15. İstanbul Bienali'nin ana sergi mekanlarından Pera Müzesi'ndeki işler daha çok müzelerin ve sanat kurumlarının sanat tarihiyle kurduğu mesafeli ilişkiyi sorguluyor. Mutlaka görülmesi gereken işler arasında ise Meksikalı sanatçı Alejandro Almanza Pereda’nın betona batırdığı manzara tabloları ve Dayanita Singh’in fotoğrafik dokümanları bir araya getirdiği çalışması yer alıyor.
Yaşam Yolu, 2015 video karesi
Vajiko Chachkhiani
Vajiko Chachkhiani'nin yapıtları, çoğunlukla yaşayan şimdinin kendini geçmiş yaşamdan ve tarihten ayırıp ayırmadığını ya da nasıl ayırdığını sorguluyor. başlikli videosu, insanın kapatılma koşulları altındaki varoluşunun bir portresi. Life Truck (Yaşam Yolu, 2015 ) adlı bu kısa videoda kendimizi, ahşap çerçevesi çatlamış ve pul pul dökülmüş bir pencerenin karşısında buluyoruz. Bir süre sonra kadraja şişman sayılabilecek orta yaşlı bir adam giriyor, karanlık odanın içinde o da gözlerini dikmiş bize bakıyor. Chachkhiani, videoyu, ölmek üzere olan bakıma muhtaç hastaların bulunduğu bir düşkünlerevinin dışında çekmiş. Video, kendi deyişiyle, sadece hepimizin ölüme doğru yürümekte olduğunu hatırlatmaya çalışmıyor, aynı zamanda yaşama isteğimizi ve yaşama nasıl sıkı sıkıya tutunduğumuzu, içinde bulunduğumuz mevcut koşulların sürekli ötesine geçebilme gücümüzü gösteriyor.
***
1893 yılında mimar Achille Manoussos tarafından tasarlanan Bristol Oteli yenilenerek Suna ve İnan Kıraç Vakfı tarafından 2005 yılında Pera Müzesi’ne dönüştürüldü. Müzenin ilk iki katında müzenin ev sahipliği yaptığı Oryantalist Tablolar, Anadolu Ağırlık ve Ölçüleri ile Kütahya Çini ve Seramikleri koleksiyonlarından seçilen eserler sergilenirken, 15. İstanbul Bienali dahilindeki on altı sanatçının eserleri ise en üst üç katta misafirlerle buluşuyor.
Andra Ursuta
Andra Ursuta, İstanbul Bienali'nde maket benzeri iki heykel yapıtını sergiliyor. Ursuta, ağaç, cam, metal ve kumaş gibi gündelik malzemeleri kullanarak, Romanya'nın Salonta köyü T. Vladimirescu sokağındaki çocukluğunun geçtiği evin odalarının minyatür kopyalarını üretmiş ve bu kopyaların her birini bir camekanın içine yerleştirmiş.
T. Vladimirescu Nr. 5, Pantry’de (r. Vladimirescu No. 5, Kiler, 2013), küçük bir masa ve basit bir sedir, bir merdiven ve buzdolabının yanı sıra yiyecekleri asmaya yarayan bazı düzenekler yer alıyor. Bu kilerde hiçbir yiyeceğin olmaması dikkat çekici. Dekoratif simgeler, ayırt edici eşyalar ve kişisel etkiler gibi detaylar bu yapıtlara natüralist bir nitelik kazandırıyor, ama yine de insanların eksik oluşu, oturulan, sohbet edilen ve huzur bulunan bu mekanlarda bir uğursuzluk hissi yaratıyor. Bu yapıtlar Romanya’da o dönemde olup bitenleri doğrudan ortaya koymuyor, ama biliyoruz ki 1980’lerde -1989'daki devrimden önce- Nikolay Çavuşesku rejimi döneminde Romanya’da yiyecek, elektrik ve su gibi kamusal hizmetler karneye bağlanmış ve bu kati uygulama toplumsal kargaşaya ve isyanlara yol açmıştı.
