Kelimeler neler anlatıyor… Tüketmek "kullanarak harcamak", tükenmek ise "bitmek" olarak sözlüklerde karşılığını buluyor. Bir harfin yer değiştirmesi ile ortaya çıkan, "harcayan" olmaktan "biten" olmaya doğru giden bir hikaye beliriyor sahnede.
Kelimeler neler anlatıyor…Tüketmek "kullanarak harcamak", tükenmek ise "bitmek" olarak sözlüklerde karşılığını buluyor. Bir harfin yer değiştirmesi ile ortaya çıkan, "harcayan" olmaktan "biten" olmaya doğru giden bir hikaye beliriyor sahnede. Hikayenin tam merkezinde ise hacimsel büyüklüğü ile bize göz kırpan (kırpmasa da zaten bir şekilde fark ettiğimiz, fark etmekten de kaçamadığımız) alışveriş merkezleri!
Herkesin fikir sahibi olabileceği ender konulardan biridir aslında tüketim. Otobüste "Alışveriş merkezine gidelim mi?" der bir genç, ya da aracınızın direksiyonu birden bir alışveriş merkezinin otoparkına doğru kayıverir. Tam o sırada meçhul bir yerde bir mimar başka bir alışveriş merkezi tasarlamakta, giriş-çıkışını maksimum insana ulaşabileceği ana akslara büyük bir hevesle yöneltmektedir. Başka bir mekanda birileri iç mekanını tasarladıkları bir mağazanın konseptini masanın diğer ucunda oturan "müşterisine" anlatmakta, "müşterisi" ise "kendi müşterisinin" ilgisini daha çok çekebilecek alternatif noktalar aramaktadır. Farklı bir yerde, bir reklam ajansında mesela, senarist, tüketicinin ilgisini çekmek için sürekli yazmakta, yazılan metinler uygun görsellerle donatılarak reklam veren firmalarca incelenmektedir. Firma yetkilisi ise biraz burun kıvırarak AB sınıfı tüketiciden bahsetmektedir… ve nice benzer tahmin edilebilecek örnekler. Ortak noktaları ise bunların her birinin tüketim hikayesindeki aktörlerden biri olmaları…
Tüketim dendiğinde akla gelecek ilk eylemlerden biri olan alışverişe biraz odaklanırsak; 1940'lı yıllarda alışveriş bir "şeyi" alıp-verme olarak karşımıza çıkarken, 1960'larda ve 1970'lerde daha çok hizmet üzerine gerçekleşen bir eylem halini almıştır. 1990'lı yıllarda ise alışveriş, daha çok "deneyimsel" bir gerçek olmuştur ki bu gerçek, bünyesinde bir düşünce, bir statü ya da bir hayat tarzı paylaşımını barındırmaktadır. Bugün ise bu tablonun devamını yaşamaktayız ve bize bu fırsatı (!) sunan mekanların sayısının hızla arttığını gözlemlemekteyiz.
Tüketici, tüketmeyi talep etmekte bu denli ısrarlıyken her alışveriş merkezi de kendince bir kazanç elde edebilmektedir. Bu kazancın 1990'lı yılların ilk açılan AVM'lerine göre durumu ise incelenmeye değer bir konudur çünkü mekanların sayısının artması demek (her ne kadar tüketim oranının geçtiğimiz 10 yıla göre artış gösterdiği belgelenmiş olsa da) pastanın bölüneceği anlamını taşımaktadır. Pastanın çeşitleri de kuşkusuz önemlidir çünkü dikkat edilirse yeni açılan AVM'lerin bir çoğu AB tüketici sınıfını yani ekonomik durumu ortalamanın üstünde olan sınıfı hedeflemektedir. Bazı AVM'ler ise kaba tabirle "ortaya karışık" yapmakta, "ne çıkarsa bahtıma " şeklinde bir yol tercih ederek nereye hitap edeceğini bilememektedir. Yetkililerce açıklanan tasarım / inşa aşamalarındaki AVM sayısı çok yakında dudak uçuklatacak bir hal alacaktır ki bu da pastadan payına düşeni beğenmeyen bir "tüketici mıknatıs gurubu" , nerede tüketeceğini şaşırmış bir "tüketsek gurubu" ortaya çıkaracaktır.
