Oh La La!

Ömer SARI / 04 Mayıs 2012
Uzun süre yurtdışına çıkma hayali kurduktan sonra, nihayet Université Français Rabelais’nin Şehir Planlama mastır programına kabul edilmem sayesinde, artık ben de uzaklara gidebilecektim. Bir yıllık bir deneyimi kısa bir yazıya sığdırmak oldukça zor… Yine de şu an –yani bir sene sonra- dönüp baktığımda, aklımda yer eden belli başlı şeyler var.

Uzun süre yurtdışına çıkma hayali kurduktan sonra, nihayet Université Français Rabelais'nin Şehir Planlama mastır programına kabul edilmem sayesinde, artık ben de uzaklara gidebilecektim. Bir yıllık bir deneyimi kısa bir yazıya sığdırmak oldukça zor… Yine de şu an –yani bir sene sonra- dönüp baktığımda, aklımda yer eden belli başlı şeyler var.

Her şeyden önce, elbette benim de dilini bile bilmediğim bir ülkede rahatlıkla "tutunabileceğim" konusunda endişelerim vardı. Korktuğum hiçbir şeyin başıma gelmediğini söyleyemem; ancak korkuların ne kadar anlamsız olduğunu, karşılaştığınız zorluklar –üstesinden gelin ya da gelemeyin- birer anı olarak kalınca anlıyorsunuz. Hatta bu zorluklar, bu gibi bir yazının konusunu bizzat oluşturabiliyor –tabi sadece bir kısmını!

Söz konusu bir sene boyunca, her herhangi bir ülkedeki herhangi bir hava alanında geçirdiğim tek bir dakika bile sorunsuz geçmedi. Daha ilk seyahatim olan İstanbul-Paris uçuşunda bavullarım kaybolmuştu bile… Üstelik Charles de Gaulle'dan çıkar çıkmaz yağmur yağmaya başlamıştı. Neyse ki bavul ağır çekmesin diye yanıma aldığım iki montum vardı! Yalnız, bavullarımı beklediğim süre boyunca yanımdaki yedek kıyafetlerimin, beni yağmurdan korumak ve hostelde havlu görevi görmek dışında hiçbir işe yaramayan iki monttan oluşması, beni tabi ki Paris'te alışverişe teşvik etti. İyi de oldu, zira bavullarım bana söylendiği gibi sonraki uçuşla gelmedi. Ve ondan sonraki uçuşla da…

Paris, filmlerde izlediğimiz, kitaplarda okuduğumuz Paris'ti. Tabii ki her insanın kenti algılaması ve o şehre yüklediği anlam farklı olacaktır ama bu güzel şehir hakkında çok daha ayrıntılı yüzlerce yazıyı okumuş olduğunuzu düşünerek Tours'a geçiyorum.


"Tours'a geldiniz"

Şimdi, biraz ansiklopedik bilgi: Tours, Centre bölgesinde, Paris'e 300 kilometre uzaklıkta, nüfusu 300.000 civarında tarihi Roma İmparatorluğu'na kadar dayanan bir şehir. Loir ve Cheer nehirleri arasında kalan alana yerleşmiş ve daha sonraları bu nehirleri aşıp kuzeye ve güneye genişlemeye başlamış. Kentin kotu, nehirlerin su seviyesinin altında olduğu için birçok kez baskın yaşanmış; bu sorunu ise nehirdeki fazla suyu kentin dışına pompalayan bir sistemle çözmüşler. Hatta üniversitenin şehircilik departmanı ve tıp fakültesi, kentin risk haritalarının anlaşılabilirliğini artırmak için gözün risk haritaları üzerindeki hareketlerinden yola çıkarak bir araştırma projesi bile oluşturmuşlar.

Loir ve Cheer nehirleri –yıkıcı etkilerini bir yana bırakacak olursak- bölgeye özel bir doğal peyzaj kazandırarak UNESCO Dünya Miras Listesi'ne girilmesini sağlamış. Özellikle Loir'ın sağladığı mikro-klima, bölgedeki üzüm ve şarap üreticiliğini etkilemiş. (Fransa'dan bahsedip de şarap konusuna girmemek olmazdı değil mi?) Hatta bu yüzden, aslında Fransa'nın orta kesimlerinden başlayıp Atlantik'e kadar uzanan Loir Vadisi, Fransa'nın şarap vadisi olarak anılıyormuş. Tours da bu vadideki şehirlerden sadece bir tanesi…

Loir Vadisi'nin saymakla bitmeyen özelliklerine, nehri takip eden bisiklet yolu rotasını da ekleyebiliriz. Bu rota, Avrupa Komisyonu'nun desteklediği uluslararası program olan Eurovélo6'nın bir ayağı. Programdaki rota, aslında Atlantik'ten Rehine Nehri'ne kadar altı adet bisiklet rotası içeriyor. (Nantes'tan başlayarak Basel'e kadar yolunuz var.) Loir Vadisi'ni kapsayan rotayı kullanarak ise, Atlantik kıyısındaki Nantes'tan başlayarak Fransa'nın iç kesimlerindeki Nevers kentine kadar, araç trafiğine girmeden bisikletle gidebilirsiniz. Benim de bu rotanın yalnızca bir kısmını kullanarak, uçsuz bucaksız üzüm bağlarını, şarap mahzenlerini ve muhteşem bahçeleriyle bölgedeki birçok şatoyu görme fırsatım oldu. Bu bölgeye ‘şatolar diyarı' demek de yanlış olmaz.