***
Louise Bourgeois
Louise Bourgeois'nın 1940’larda başladığı Femme Maison (Kadın Ev) serisi, gövdesinin üzerinde baş yerine çok katlı bir ev taşıyan çıplak bir kadın tasviridir. Kadın, ev içine kilitlenmiş ya da ev içini bir kostüm gibi üstüne geçirmiş gibi görünür. Klasik perspektif kurallarına sadik kalınmadan çizilmiş bu evin pencereleri ve duvarları farklı stillerdedir. Beden ise çıplak ve kırılgan görünür; küçücük kolları, bedenin anatomik oranlarıyla uyumlu değildir. Aslında yapıt, hepimizin çocukluğundan bildiği bir benzetme ile oynamaktadır: Bir baş olan evde, gözler pencere, ağız da kapı olacaktır. Daha genel olarak bakıldığında ise, Femme Maison kendini sergileme ile gizleme arasında bir etkileşimi, iç mekan ile dış mekan arasında, dışarıdan bakış ile özel gerçeklik arasında bir birliği ima eder.
***
Tsang Kin-Wah
Yahudi-Hiristiyan eskatolojisi, metafizik, varoluşçuluk ve Kutsal Kitaptaki sözler gibi çeşitli kaynaklardan yararlanan "Yedi Mühür (20og-)” içindeki yedi video, dünyanın sonuna ilişkin felsefi ve dini fikirler gibi kıyamet temalarını ele alıyor. İstanbul Bienali’nde, Tsang ın (Dördüncü Mühür O Gayesiz Ve o ikinci Defa Ölmek istiyor, 2010) serisi içinde çok kanallı bir video enstalasyonu yer alıyor.
Yaklaşık altı buçuk dakika uzunluğundaki video, yaşam ve ölüm, mücadele ve zafer, kibir ve iktidar, yükseliş ve düşüş güzergahlarını takip eden bir dizi hareketli sözcükten oluşuyor. Yerdeki hareketli yansımalarıyla korku ve kıyametin baş döndürücü bir ifadesini oluşturan bu sözcükler, içteki ruhsal bir kargaşayı ve bu dünyaya ait olmama duygusunu ya da ebedi bir yurt özlemini çağrıştırıyor.
***
Gözde İlkin
Buluntu kumaşlar ve evde farklı amaçlarla kullanılan dokuma ve örtülerle çalışan Gözde İlkin, kültürel kodlan ve kolektif hafızayı cisimleştiren nesnelerle ilgileniyor. Bu kumaşlar ve örtüleri tarihin izlerini taşıyan son derece sıcak ve tanıdık malzemeler gibi kullanırken, kendi imgelerini resmin yanı sıra işleme ve dikiş gibi tekniklerle şekillendiriyor. İlkin, kumaşlardaki desenleri, hafızayı ve şimdiyi, hayali olan ve gerçeği birbirine bağlayan yapılar olarak ele alıyor. İlkin, İstanbul Bienali’nde kendi ailesine ait kumaş ve örtülerle oluşturduğu bir dizi yapıtını sergiliyor. Çeyizlik çarşaflar, perdeler veya masa örtülerini, bazılarını ona örgü öğretmeyi de göstermiş olan annesiyle anneannesinden öğrendiği kesme, delik açma, sökme, aplik ve bağlama gibi teknikler kullanarak dönüşüme uğratıyor.
***
Tatiana Trouvé
Tatiana Trouve İstanbul Bienali için, günümüzün gerçekliklerini kozmik ve yeryüzündeki yaşam döngülerinin longue durée'si (uzun erimi) içinden gören iki karton kulübeyi bronza döktü. Somewhere in the Solar System (Güneş Sisteminde Bir Yerlerde, 2016-17) başlığını taşıyan ilk kulübede, Giovanni Francesco Gemelli Careri tarafından çizilen, Azteklerin gerçekten var olduğu şüpheli Aztlan bölgesinden başlayan göçünü gösteren haritanın üzerine, günümüzde izlenen göç yollarının yer aldığı ikinci bir harita yerleştirilmiş. The Great Atlas of Disorientation (Büyük Yönünü Şaşırma Atlası, 2017) başlıklı ikinci çalışma ise yeryüzüne ilişkin fiziki verileri, jeolojik kronoloji, filogenetik evrim, gezegenler, güneş ve evrenin sonunu gösteren zaman çizelgesi ve Carl Jung’un çizdiği bir mandalayı yan yana getiriyor. Bu baraka yapıları korunaklılığı ve güvenliği temsil ediyor görünebilir, ama tasarımları ve yapıldıkları malzeme, barınağın geçiciliğini ve dayanıksızlığını ortaya seriyor.
