Yüzyıllarca İstanbul'un en önemli mezarlığı olan, 20. yüzyılın ortasında ise Türkiye'nin en önemli meydanına dönüşen Taksim'in hikayesini Saro Dadyan'dan dinliyoruz
Yüzyıllarca İstanbul'un en önemli mezarlığı olan, 20. yüzyılın ortasında ise Türkiye'nin en önemli meydanına dönüşen Taksim'in hikayesini Saro Dadyan'dan dinliyoruz...
İlk çağın sonlarından itibaren bir yerleşim merkezi olarak varlığını sürdüren Galata semti o devirde Sykai, yani İncirlik adı ile anılan bir bölgeydi. 325 yılında İmparator Konstantin, Konstantinapolis'i inşa ettirirken bu bölge de surlarla çevrilerek tahkim edildi. Kiliseleri, formu, hamamları, tiyatrosu ve limanı olan semtte bu tarihlerde 431 adet büyük ikametgah bulunuyordu. Bölge İmparator Theodosius (408-450) tarafından şehrin on üçüncü bölgesi olarak kabul edilerek teşkilatlandırıldı. Konstantinapolis surları içerisinde yaşayan halk buradan bahsederken "Karşıdaki İncirlik" anlamında "Peran en Sykais" deyimini kullanırlardı ki kısaca Pera olarak telaffuz edilen bu isim günümüze değin ulaşabilmiştir. 528 yılında, İmparator Jüstinyen başkentin birçok bölgesi gibi bu semti de yeniden imar ettirerek teşkilatlandırdı. Bu nedenle semt Iustinianai yahut Justinianopolis isimleriyle anılmaya başlandı. Fakat önemli limanı ile büyük bir ticaret merkezi olan semtin halk arasındaki en yaygın ismi İtalyanca'da liman yakınındaki inişli-çıkışlı arazilere verilen "calata" kelimesinin telaffuzu olan Galata adıydı.
Bugün İstanbul'un, hatta Türkiye'nin en önemli merkezi olan İstiklal Caddesi ve Taksim'de ise 17. yüzyıla değin, birkaç bağ evinin dışında pek bir şey yoktu. Bu alan Galata surlarının dışında olduğu için Galata içerisinde yaşayan halklar bugünkü Tepebaşı, İstiklal Caddesi ve Taksim bölgesini mezarlıkları olarak kullanmaya başladılar. Fakat bölgenin şehrin en büyük mezarlığı haline dönüşmesi Osmanlıların saltanat yıllarında gerçekleşti. Kanuni Sultan Süleyman'ın saltanat yıllarına denk gelen 1560 yılında, İstanbul'da büyük kolera salgını başlayınca padişah, sur içi İstanbul'una ve yine sur içindeki Galata'ya defin yapılmasını yasakladı. O tarihten sonra şehirde ölenlerin naaşları, hastalığın yayılmasının önlenmesi için sur dışına çıkarılarak Taksim ve civarına defnedildi. Böylece, bugünkü Gezi Parkı'nı da içine alan Sıraselviler'den bir koldan Harbiye'ye ve Kasımpaşa'ya, diğer koldan Dolmabahçe'ye kadar uzanan büyük bir alan her milletin ayrı bölümlerinin olduğu büyük bir mezarlık haline getirildi.
17. yüzyılda Taksim Mezarlığı
Kolera nedeniyle büyük bir mezarlığa dönüştürülen alanın, Galata ve Tepebaşı civarındaki mezarlıklarla da bağlantısı kesildi. Bu nedenle Avrupalılar Galata ve Tepebaşı'ndaki mezarlığı "Petit Champ des Morts" yani "Küçük Mezarlık", Taksim ve civarını ise "Champ des Morts" yani "Büyük Mezarlık" olarak isimlendiriyordu. Mezarlığın içerisinde hemen her milletin ayrı alanları vardı, Parmakkapı Sokağından, Taksim'e ve oradan da Talimhane Meydanına doğru uzanan bölge Rumların, bugün Gezi Parkı'nın olduğu alandan Harbiye'ye doğru uzanan alan Ermenilerin, Taksim'den Cihangir'e doğru olan ve solda kalan kısım Latinlerin, Ayaspaşa'dan Dolmabahçe'ye doğru uzanan alan ile Taksim'den Kasımpaşa'ya doğru uzanan yol ise Müslümanların mezarlığıydı.
1930'lu yıllarda Taksim'den Harbiye'ye uzanan Ermeni Mezarlığı
Bugün büyük tartışmalara neden olan Gezi Parkı'nın da bir bölümü neredeyse Osmanlı'nın son yıllarına değin Ermeni Mezarlığı olarak kullanılıyordu. Ermenice bazı kaynakların kaydettiğine göre bu alan, Kanuni Sultan Süleyman'ı Budin Seferi sırasında zehirlenmekten kurtaran Vanlı aşçısı Manuk Karaseferyan vasıtasıyla Ermeni cemaatine verilmişti.