Alışveriş merkezi cenneti olmaya aday İstanbul'a gelirsek… Geçtiğimiz birkaç yıl içerisinde açılan Kanyon, Cevahir, Ümraniye Meydan, İstinye Park, Astoria, City's gibi bir çok mekan aklımıza gelebilir. Mimari olarak ele aldığımızda ise Meydan hakkında bir çok olumlu görüş bildirilmiş, en azından İstanbul'da fonksiyon kardeşlerince benzerliği daha az olan bir yapı gurubunun tasarlandığı dile getirilmiştir. Bu görüşlerde yapının ekolojik tasarım boyutu da övgüye değer bulunmuştur. Kuşkusuz bu, AVM tasarımı açısından en azından İstanbul'da yer alan diğer AVM'lerden bir farkı olduğu anlamına gelmekte, dolayısıyla da mekanın çekicilik özelliklerini arttırmaktadır. Markalar, daha doğrusu mağazalar, belli konseptlerle oradan oraya konulmuş kutucuklar gibi karşımıza çıkarken, onları bir arada tutan AVM konsepti, yani daha genel anlamdaki "tasarımcının parmağı" artık daha çok önem kazanmaktadır. Bu durum kuşkusuz tüketicinin de gözünden kaçmamaktadır ve mimarları daha çok "düşünmeye" davet etmektedir. Diğer yandan ise Meydan, umulandan daha az "kullanılabilir" yeşil alan barındırmaktadır. Ekolojik tasarım boyutu ise bazı yetkililerce eleştirilmektedir. Mimari olarak başarılı görülen bir başka yapı ise Kanyon olmuştur. Kanyon, farklı çizgisi ile görülmeye değer bir AVM olmuş ve şehrin diğer ucundaki insanlarca da ziyaret edilmiştir. Diğer yandan bu yapılaşma AVM tipolojisine ayrı bir boyut getirmiş, tıpkı inşa aşamasında olan Forum İstanbul gibi konseptleri ithal yeni bir mimari anlayış oluşmuştur. İstinye Park, hem tarihi alışveriş kültürünü yansıttığı mekanları, hem de Nişantaşı kitlesini hedeflediği açık alışveriş mekanları ile bilindik AVM'leri biraz daha eklemeci kılmıştır. Astoria ise kendi boyutlarına uygun bir seste açılışını yapmış, üzerinde de fazla görüş bildirilmeyen bir ürün olmuştur. Cevahir , konum itibariyle avantajlı olduğu ve farklı bir tüketici sınıfına hitap ettiği için yaşamaya devam edecektir ancak buradaki yaşamda mekanın kalitesi hakkında ve tasarım namına çok olumlu sözcükler sarfedilmemektedir. Ve niceleri…
Ve tüketmek… Her ne kadar ben tüketimin de bir tükenme noktası olduğunu savunsam da, "tüketmek " insan doğası gereği hiçbir zaman sona ermeyecektir kuşkusuz. Ancak mekansal olarak düşündüğümüzde bu kadar AVM'nin ortaya çıkması gerek tüketici mıktanısları gerekse şaşkın tüketici bakımından çok olumlu sonuçlar doğuramayacaktır kanısındayım. Son olarak, ayakta kalacak olan AVM'lerde de artık bütünsel olarak "yapı" kendini gösterecek ve mimara daha çok iş düşecektir. Farklılık, farkındalığı peşinden sürükleyecek bu da mekanın amacına ulaşmasını sağlayacaktır. Tasarımcıya bu hikayede düşen rol ise… daha çok düşünme, daha çok, daha çok…