Erasmus programıyla misafir olduğu Sassari Üniversitesi'nden 'Dış Ses' kervanına katılan Attila Beksaç, Akdeniz tonozlarının sesine kulak verdiği yazısıyla Mimarizm'de...
Erasmus programıyla misafir olduğu Sassari Üniversitesi'nden 'Dış Ses' kervanına katılan Attila Beksaç, Akdeniz tonozlarının sesine kulak verdiği yazısıyla Mimarizm'de...
Yaşlıydı, pek de hali kalmamıştı. Yorgun, öylesine bitkin, sessiz, yıpranmış ama gözleri gülüyordu. Dış görünüşüme aldırma diyordu belli ki içinden, yargılarını peşin peşin gönderme diyordu üstüme. Belli ki çok dertliydi, göğsünü gere gere dimdik durması bundandı belki de. Dertlerini şu akıp gitmekte olan yağmur damlalarıyla birlikte yaşlı Alghero'nun mazgallarına bıraksa herşey sona erecekti belki.
Ama yok, inatçıydı bizimki. İlla diretiyordu, burada, olduğu yerde kalmaya... Hem, yaşlı şehrin yılmaz sırdaşı , böyle ıslak, gözyaşlarını delicesine akıttığı bir günde onu yalnız bırakır mıydı hiç?
Her adımında, gözyaşlarının tadına vardığın bu ıslak gecede gölge olmayı tercih ediyordu. Kol kanat geriyordu her misafirine. Sarıp sarmalıyor, yeni hikayeler, yaşanmışlıklar, yeni dedikodular fısıldamamızı bekliyordu. Taş yerinde ağırdı. Hiç olmazsa, yapabileceği tek şeyi yapmak istiyordu; konukseverliğini cömertçe sergilemesi bundandı yaşlı tonozun ...
Hiç kimsenin tek bir sözüne dahi karışmıyor, olduğu gibi, öylesine dinliyordu. Canı sıkılınca sırf kırmamak için dinliyormuş gibi bile yaptığı oluyordu arada. Bir müddet daha dinledikten sonra bırakıyor, o da kendini centro storico 'nun amansız rüzgarına...
Tonoz... Yılların eskitemediği, samimiyetiyle kurduğu ülkesinde zaman kavramını yitirdiğin, çok geçtiğin, az kaldığın, hiç gitmediğin, Akdenizli, yaşlı, huysuz, sevimsiz bir o kadar da şu ağlamaklı Alghero akşamında muhtaç olduğun tonoz...
Korkularını, pişmanlıklarını, acılarını sıva katmanlarının altında biriktiriyor gizliden. Açıkları da var, artık kapatamadığı sıyrıkları var duvarlarından dökülen...
Sonra birden bire bir hareketlenme seziyorum. İçim ürpererek bakıyorum her parçasına. Birşeyler fısıldar gibi oluyor kulağıma. Hiç bitmeyecekmiş gibi döktüğü gözyaşlarını dindiremediğimiz Alghero bile, yaşlı dostuna kulak verircesine susuveriyor birden.
Evet, tonoz belki de ilk defa yüzyıllık sessizlik yeminini çiğnemeye karar veriyor. Fısıldıyor sonra yüzyıllık bir yorgunlukla kocaman sırrını; "Gözyaşlarının tadına varmalısın artık!"
"Kendini bu güzelliğin ortasına öylesine bırakmalısın. Sen hiç ağlayan dostunun gözyaşlarına tanık olmadın mı? Ağlamak güzeldir. İnsancadır. En azından siz insanlar kadar insanca... Koskoca şehir ağlıyor ve sen buna tanık olmak varken şu şemsiyeli duyarsızlardan mı olacaksın."
"Hiç olmadığın kadar kendin, hiç yaşamadığın kadar kentin olacaksın. Gözyaşlarının tadına varacak, onları dilinle yakalayacak ve iliklerine kadar hissedeceksin' diyor. ‘Tıpkı bizlerin her köşe başımızda aşklarınızı, her ara sokağımızda nefretlerinizi, her meydanda özlem giderişlerini paylaştığı gibi."
Sonra birden herşey eski haline dönüyor. Yaşlı tonoz yüzyıllık suskunluğuna, güzel Alghero da gözyaşlarını akıtmaya devam ediyor.
Benim içinse geriye sanırım ihtiyarı dinlemekten başka bir seçenek kalmıyor. Sırılsıklam bir vaziyetteyim şimdi. İliklerime kadar hem de. Gözyaşlarının tadına varıyorum Alghero'nun. Dilimle her damlasını yakalamaya çalışıyor, bastığım yerlerine bir başka gözle bakıyorum. Yağmuruyla ıslanıyor, rüzgarıyla sarılıyor, dalgalarıyla şakalaşıyor, yollarıyla yolculuk ediyorum. Daha fazla yaşıyorum şimdi, hiç yaşamadığım kadar kentim oluyorum, kentimle.
Tonoz gülümsüyor şimdi, paylaşarak sevgimizi. Söz alıyor bir de "sırrımızı kimseye söyleme" diye...
Alghero, Sardinya Adası (İtalya, Ekim 2012)