Château de Villandry'nin bahçesinden.

Tours aynı zamanda Fransa'nın şu meşhur hızlı trenleri olan TGV'lerin üretildiği tek yer. 1 saat yolculukla Paris'e gidebiliyor olmaları insanlara, Tours'da çalışıp Paris'te yaşama imkanı sunuyor. Bir İstanbullu olarak burada iş ve ev arasında harcadığımız zamandan çok daha kısa bir sürede Tours-Paris arasında gidip gelebiliyor olmalarını düşünerek iç çekmiyor değilim.


Yolculuğun bir saat sürmesine bakmayın, bazen el yakabiliyor.

Kentte ayrıca sadece Ryanair'ın (Avrupa'nın en ucuz ama en sinir bozucu havayolu) hizmet verdiği ufak da olsa bir havalimanı var. 2-3 saat süren uçuşlarla Dublin, Londra, Manchester ve Porto'ya gidebiliyorsunuz. Noel tatili için ben de Porto'ya uçup buradan başlayan bir tatil yapma hayalleri kurmuş ve biletlerimi almıştım. Bütün seyahatlerimi uçakla olacak şekilde ayarlamıştım. Ki bu, o anda akıl dolu bir hareket gibi gelmişti, çünkü trenden çok daha ucuz ve hızlıydı. Ancak havaalanı laneti burada da peşimi bırakmadı! Vizemin geçersiz olduğunu –ki daha birkaç ay bile üstünden geçmemiş başarılı bir Almanya ve İspanya seyahatim vardı- ileri süren acımasız havaalanı görevlileri ve onlarla üstüme bir anda gelen bir cengaverlikle girdiğim tartışma yüzünden, yanımdaki Hintli arkadaşlarımla birlikte etrafımızı bir düzine polisin çevrelediğini gördük. Bütün bunlar olurken uçağın kalkışını da hüzünle izlemek zorunda bırakıldık tabi… Sonuç olarak Porto-Valencia-Roma-Paris tatilim suya düştü.

Ertesi gün tüm bunların, bu taşra (!) havalimanı yönetiminin çıkan vizelerle ilgili yeni bir düzenlemeden bihaber olmasından kaynaklandığını öğrenince, elbette işin peşine düştüm. Böyle "iş"lerin peşine düşeceklere tavsiyeler: Kredi kartınızın sigortası ile paranızı geç de olsa alıyorsunuz. Tabi olan tatilinize ve hayallerinize oluyor.

Yılbaşını Tours'da geçirecekseniz, bomboş sokaklarda gidecek bir yer bulamayacağınız için (barların hepsi mi kapalı olur?!), kalacağınız yerde bir iki yılbaşı süsü bulundursanız iyi edersiniz. Ya da sizi ev partilerine çağıracak arkadaşlar da edinebilirsiniz.

Aslında Tours, orada yaşayan tanıdıklarımızdan dehşet içinde dinlediğimiz şu aşırı sakin Fransız stili hayattan son derece nasibini almış bir kent. Saat 6'da alışveriş dükkanları, 8'de marketler ve saat 10 gibi Tobacco shop'lar kapanıyor. Pazar günleri ise kentte açık olan tek dükkanlar nöbetçi Tobacco shoplar ve birkaç bakkal… (Ve Cezayirliler ile Sirilankalıların elinde olan dönerciler…)

Bu hayat tarzına alışmak, 24 saat hareketli bir kent olan İstanbul'u benimsemiş birine zor gelse de, talihsizlikle başlayıp biten Tours deneyimimi şu an düşündüğümde, bir öğrencinin sakin ve rahat bir yaşam sürmesi için (mesela tez döneminde!) ideal bir tercih olabileceğini görüyorum. Ama ilk defa yurt dışına çıkıyorsanız, hele ki uzun süre kalacaksanız, Tours pek parlak bir tercih olmayabilir.


Bu Haberi Sosyal Medyada Paylaşın
Yorumlar
Henüz yorum yapılmamış.
Bu İçeriğe Yorum Yazın
Ad Soyad
E-posta
Yorum
Kalan karakter :