Eren Tümer, “Mimarlık sanat mıdır?” sorusuna, sanatı bir refleks, mimarlığı ise araç olarak değerlendirerek, farklı disiplinler üzerinden, çok yönlü bir bakış açısıyla yaklaşarak yanıt arıyor.
Montjuic Communications Tower, Barcelona - Santiago Calatrava
Bundan kısa bir süre önce, kısıtlamaların da etkisiyle bir çoğumuzun artık neredeyse vazgeçilmez bir uzvu haline gelen sosyal medya platformlarından birinde, epeyce alışılagelmiş bir tartışma yeniden gündeme geldi. Tecrübelisinden, yeni mezununa ve öğrencisine kadar onlarca mimar, gecenin geç saatlerine dek tarihsel bir soruya cevap arayıp durdu: “Mimarlık Sanat mıdır?”
Ucu bucağı olmayan konuşmalar yapıldı, ilk sözcüğünün hatırlanması imkânsıza yakın uzun uzun cümleler dillendirildi ve tabii ki kaçınılmaz olarak çeşitli başarı hikâyeleri de anlatıldı. Elbette tamamı olmasa da birçoğu tıpkı bundan daha öncekiler gibi, atmosfere karışıp anlamsız uğultular halinde savrulup durdu. Mimarlığın sanat olup olmadığı üzerinden sürdürülen bu tartışmalar mimarlar tarafından sıkça gündeme getirilse de sanatçı cephesinde bu meselenin tartışılmaya değer bulunmadığı daha önce de pek çok kez tecrübe edildi.
Kim bilir, belki de okullarda öğretildiği gibi mimarın kendini farklı bir konumda görme hevesi, mimari üretimini de ayırt edici sıfatlarla tanımlama ihtiyacını beraberinde getirmiş olabilir. Bu bağlamda C. Abdi Güzer’in birçok söyleşisinde dile getirdiği bir ifadeyi hatırlamakta fayda var: “Eğitim hayatımızı Le Corbusier' ler ve Wright'lar gibi prenslerin ve pelerinli kurtarıcı mimarların olduğu bir dünyanın çizdiği değerler üzerinden oluşturup kendimizi başka bir denizde bulduk" (1).
Öte yandan bilindiği gibi, 18. ve 19. yüzyıl filozofları, mimarlığın sanatla olan ilişkisi çerçevesinde çeşitli tanımlamalar yaptı. Örneğin; Hegel, mimarlığı simgesel bir sanat olarak ele alıp; “Mimarlık bütün sanatların anasıdır.” diye tanımlarken, sanatı estetik ve mekanik olarak iki ana başlığa ayıran Kant; mimarlığı estetik sanatların alt grubunda, plastik sanatlar arasında değerlendirdi (2). Fakat aynı zamanda, Hegel gibi, Schopenhauer de mimariyi ifade kapasitelerine ele aldı; ancak mimarlığı -kendi referans standardı olan- sanat formlarının en düşükleri arasında sıralayarak zıt bir sonuca vardı (3).
Peki o halde nedir bu mimarlık?
Basitçe, “insanların yaşamını kolaylaştırmak, barınma ve sosyal ihtiyaçlarını giderebilmek için binaları ve fiziki yapıları tasarlama eylemi” olarak tanımlanan ve bu nedenle ifade edilebilmesi kolay gibi görünen mimarlığın gerek pratikleri gerekse de anlamı ve içeriği bakımından değişkenliği, bu alanı keskin bir biçimde tanımlamayı güçleştirmiştir. Örneğin F. Lloyd Wright oldukça geniş bir kapsamda ele alarak mimarlığı; “Biçim haline gelmiş yaşam.” diye tanımlamıştır (4). Tam da burada şu soru akla geliyor; öyleyse mimarlık, COVID-19 salgının da tetikleyici etkisiyle birlikte hızla dijitalleşen günümüz dünyasında ya da yakın gelecekte hangi yaşamın biçimini alacak? Öte yandan, Jencks ise günümüzde, fraktallerin, dalga biçimlerinin ve kozmosu oluşturanlara benzer daha kompleks, çoğulcu ve kaotik biçimlerin hakimiyetinin söz konusu olacağını ifade ediyor (5).
