde” seçmişti.
Seçiminin “doğruluğundan” hep kıvanç duydu. Yetenek sınavını kazanarak idealindeki kurumda 70’lerin ilk yıllarında başladığı Mimarlık eğitimi boyunca, hatta sonrasında, Güzel Sanatlar Akademisi onu hiç hayal kırıklığına uğratmadı: Çünkü “O zamanın Akademisi 1968 Hareketinin vaat edici, umut dolu atmosferini yaşatan bambaşka bir yerdi” (2): Boğaziçi’nde, tarihi saray binaları içinde, eşsiz bir konum, en verimli, en olgun dönemlerini sürdüren efsane hocalar kuşağı ve aydınlık geleceğe inanan genç mimar ve sanatçı adayları... Sedad Hakkı Eldem ve Orhan Şahinler Atölyelerinde yapılan projeler... Bülent Özer’in konferansları, Mehmet Ali Handan ve Muammer Onat ile sohbetler... Mimarlık ve Güzel Sanatlar bölümlerinden arkadaşlıklar... Kütüphanedeki istisnasız bütün kitaplar... Mezuniyet ve sonrasında Akademi’de asistanlık yılları... Orhan Şahinler’in kürsüsünde, dönemin önde gelen aydın ve sanatçıları (3) ile tanışma ve sohbetler, Uygulama Projesi ve Mimari Proje Atölyelerinde sorumluluklar, hocalığa ilk adımlar... Doktora tezi çalışmaları... 12 Eylül Darbesi sürecinde Akademi’den ayrılış... Yarı kalan tez... Profesyonel hayat, mimari tasarım ve uygulamalarla geçen yıllar... 2000’lerin başında tekrar Akademi... O zamanki ismiyle Mimar Sinan Üniversitesine dönüş...
Ben ve benim kuşağım Erdal Özyurt’la ilk o zaman karşılaştık...
Bildiğimiz hocalara hiç benzemiyordu; Çok sıra dışı bir kişilikti; aykırı, bağımsız, her şeye meydan okuyan, dingin bir duruşa sahipti. Mimarlık‘a çok farklı bir yaklaşımı vardı; Mimarlığın bütün bilgisine hakimdi ve bu bilgiyi, her zaman, felsefe, tarih, sosyoloji, sanat, sinema, edebiyat, dinler tarihi, fotoğraf ve benzeri bir çok alandaki birikimi ile birlikte değerlendirebilen eleştirel bir bakışa sahipti. En çok da mimarlığın “kendisini” eleştirirdi. Dikkatli okurlar, mimarlık sözcüğünü bazen küçük, bazen küçük harfle başlayarak yazdığımı fark etmişlerdir; Erdal Özyurt bunu çok önemser, “...büyük harfle Mimarlık" diyerek mutlaka vurgulu bir ayrım yapar, sonra, büyük harfle “Mimarlık” ile küçük harfle “mimarlık” arasındaki farkı hiç acele etmeden, keyifle açıklardı. Mimarlık hakkında konuşmaktan hiç yorulmazdı. Bizi bir araya getiren Özyurt’un Mimarlık’a olan tutkusu ve sevgisi idi. Onunla Mimarlık konuşmak başlı başına bir deneyimdi. Özellikle Mimarlık dışındaki konular ve kişilerle ilgili sohbetleri inanılmaz keyifli ve ufuk açıcı olurdu... Çoğu zaman mimari olmayan sohbetlerinin de gizli merkezinde mutlaka Mimarlık’ı yerleştirir, masum görünümlü bir soru sorar, sizi gülümsetirdi...
Olağanüstü bir proje hocasıydı... Öğrenciye basamak basamak çıkılacak bir yol sunmazdı. Bilincin mutlaklığına inanır, öğrenci için, bilgi ve deneyim tam olmadan da ideali aramanın mümkün olduğunu düşünürdü. Tam bir “oyun kuramı” ustasıydı. Bir mimar ve hoca olarak bağlamsalcıydı, bağlam, onun tasarımlarında ve atölyesinde anlamın kaynağı idi. Mükemmel bir “kusurlu dünya” yaratır ve o öğrencilerini Mimarlığın merkezine doğru çok özel bir yolculuğa yönlendirirdi. Çıtayı en yükseğe koyar, öğrencisine her şeyi yapabileceği duygusunu verir ve bunun gerçekleşmesini sağlardı.
Onun katılması ile ile Mimarlık Bölümü'nde tüm tasarım atölyelerinde önemli bir niteliksel sıçrama yaşandı: Jüriler, proje çalışmaları, öğrenci ödevleri, sunumlar, söylemler hatta duruşlar ve kılıklar dahi değişti. Daha önce düşünülemeyen, olanaklı görülmeyen konular, yorumlar, projeler yapılmaya başlandı, öğrencilerin özgüveni arttı, Mimarlığı daha çok sevmeye, daha çok çalışmaya, soru sormaya ve okumaya başladılar. “Anlam üzerinden Mimarlık” tartışmaları çeşitlendi, yaygınlaştı. Erdal Özyurt, Akademi geleceğinden ve birikiminden neşet eden yeni bir mimari proje atölyeleri paradigması oluşturmuştu.
