Kamusal alanda kayboldum. Beni nasıl bilirdiniz?

Demet DİNÇER / 06 Mart 2009
Kamusal alanda yapılan Delete çalışması, Viyana sokaklarındaki tüm panoları, şirket logolarını, reklamları ve de sembolleri sarı renkteki plastiklerle ve folyolarla kaplayarak yapılmış ilginç bir iş.

Bana gerçek yüzünü göster…
Ve o yüzün nereye ait olduğunu.
Misal, sabah uyandığında ne ise aynada gördüğün, işte o senin gerçek yüzün.
Makyajsız, hilesiz hurdasız, olduğu gibi ve belki de fazla doğal…
Ve her yerin bir yüzü var.
Hatta çok fazla yüzey…
Öyle bir yüzey ki gördüğünüz şu "yüz"ler,
artık yüzeysel geliyor her şey.

Ve saire…

Steinbrenner ve Dempf'in yaptığı "Delete" adlı çalışmaya rastladığımda fark etmiştim aslında yüz ve yüzey konusunun ne denli derin olduğunu. Yürüdüğüm sokaklar ya da trafikte gördüğüm nice uyarıcıyı sarıya boyadım zihnimde. Çıkan tablo traji-komikti, sapsarı bir dünya gözlerimde belirdi. Bir başka renk aradım çevremde, bulamadım.

Kamusal alanda yapılan Delete çalışması, Viyana sokaklarındaki tüm panoları, şirket logolarını, reklamları ve de sembolleri sarı renkteki plastiklerle ve folyolarla kaplayarak yapılmış ilginç bir iş. Christoph Steinbrenner ve Rainer Dempf'in yaptığı bu çalışma hakkında sorulan güzel sorulardan biri, bünyesinde, tüm amacı ve sonucu kapsayan bir eleştiriyi barındırıyor: "…Viyanalılar, medya ile kaplanmış anlayışlardan yoksun olduklarında, zamanda ve mekanda kayıp mı olacaklar?"


Resim 1-2-Viyana'da yer almış olan "Delete" çalışması ( http://www.steinbrener-dempf.com/delete/index.html )

Kamusal alan, Viyana'da ya da bir başka kentte, ailenin bir ferdi rolündeki birçok semboller dizisi ile çevrili, düzensizlikten oluşmuş bir ritme sahip. Bu ritim aslında notaların son derece gelişigüzel birlikteliği ile oluşa gelen ve hiç de dinleme isteği uyandırmayan bir esere ait olsa da, yokluğu bir "kayıp"mış ya da bir "eksiklik"miş gibi algılanabiliyor.

Kamusal alandaki yüzeylere bakıldığında, ya da yüzü kamuya bakan her türlü "nesne"yi düşündüğümüzde, git gide düşey eksende büyümek zorunda kalmış nesnelerin her alanının değerlendirilmesinin zorunlu kılındığı bir hayatımız var. Yani alanlar, iki boyutlu olarak ele alırsak, değerlendirilmesi gereken ya da değerlendirilmesi bir şekilde öznece "iyi" olarak algılanan bir gayrimenkul rolünde karşımıza çıkıyor.

Reklam sektöründe, "outdoor advertising" ya da "out-of-home advertising" sınıfında yer alan reklamların, o değerlendirilmiş alanlarla yetinemediğini görüyoruz. Artık, iki boyutlu alanlar üç boyutlu "tasarımlar" için bir altlık oluyor. Öyle ki yapılan reklamlar, bir tasarımmış gibi, ki elbette bir tasarım boyutuna da sahip olanlar var, kamu tarafından ilgi görüyor. Yer yer kullanıcı faktörü özneye dönüşüyor ve asıl amaç yolunda ilerleme sağlanıyor. Başta sözü geçen yüzeylerimiz artık sadece bir yüzey olarak kalamıyor, çok alt başlıklı bir anlam üstleniyor.

Teknolojinin ilerlemesi reklamcılık için çok daha farklı bir anlam taşıyor. Dijital ekranlar sadece verilerin aktif bir şekilde tüketici ile karşılaşması ile sınırlı kalmıyor, bunun dışında kullanıcı hareketlerine göre değişkenlik gösteren, tıpkı Adobe'un yaptığı gibi, çeşitli örnekler deneniyor. Adobe firmasının yaptığı interaktif ekranlar, hareketlerine göre ekran üzerindeki çeşitli görsellerin de yerine ve yönüne uygun hareket etmesine ilgisiz kalamayan insanlar, bir nevi kullanıcılar tarafından beğeni ile karşılanıyor. Tüm bu ve benzeri örnekler ile, artık, kullanıcının birebir reklama dâhil olduğu çeşitli düzenler oluşturuluyor, bir eğlenceymişçesine hem kullanıcının hem reklam-verenin ve reklamcı gurubunun memnuniyeti sağlanıyor. Yani, 1940lı 1950li yıllardan bildiğimiz o iki boyutlu yüzeyler artık bambaşka bir veri akışı için kullanılıyor.