Öyle anlaşılıyor ki, değişen dönemler mimarlığa ait tanımları da beraberinde değiştiriyor. Ancak kesin olan bir şey var, o da mimarlık düşüncesi temelinde işlevi ve elbette günün koşullarına ayak uydurabilmek için gelişmekte olan dünyanın teknolojik gereksinimlerini barındırıyor.
Giovanni Battista Piranesi, Carceri-VII
Ya sanat?
En genel tanımıyla sanat, insanın yüksek benliğini devingen bir süreç sonrasında başka bir boyutta var eden bir olgudur. Nesnenin kendisinden çok o nesnenin üretim süreci ve yöntemi ile ilgilidir. Resim ya da heykel sanat olarak tanımlanırken özünde bir olgu olan sanatın nesneleştirilmesi söz konusu olabilmektedir. Sanat özetle bir yaşantı halinin yorumlanması ve onun yansımasıdır. Politik, sosyal, evrensel, toplumsal veya siyasi gelişmeler karşısında, sanatı icra eden kişi ya da grup tarafından gösterilen bir tür reflekstir.
Bir sanat eseri, tüm bu olgular karşısında yaşanılanların delili olarak karşımıza çıkar. Jale Erzen “Çoğul Estetik” kitabında, sanat yapıtının bir kişinin, bir grubun, ya da içinde yaratıldığı toplumun bir nesnesi olarak bunlar hakkında bir gerçeği ortaya koyabildiğini ifade etmektedir (6). Sanatçı böylesine bir refleks sonucunda ortaya koyduğu eserin toplumsal tepkileri ve yansımaları ile çoğu zaman ilgilenmemektedir. Kısacası eser beğenilme maksatlı üretilmez ve de kimseye karşı bir sorumluluğu yoktur. Toplumun ya da bir işverenin ihtiyacı karşılığında doğmaz. Yani özetlersek, bir sanat eserinde kendiliğinden olma durumu söz konusudur.
Dilemma!
İnsan hayatını doğrudan merkeze alan bu kadim disiplin için estetik arayışlar içerisinde olmak neredeyse bir ön koşulken, sağlamlık ve güvenilirlik gibi hayati kavramların da içkin bir şekilde ele alınması aynı derecede önem taşır. Tam da bu noktada şu ifadeyi de anımsamakta fayda var: “Firmitas, utilitas, venustas.” Vitrivius, mimari bir eser için üç önemli kriteri “De Architectura” kitabında böyle dile getirmişti. Bu üçleme dilimizdeki karşılığını, “sağlamlık, kullanışlılık ve güzellik” olarak buluyor. Bir eserin bütünlüğünün bu türden kavramlarla sağlanabildiği ve güzel olanın ancak böylece elde edildiği düşüncesi Antik Yunan’a kadar uzanır. Örneğin Sokrates’in güzellik düşüncesi “işlevselliğe” dayanmaktadır.
Tahmin edilebileceği gibi sağlamlık ve işlevsellik öğretilebilir kavramlardır. Ancak güzellik, estetik algı ile doğrudan ilintilidir ve öğretilemez bir kavramdır. Şu hâlde mimar ortaya koyduğu bir eserin sözü edilen bu üç koşulu da sağladığına doğal olarak inanabilecektir, ancak dışarıdan bakan gözlerce yapılacak olan değerlendirmelerin tamamının da benzer düşünceleri taşımayacak olması aynı derecede doğaldır. Dolayısıyla bu perspektiften bakıldığında bir yapının hem mekânsal organizasyonu hem de ara yüzü (biçim, renk, malzeme v.b.) onu tasarlayan açısından son derece etkileyici bulunsa dahi izleyicilerinin tamamı tarafından hiçbir zaman tam anlamıyla “güzel” olarak nitelendirilemeyecektir.