1774-1789 yılları arasında saltanat süren ve ordunun modernleştirilmesi için büyük atılımlarda bulunan Sultan I. Abdülhamid, Topçu Birlikleri için Taksim ile Ermeni mezarlığını birbirinden ayıran ahşap bir kışla inşa ettirdi. 1794'de bu ahşap kışla yanarak yok olunca, III. Selim, saray mimarı Kirkor Balyan'a, aynı bölgede betonarme ve modern bir kışla inşa ettirtmiş ve inşaat ancak 1806'da bitebilmiştir ki bu yapı, bugün tekrar inşa edilmesi tartışılan kışlanın ilk halidir.
1820'lerde Kurtuluş'tan Topçular Kışlası'nın görünümü
Topçular Kışlası ve Osmanlı Topçuları
Topçu birliklerinin kullandığı kışla olması dolayısıyla "Topçular Kışlası" yahut "Taksim Kışlası" olarak bilinen bu yapı belirgin bir mimari özelliğe sahip değildi. Çünkü tarih boyunca, birçok bölümü yıkılmış, yeniden onarılmış, yeni bölümler eklenmiş eklektik bir binaydı. Osmanlı ordusunda kullanılmak üzere ilk balonla uçuş denemeleri 1907'de bu kışlada yapıldı. Ayrıca Manş Denizi'ni uçakla geçen Fransız pilot Blériot da İstanbul'a geldiğinde balonla uçuş denemelerini burada yapmış, hatta Sultan II. Abdülhamid'in oğullarından Şehzade Nureddin Efendi de buradan balonla havalanmıştı.
Blériot'un balonla Topçular kışlasına inişi, Haziran 1910
1850'li yılların başında kışlanın etrafındaki mezarlıklarda çeşitli hareketlilikler yaşandı. Öncelikle 1853'te Sultan Abdülmecid'in fermanıyla, kışlanın arka tarafında yer alan ve Harbiye'ye kadar uzanan geniş Ermeni Mezarlığı duvarlarla çevrildi. 1853'te ise Fransa ve Sardunya Krallığı yani bugünkü İtalya, Taksim ve çevresinden araziler satın alarak Kırım Savaşı'nda şehit düşen askerlerini buraya defnetti ve onların anısına birçok anıt diktirdi.
Taksim'deki bu büyük mezarlık, kolera sayesinde kurulduğu gibi, yine kolera yüzünden terk edildi. 1865'te İstanbul'da büyük bir kolera salgını başladı. Sadece halk arasında değil, padişah sarayında dahi koleradan vefat eden birçok kimse oldu. Bu nedenle artık ikametgâhın yoğunlaştığı Taksim bölgesine de defin yapılması yasaklandı. Onun yerine Ermeni ve Rum cemaatlerine, ikametin olmadığı Şişli'de mezarlıklar tahsis edildi ki bugün hala bu mezarlıklar aktif olarak kullanılmaktadır. Kolera nihayete erdikten sonra 1870 yılında Sultan Abdülaziz'in emriyle yapılan Taksim ve çevresinin düzenlenmesi çalışmalarında Ermeni Mezarlığı'nın bir kısmı istimlak edildi.
Taksim'de yapılan yıkımlar
1913'te yapılan yeni yol çalışmalarında ve çevre düzenlemesinde Ermeni mezarlığının bir kısmının daha istimlak edilmesine karar verildi ve Ermeni Patrikhanesi'ne 15.000 altın ödenerek mezarlığın büyük kısmı istimlak edildi. Hatta Patrikhane buradan aldığı paranın 12.000 altını ile harap halde bulunan Kumkapı'daki patriklik binasını yeniden inşa ettirdi. Mezarlığın büyük bölümünün istimlak edilmesinin ardından bugün Divan Oteli'nden Harbiye'deki Radyo Binası'na kadar uzanan kısmı kaldı ve bu mezarlık da o tarihten sonra Surp Agop adıyla daha çok Katolik Ermeniler tarafından kullanılmaya başlandı.
Taksim'deki Topçular Kışlası ise İstanbul'un işgali ile beraber Türk ordusu tarafından boşaltılarak Fransız Kuvvetleri'ne tahsis edildi. 8 Ocak 1919 günü büyük bir fatih edasıyla beyaz atının üzerinde İstiklal Caddesi'nden geçen Fransız Generali Franchet d'Espérey, sonrasında Topçular Kışlası'na yerleşti ve üç seneden fazla bir süre yapı Fransızlar tarafından kullanıldı.
1921'de Topçular Kışlası amacının dışında bir şekilde kullanılmaya başlanarak bir spor merkezine dönüştürüldü. Kışlanın avlusunda futbol maçlarından, yağlı güreşlere kadar birçok müsabaka düzenlendi. Kışlada uzun yıllar boks maçları yapıldı, spor günleri düzenlendi, bu durum on sekiz yıl kadar sürdü. Ermeni mezarlığı ise 1939'da tamamıyla belediye tarafından istimlak edildi. 1940 yılında İstanbul Valisi ve Belediye Başkanı Lütfi Kırdar'ın onayı ve şehir plancısı Henri Prost'un tavsiyesi üzerine gerek kışla, gerekse mezarlık yıkılarak bugün büyük tartışmalara neden olan Gezi Parkı ve Taksim'den Harbiye'ye doğru uzanan yeni ikamet alanları inşa edildi. Böylece yüzyıllarca şehrin en önemli mezarlığı olan Taksim ve çevresi, Türkiye'nin en önemli meydanı haline geldi.
1930'larda Taksim