Resim 3- Hedef kitlenin aktif kullanıcı haline geldiği reklam yüzeyleri


Resim 4-5 - Adobe firmasının yaptığı interaktif panolar, insan hareketlerinden uzak olduğunda kenarında logosu olan beyaz bir ekran görüntüsündeyken, herhangi bir hareket olduğunda ise hareketin yerine ve yönüne göre çeşitli görselleri içeren bir şölen sunuyor.



Steinbrenner ve Dempf'in Delete'ine dönersek, artık bir şeylerin silinemeyecek kadar kabul görmüş olması bu çalışmayı daha da şaşırtıcı yapıyor. Birden Delete projesinin, mesela Times Square Meydanı'nda gerçekleştirildiğini hayal ediyorum. Birçok yüksek yapının sapsarı bir cepheye dönüşmüş olması, sarı dışındaki renklerin çok az yer kaplaması beklenen bir sonuç, değil mi? Tüm bu reklamlara ait yüzeylerin mimari ile ilişkisi tam da bu noktada kuruluyor. Artık yapılara ait olduğunu zannettiğimiz o yüzeyler, yapının bir parçası gibi davranamıyor. Bu yüzeyler, özerkliğini ilan etmiş çeşitli hareketli semboller içeren panolar olarak kullanıcı ile etkileşimi sağlıyor. Hayal etmeye çalıştığımız Times Square'deki o sarı yüzeylerden algılanamayan yapılar, oraya ait mimari bir fikir – olumlu ya da olumsuz - oluşmasını engelliyor.


Resim 6 – Yapı cephelerinin artık algılanamıyor olması, yüzeylerin düzensiz birimlerce bölünüp farklı aktörlerce değerlendirilmesi (!)

Cepheyi tasarlamak, yapının ilk görünen yüzeyini oluşturmak, ona bir yüz ve hatta kimlik kazandırmak, yapı tasarımında şüphesiz çok önemli bir safha oluyor. Öyle etkin bir role sahip ki cepheler, özene bözene bin bir aks ile düzene koyduğumuz, doluluk boşluk ifadeleri ile paftalarımızda sunduğumuz o mekânsal kurguyu, sokaktaki insan sadece bir "yüz" olarak algılıyor. Meydanları ve benzeri kamusal alanları düşündüğümüzde, bu alanları çevreleyen ve tanımlayan yapı cephelerinin, oradaki panoların altlığı olarak fonda durduğunu ve "görünemediğini" fark etmek çok kolay... Dolayısı ile biz orada bir yapının değil, büyük bir hacmin varlığını hissediyoruz, bir cephenin değil bir reklamın parçası haline geliyoruz. Peki, o zaman neden bir cephe tasarlıyoruz?

Mimari, üç boyutlu ve hacimce büyük bir nesne odaklı düşünme yetisi gerektirirken ve de kullanıcıyı göz önünde bulundurarak ilerlerken, yeni "outdoor"cular ile yollarının çok yerde çakıştığını / çakışacağını öngöremiyor. Birçok noktada yollar çakışıyor, birleşiyor, ayrılıyor. Bazen biri diğerinin yoluna engel oluyor, bazen ise yol açıyor. Sorun şu ki, herkes yol gerçeğini pek umursamayarak aktörlüğünü ispat etmeye çalışıyor.

Dijital ekranlardan oluşmuş birçok yeni tasarlanmış yapının tasarım aşamasında bu karara varmış olması takdire değer bir arayış oluyor. Yani bahsedilen "çakışacak yol" gerçeği baştan öngörülüyor. Madem "vazgeçilmeze" oynayan, "Delete" edilemeyen reklamların varlığı söz konusu, reklamcıların tek tek tasarladığı o çeşitli panolara bütüncül bir dil kazandırma işinde bir başka aktöre rol düşüyor. Yaptıklarımızın zamanla "hiç"e dönüşmesini istemiyorsak, yoldaki bu gerçeği pas geçmeden ilerlememiz gerekiyor…

Somut olarak her gün yüzleştiğimiz nice yüzey, daha soyut anlamlandırılan bir kimlik inşasında, fark etmeden bizi, bir nevi hayatımızı tanımlıyor. Mimari anlamdaki "yüzümüzü", kendi değişken, rengi sabit bir sarılığa teslim etmek istemiyorsak, kullanım sırasını ve sonrasını öngörerek bazı kararlarımızı baştan şekillendirmemiz gerekmiyor mu dersiniz? "Delete" etmek isteyip de edilemeyenleriniz az olsun dileklerimle…


Bu Haberi Sosyal Medyada Paylaşın
Yorumlar
Henüz yorum yapılmamış.
Bu İçeriğe Yorum Yazın
Ad Soyad
E-posta
Yorum
Kalan karakter :