Öte yandan mimarlığı biçim ve mekân ile ilişkili bir sanat olarak ele alan ve özellikle heykelden (anıtsallıktan) etkilendiğini ileri süren Loos, aynı zamanda günümüzdeki eğilimlere kendimizi uyarlamak söz konusu olduğunda mimarlığın, görsel sanatlar arasında en son sırada yer aldığını da ifade ediyor (7). Le Corbusier ise sanat ve mimarlık ilişkisini ifade ettiği bir diagramda işlev yoğunluklarına göre sıraladığı yapılar arasında, mekânsal organizasyonları daha kompleks (yoğun) olan yapıların işlevleri görece daha az olan ve üstlendikleri temsiliyet ile öne çıkan anıtsal yapılara oranla daha az sanatsal nitelik taşıdığını belirtiyor (8).
Bu bağlamda, işlevsel gereksinimler, kanunlar, yönetmelikler, işveren talepleri, coğrafya, iklim v.b. sayısız tasarım girdisi göz önüne alındığında, sanatsal niteliği biçim ve mekân organizasyonu çerçevesinde sınırlandırılmış dahi olsa, mimari eserin üstlendiği sorumluluklar, tam anlamıyla bir sanat eseri olarak değerlendirilmesini güçleştiriyor.
Günümüzde mimarlık pratiğinin beğendirme ve yapma (inşa etme) ve ardından da beğenilen üzerinden yeni işler alma biçiminde işlediği, yani araçsallaştırıldığı rahatlıkla gözlemlenebilmektedir. İşin gerçeği, ticaretin doğası tam da bunu gerektirmektedir. Ancak aynı zamanda mimarlığın içerisinde barındırdığı estetik değer üretme arzusu ve tasarlama eylemi göz önünde bulundurulduğunda sanattan bağımsız olarak düşünülmesi de elbette mümkün değildir.
Sonuç olarak, içinde bulunduğumuz dönemde mimarlığın piyasa koşullarının yani neo-liberal politikaların yoğun etkisi altında olduğunu da hatırlamak bu tartışma için oldukça önemlidir. Bu durum karşısında kimileri yepyeni bir mimarlık kavrayışı ve pratiği arıyorsa da mimarlık disiplini piyasaya girmeye tamah ediyor ve kapitalizm gerçeğine yeni ürünler temin etmekten başka bir amaç gütmüyor [9].
İşte tam da bu anda, yanıtlanmayı bekleyen başka bir soru daha beliriyor:
“Sırtını işverenin beğenisine yaslamış bir üretim biçimi sanat olarak nitelendirilebilir mi?”
*
Notlar
1.Derin Sularda Yüzmek, XXI, Retrieved 10 May 2021, from link.
2.Doğan, H.; "Mimarlık Sanat Değil mi?" Batı Akdeniz Mimarlık Dergisi, S.48, 2011.
3.Philosophy of Architecture > 1. Architecture In Ancient and Early Modern Thought (Stanford Encyclopedia of Philosophy), Retrieved 11 May 2021, from link.
4.Hasol, D.; "Mimarlığı Tanımlamak", YAPI Dergisi, S.316, s.46-47, 2008.
5.Jencks, C.; "The architecture of the jumping universe: A polemic: How complexity science is changing architecture and culture", London: Academy Editions, 1997.
6.Erzen, J. N.; "Çoğul Estetik", Metis Yayınları, 2011.
7.Loos, A.; "Mimarlık Üzerine", Çev. Alp Tümertekin | Nihat Ülner, Janus Yayıncılık, 2014.
8.Tekeli, D.; "Mimarlık ve Sanat" | Doğan Tekeli & Nevzat Sayın | MİM [Video], 2020, Ekim 15.
9.Spencer, D.; "Neoliberalizmin Mimarlığı", Çev. Akın Terzi, İstanbul: İletişim Yayınları, 2018.