Mimar Ayça Taylan, Yunan adaları Patmos ve Chios (Sakız)'a yaptığı ziyaretlerden kamerasına yansıyan görüntüleri gözlemleriyle harmanlayıp, Mimarizm için derledi.
Şehirden adaya gitme hali, içten içe bir tür özgürlüğe yelken açma hali gibi gelebilir insana. Bu herhalde en başta ada ve adada olma düşüncesinin bağımsızlık, genelden kopukluk ve belli bir noktaya kadar ulaşılmazlık anlamlarını içermesine bağlanabilir. İlginç bir şekilde, anakaradan adaya ayak bastığınızda bilinciniz, bir adaya vardığının farkına varmış olsa da; algınız, alışılageldiğin dışına çıkılmış olması sebebiyle ‘acaba?’ ve ‘hakikaten mi?’ler ile bir süre bocalama yaşayabilir. Karşınıza çıkan deniz, ‘Acaba bir adada olabilir miyim?’ sorusunu algıya yöneltse de; kendisinin sizi çepeçevre takip etmesi ile ‘Evet, adadayım’ cevabı algının da içini rahatlatır. Kuşkular kendini derin bir ‘oh’ çekmeye bırakır. Özgürlük hissi iliklerinize işlemeye başlar. Hele ki bu ada, birinin sizi bir yerlerden tanıyor olma ihtimalinin nispeten azaldığı yurtdışı sularında seyrediyor ise...
Dodecanese, nam-ı diğer Oniki Ada'ya gidenler Türkiye’den çok da uzaklaşmadığını bilir ama karaya ayak bastıktan sonra gene de yurtdışında bir adada olma hissiyatı gelir. Aynı denizin karşı iki yakası ne kadar farklı olabilir ki diyebilir insan. Deniz, doğa, yemekler hakikaten benzerdir. Ancak insanların çoğunluk diyebileceğimiz bir kesiminin sizi kandırmaya çalışmadan dürüstçe işini yapmaya çalışması; mavi yeşil arası türlü çeşitli tonlardaki denizden para vermek zorunda kalmadan yararlanabilmeniz ve buna çok kolayca ulaşmanız; denizin, sahil şeritlerini bir şekilde parselleyenlere değil, herkese ait olduğunu hatırlamanız; insanların nezaket içerisindeki tutumları size tanıdık ancak özlemini çektiğiniz birer anı gibi gelir.
Geçerli para biriminin, insanın kendi ülkesinde kullanılana göre dört katı fazla değerde olmasına karşın, bayram zamanları gidilen Yunan adası seyahatlerinin gene de daha ucuza gelebilmesi kafaları epey bir karıştırır. İnsanlar fiziki anlamda benzer olup, dil, tutum, davranış bakımından belli farklılıklar gösterince, bunun yansıması ‘yapılı çevre’de de görülür. Mimari ve mimariye bakış farklıdır. Daha fazla özen, titizlik, eskiyi korumadaki dengeli tutum ve hassasiyet, ölçek algısının oturmuşluğu dikkat çeker. Bu, her yeni yapının burada da eleştiriye açık olmayacağı anlamına gelmez, ancak mevcut şehir dokularının bir karakteri vardır.
Patmos’a feribotla gittiğinizde ulaştığınız Skala (iskele) bölgesi de, eski şehir merkezi olan tepedeki Chora da özgün mimari dokusunu korumuş yerleşim yerleri. Yunan Parlamentosu tarafından 1981’de ‘Kutsal Ada’ olarak ilan edilen Patmos, Hristiyan kültüründe önemli yere sahip bir hac destinasyonu.
11. yüzyıldan beri Chora’da yer alan Aziz John Manastırı'na dimdik labirentvari yollardan çıkarken, ister istemez haccın anlamını düşünürsünüz. Zorlu bir tırmanışın ardından, bembeyaz duvarlarla çevreden tamamen izole bir dünyaya varmış olmanız, kalabalıkta bulunsanız da bir nevi hacı psikolojisi yaratır. Chora’nın sizi içine çeken labirentvari sokaklarında kaybolurken, Skala kumsalına vardığınızda taze deniz ürünleriyle kutsanırsınız.
Girintili çıkıntılı sokakları, inişli çıkışlı yolları Patmos’u coğrafi olarak da ilginç kılar. Bölgeler arası, kıyılar arası, sokaklar arası, köşeler arası farklı perspektiflerle karşılaşınca kendinizi birden varoluşsal soruların peşinde bulabilirsiniz...
* * *
Çeşme’ye yarım saat mesafedeki Chios yani Sakız adası da Türkiye’den ziyaretçilerin sıklıkla gittiği adalardan biri. Ada halkı da bu duruma Türkçe tabelalar, açıklamalar, menüler ekleyerek adapte olmuş. Özellikle Türkiye’ye bakan taraflarda bir an için ‘Türkiye’de miyim’ diye düşünebilirsiniz.
Türk turistlerin gezi rotası bellidir. Turlar genelde 2-3 günlüktür, gidilen yerler ise pek değişmez: Kampos bölgesi, Ortaçağ köyleri Mesta, Prygi ve Olympi.
Ancak Sakız büyükçe bir ada olduğu için keşfe başladığınızda durum değişir. Şu an çok az ağaca sahip adada, 1980’lerde büyük bir yangın çıktığını ve ağaçların üçte ikisinin yandığını öğrenip, 30 yıl sonra hâlâ yanmış ağaçlarla karşılaşınca, adanın size hüzünlü yüzünü göstermeye başladığının farkına varırsınız.
Adaya gittiğinizde öğrenme ihtimalinizin yüksek olduğu, Eugène Delacroix’nın da aynı adlı tabloda resmettiği ‘Chios Katliamı’, adanın başına gelen diğer bir hüzünlü olaya işaret eder. 1822'de bağımsızlık adına Osmanlı'ya karşı başlatılan isyanda 30 bin kişinin öldüğü, 40 bininin ise sürüldüğünü anlatan kitaplar, gittiğimiz birçok evde, lokalde, otelde karşımıza çıktı.
Adanın batısında el değmemiş gibi duran kumsallara gidip, masmavi ufka baktığınızda bile adanın geçmişine dair yansımalar size farklı yerlerden görünmeye devam eder.
Çevrenizde yer alan ve adaya adını veren sakız ağaçlarının -ilginç bir biçimde her Yunanlı’nın anlattığı şekliyle- kabuğundan çıkan reçine olan sakız, Yunancası ile ‘mastika’ bile gövdesine kesikler atılan ‘Pistacia lentiscus’ ağacının bu kesikler karşısında akıttığı gözyaşlarıdır. Bu gözyaşlarını reçel, dondurma ve kurabiyenin içinde yemeye, kahveyle içmeye bayılan bizler, çoğu kez geçmişe sünger çekmiyor muyuz zaten?
Patmos ve Sakız (Chios) adası fotoğraflarının tamamını Karanlık Oda'dan inceleyebilirsiniz.
Ayça Taylan'ın Mimarizm'de yayınlanan diğer fotoğraf albümleri:
- Singapur Gerçekliğinde 5 gün
- Yaşanan Sürenin Sanki Hep Kısa Geleceği Yer: Küba