***
Liliana Maresca
1994 yılında AIDS nedeniyle hayatını kaybeden Liliana Maresca, tüm heykel ve performanslarını, Arjantin'de diktatörlüğün kuruluşundan devlet şiddetinin nihayet sona erdiği 1983'e kadar süren, devlet terörizmi ve kanlı çatışmaların, faili meçhul cinayet ve kayıpların yaşandığı bir dönemde üretti. Maresca, Recolecta (1990/2017) başlıklı yerleştirmesinde, bir cartonero’dan (yük arabacısı) kiraladığı gerçek bir yük arabası, yine buna benzer, sprey tabancasıyla beyaza boyanmış ikinci bir araba ile bir kaide üzerinde yer alan, pirinç ve gümüşten yapılmış iki küçük yük arabası kullanır. Cartonero figürü, Arjantin'de özellikle 1990’lı yılların başında ve 2001'deki ekonomik krizde öne çıkmıştı. Yeni hükümetin neoliberal politikalarının insanları yoksulluğa sürüklemesiyle birlikte, küçücük paralar kazanabilmek için kâğıt atık toplamaya başlayan insanların kullandığı bu el arabalarına artık her yerde rastlanabiliyordu. Maresca’ya göre bu üç farklı araba, üç farklı aşama olarak da düşünülebilir. Birincisi gerçek, ikincisi formel temsil (beyaz el arabası) ve üçüncüsü neoliberal çağda ironik bir ulusal sembol olarak.
***
Alejandro Almanza Pereda
Alejandro Almanza Pereda, Horror Vacui (Boşluk Korkusu, 2010-17) başlıklı serisinde, İstanbul'da arayıp bulduğu Romantik tarzda yapılmış manzara ve janr resimlerini kullanıyor. Duvarda asılı olan her resmin üzerine, görüntüyü kısmen kapatan, bu yüzden sanki resim duvara değil de duvar resmin üzerine asılıymış izlenimi uyandıran bir beton parçası yapıştırılmış. Daha sonra resmin ve asıl olduğu duvarın üzerine sıvı beton sıçratılmış. Ortaya çıkan manzara, sanki yirminci yüzyıla ait bir küçük burjuva evinin inşaat sırasında kazara berbat olmuş iç kısmı.
Almanza Pereda, beton gibi bir inşaat malzemesini dış alan manzaralarıyla karşı karşıya getirerek insan eliyle gerçekleştirilen inşaatlardaki boşluk doldurma süreçlerine dikkat çekiyor. Enstalasyonda, insanların coğrafyayı kendi isteklerine göre durmadan ve aşındırarak biçimlendirmelerinin karşısına pastoral bir doğa manzarası konuyor. Pereda’nın yapıtı aynı zamanda tarihin üzerinin örtülmesine, değerlerin bir dönemden diğerine aktarılışına ve bir zamanlar tutku uyandıran elle yapılmış resimden bugün büyük maliyetlerle çağdaş, minimal iç mekan "tasarım”larında kullanılan betona kadar -oysa bir zamanlar ucuz olması ve inşaatta sağladığı kolaylık nedeniyle tercih ediliyordu- beğenilerdeki değişimlere işaret ediyor. Belki bu sonuncusu da bir gün unutulup gidecek.
***
Dayanita Singh
"Küratör" sözcüğünün kökündeki "curate” (düzenlemek/sergilemek) Latince cura (ilgilenmek, yetiştirmek) sözcüğünden geliyor: Sanatsal gözetim ve bakım mefhumları ile özen ve koruyuculuk arasındaki bağlantıya işaret eden bir durum. Dayanita Singh, izleyicileri çok defa bir sergi ortamı dahilinde fotografik dokümanları bir araya getirmeye veya yeniden şekillendirmeye davet ederek bu ortak tarihi araştırıyor.
