Benim Adım 'Venedik'

Attila BEKSAÇ / 06 Haziran 2013
Telaşlı bir Pazar günü. Titiz hazırlıklarla çoğalan dalgalarda kendini bulan deniz. Tezgâhlardan kalkan tozun gerisinde beliren tüccar siluetler. Rialto dinç, mağrur; her türlü benzetmeden kaçak oynuyor.

Telaşlı bir Pazar günü. Titiz hazırlıklarla çoğalan dalgalarda kendini bulan deniz. Tezgâhlardan kalkan tozun gerisinde beliren tüccar siluetler. Rialto dinç, mağrur; her türlü benzetmeden kaçak oynuyor.

Pür bir heyecan beliriyor, sudan sebeplerde yakıştırılacak sıfatlar bizden geçmiş artık. Gurur, San Marco'nun eşsiz kabartmalarında, freskoların her milimetresine sinen fırça darbesinde, hatta akroterde kararmış yüzeyin her katmanına tutunmuş toz zerresinde.

Bir tek onu bilir içim. Bir tek ona söyler, ona susar, ona güler. Onla yaşar, onunla söver, onunla hisseder, onunla sever ve onun gibi ölür içim.



Çek kürekleri şimdi Marco. Hiç düşünmeden, şuursuzca çek. Hiçbir şüphe kalmasın içinde. Hiçbir kibir. Sevdiklerini düşün. Sevemediklerini. Yeltenişlerine çek, yarım kalmışlarına. Altından geçtiğin her köprünün gölgesine sığınmadan, Arsenal'in büyülü kemerlerine aldırmadan şu yaşlı mucizeyi boydan boya geç. Denizin içinden fışkıran, can bulan bu yüzyıllık evler senin değil mi? Meydanlarındaki her kesme taşında senden bir şeyler varken öznesiz bırakıyorsun güzel Venedik'i.

Ama yok, yok durmalısın. Son bir kez daha veda bakışı vermelisin soluklanıp paha biçilemez gondolundan. Bir cümle bu bildiğin. Kemikleşmiş, kelimeleşmiş, üç hece tek kelimede dünyalar tüketmiş. Hırçın köpüklerde silkinerek meydan okumuş, bir yaşam almış, yaşam olmuş.

Nefes olmuş Venedik. Fersah fersah derinlerde ilham olmuş çıkıvermiş arsızca yeryüzüne ve susar olmuş geçmişini.

Marco'nun gölgesi düşüyordu, oysaki şimdi buralar karanlık. İçim ser verip sır vermiyor. Şimdi herşey eski, herşey suskun. Çekiç sesleri kesiyor sesimi, hevesim kursağımda kalmış. Uzun uzadıya yürüyemediğim her köşesinde, küçük toprak parçalarından omurgalaşmış köprüleriyle aşıyorum suları birer birer.



Ufka dalmış gözlerim, mavisinde kaybolurken Adriyatik, bildik sesler fısıldıyor. Biter mi hiç sandın, durur mu bu taşlar? Sudan fırlayıp, birer mabet olur ellerinde ustaların. Palladio, ki şimdi gözleri yorgun. Aklında karmakarışık duygu durumları ve elleri, yüz yıllık elleri titrek. Can veriyor, can alıp kendinden, ruh koyuyor her aralığına Redentore'de. 

Her vuruşunda bir darbe var çekicin. Her darbede bir gözyaşı. Akıp giderken kanala karışıyor, tuz olup eriyor bağrında adaların.

Ne yaş, ne acı anlatırdı gerçeği. Ne hüzün, ne sevinç doldurabilir bu nesneyi. Belki yok olmak için var oldu bu şehir. Varlığını yokluğuna armağan edip, çekip gidecekti bir gün. Ne sen duyacaktın, vedası öyle sessiz; ne ben, varlığımı hiçe sayıp nedensiz.

Soluklanıp bakardık, o sabahın köründe uyanıp güzelim kokularda boğulan pastanelere. Şekerlemelere dalardık ‘yaşamın tadına' varmış kadar. Yürü yürü bitmiyor bu şehir, labirentte kaybolup köşe bucak oluyoruz her birimiz. Dalga çarpıyor evimizin duvarlarına ve başucumuzda su sesleriyle uyanıyoruz biz.

Palladio hiç üşenmemiş kulesinden selam çakıyor Redentore'nin, ağlıyor varlığımıza, ağlıyor bize. Bir şeyler katıyoruz, bir şeyler gidiyor.

Ucuz pizzalar buluyoruz, pet şişelerde iki litrelik ucuz şaraplar. Spritz oluyoruz, kanallara bir bir süzülüp turuncu oluyoruz. Turuncu rengi bu şehrin şimdi, en az mavi kadar.

Ve sen şu Komünist Parti binasının önündeki İsa ikonu, sen de anlatıyorsun seni, duyuyorum. Çelişkilerimizi, bizi. Maskeler takıp nasıl da saklıyoruz? Nasıl kaçabiliyoruz kendimizden? Shakespeare'e ilham olup, şu iki bina arasında serilmiş çamaşırlar oluyoruz. Mandallara tutunmuş, kuruyoruz, kuruyoruz, öylesine.



Bir tek martı alıp götürecek diye korkuyorum. Paramparça içim tıpkı Venedik gibi. Venedik kadar dağılmışım şimdi, sözlerim Venedikli köprüler gibi. Bağlıyor bizi, bağlıyor kelimelerimizi. Cümleler katlediyoruz, bastırırken öfkemizi.

Başladığım yerde duruyorum şimdi. Rialto'da tezgâhlar gelin gibi. Taze balık kokusu, sebze meyveler, tüccarlar, bir hengâme. Şölen içinde kalabalığa karıştım. Söz oldu adımlarım. Yön verirken kalbim, rotayı çiziyor ayaklarım. Maskem elimde gidiyorum. Maskem ifadesiz, ifadelerim içinde.


Bu Haberi Sosyal Medyada Paylaşın
Yorumlar
Henüz yorum yapılmamış.
Bu İçeriğe Yorum Yazın
Ad Soyad
E-posta
Yorum
Kalan karakter :