Akademik kariyerine paralel olarak, hiç kuşkusuz, mimari üretim yapan, en özgün, en sıra dışı mimarlardan biriydi. Mimarlık onun için bir değer ve anlam sistemiydi. Mimarlığı öğrenmek, anlamak, bilgisini yeniden üretmek, paylaşmak, eğitmek ve Mimarlık yapmak en önemli tutkusu, etiği ve yaşam biçimi idi.
Mimar olarak tam bir moderndi. Projeyi, önemli bulduğu boyutu ile iyice çözümler ve tanımlar, nasıl bir tasarım yaklaşımı olacağına karar verirdi. Sonrası, o kararın güdümünde bir yaratıcı süreç olarak ilerler, asla temel düşünceden taviz verilmezdi. Erdal Özyurt, tasarımda düşünceye çok önem verir, “İyi fikir ne derse o olur” derdi. Tasarımı düşüncenin biçime dönüşmesi olarak tanımlar, “...ben çok kitap okuduğum için tasarlayabiliyorum...” derdi. Tasarımın iyi temsil edilmesi temel önceliklerden biriydi. Düşünce ile temsil arasındaki ilişki profesyonel üretiminin en önemli sorunsalı olmuştu. “Mimar” da bir karakter olarak temsil sorunsalına dahildi. Giyime çok önem verir, kendisi de çok iyi giyinir ve herkesten bu özeni beklerdi. Jill Sander ve Antwerp Beşlisi gibi öncü tasarımcıları takip eder, malzemeyi ve tekniği kullanmaları üzerine tutkulu yorumlar yapar, örnekler gösterir, mimari tektonik üzerinden karşılaştırırdı.
Onun “Mimarlık” dünyasında, mimarlar, işverenler, öğrenciler, proje yöneticileri, kullanıcılar yoktu. Çevresindeki insanları, ideal tasarım evreni içinde, büyük bütünün ayrılmaz bir parçası, özgün birer karakter, kimlik ve öneme sahip aktörler olarak tanımlardı. Herkesin, bu paradigmada bir yeri ve rolü vardı. Erdal Özyurt, “konumu” gereği, herkesi tanır, özel hayatlarını, özgeçmişlerini, dertlerini, düşüncelerini bilirdi.
Büyük hikayeye inanırdı. Daha da önemlisi, Erdal Özyurt, Mimarlığın Dünyayı değiştirebileceğine hep inandı. Bir yandan bunun mümkün olmadığını biliyor, öte yandan imkansız bir şeye tutkuyla, aşkla inanmanın erdemini yaşıyordu.
8 Ağustos 2022’de bu dünyaya veda etti. Çok erken bir veda... Daha yüzlerce, binlerce projeye yetecek kadar “iyi fikir” üretecek, tasarım yapacak, öğrenci yetiştirecek bilgiye ve donanıma sahipti... “Vedalaşmak” sevdiği ve sıkça başvurduğu bir kavramdı. Modern bir mimar olduğu için ayaklarının çevresi daima vedalaştığı fikir parçaları ile dolu olurdu (4). Proje sürecinde, kimi zaman tasarımın taşlı yollarında ilerlemeyen iyi fikirlerle, kendi deyimi ile, süratle “vedalaşırdı”. Çoğu kez fikirlerden onun kadar hızlı vaz geçemediğimde beni eleştirir “bir türlü vedalaşamıyorsun" derdi...
Ne var ki bazı durumlarda vedalaşmak çok daha zor, hatta imkansız olabiliyor... Ben kendi adıma Erdal Özyurt’la asla vedalaşamayacağımı biliyorum... Büyük bir boşluk bırakarak gidiyor ve dünya O’nsuz çok eksik bir yer olacak... Bıraktığı o büyük boşlukta, fikirleri, tutkuları, söylemleri, bilgeliği ve yüce gönüllülüğü onu bilenler ve sevenlerle hep yaşayacak...
Erdal Özyurt’u, bu gerçek Mimarlık bilgesini, yüzünü her zaman hakim rüzgara karşı çeviren -artık kanatlı- meleği, sonsuz saygı ve minnetle anıyorum. Ruhu şad olsun, bilenlerden selam olsun...
Ahmet Tercan, Mimar.ist, Sayı 75, sonbahar 2022, s.12-13.
Notlar
1. Orhan Pamuk, muhtemelen en beğendiği yazardı ve konuşmalarında ona sıkça referans verirdi.
2. Ahmet Tercan ile özel söyleşilerden aktarılmıştır.
3. "Halit Refiğ, Sabri Berkel, Hadi Bara, Devrim Erbil, Sami Şekeroğlu, Neşet Günal o dönemde Akademi Başkanı olan Orhan Şahinlerin odasında sık sık toplanır, sohbet ederlerdi.” E.Ö.
4. Tarih Kavramı Üzerine, W.Benjamin, Dokuzuncu Fragman / Paul Klee, Angelus Novus.