Museum of Shedding (Döküntü Müzesi, 2016) ile Singh bir müzenin hayali bir küratörü için bir mimari alan sunuyor: Sanat üzerine çalışıyor ve sanatla yaşıyor gibi görünen birinin imgesi. Çalışma, özüne indirgenmiş bir müze mefhumunu temsil ediyor: temel nesneler ve mobilya. Odada müze küratörünün masası etiketlenmiş halde ve bank, tabure ve vitrin dolabı gibi temel nesnelerin yanıbaşına yerleştirilmiş. Bu donanımın yani sıra söz konusu müzede bulunan eserler Singh'in evler, oteller ve dini yerler -barınma, nakil ya da bağlılık alanları- gibi mimari mekanlara dair siyah beyaz fotoğrafları. Bazı fotoğraflar geçmiş huzursuzluğu işaret ederken diğerleri soğukkanlı bir şekilde meditatif ve sade. Hiçbirinde insan yok. Singh'in bir vitrin dolabının ızgaralı yapısı vasıtasıyla iletilen görüntüleri sergilemek için art arda sıralama edimi, düzenlemeyi, ilgilenmeyi ya da belgelemeyi tercih ettiğimizde hayata geçen yeniden birbirine karma süreçlerini ortaya çıkarıyor.
***
Sim Chi Yin
Bugün ABD’den Çin'e kadar pek çok ülkede ucuz göçmen işgücü kullanılıyor -yasalarla düzenlenmemiş, sıklıkla sömürüye dayalı ve tehlikeli şartlarda. Pekin'de şehir sakinlerinin bir milyondan fazlasının, kelimenin gerçek anlamıyla yeraltında, yani şehirdeki eski hava saldırısı sığınaklarında yaşayan düşük ücretli göçmen işçiler olduğu tahmin ediliyor. Yeraltındaki bu mekanlar Mao Zedong tarafından Sovyet hava saldırılarından korunmak amacıyla inşa edilmişti; 1990’larda ise ekonomik reformlardan biri olarak kısmen özelleştirildi, yeni inşa edilmiş olan yerüstü konutlara dahil edildi ve düşük bedellerle kiraya verildi. Bugün bu mekanlar şehirdeki bekçi, güvenlik görevlisi, temizlikçi, aşçı, bebek bakıcısı ve şoför gibi bir sınıfa hizmet edip başka bir sınıfa ait olan pek çok kişiye yuva oldu.
Sim Chi Yin'in projesi The Rat Tribe (Suçan Kabilesi, 2011-14), şehirdeki yeraltı mekânlarının üçte birini oluşturan ve sayısı 6 bini bulan bu bodrum ve sığınaklarda barınan göçmenlerin bir portresi. Chi Yin'in beş yıllık bir süre içinde çektiği fotoğraflar, kasıtlı bir ironiyle, ismini Pekin'de yeraltında barınan ve çalıştıkları şehir merkezinin yakınında yaşamak için gün ışığının çok az olduğu ya da hiç olmadığı, minimum konfora sahip bu sıkışık yerlerde kalan toplumsal tabakaya Çin medyasının taktığı küçümseyici ifadeden (“rat tribe /sıçan kabilesi") alıyor.
***
Berlinde De Bruyckere
Evler inşa edilmeden önce ilk göçebe insanlar, ısınmak ve korunmak için vücutlarına hayvan postları veya deri sarıyorlardı. Kuşkusuz giyim ve kumaşlar bugün de hem yapı hem de korunma ve örtünme açısından mimari formlarla yakından bağlantılıdır. Berlinde De Bruyckere, battaniyeleri heykellerinde uzun süredir kullanıyor. Öncelikle ısınmak için kullanılan battaniyeler aynı zamanda kendini gizleme ve saklanma araçlarıdır. De Bruyckere'nin Spreken (Konuşmak, 1999) başlıklı yapıtı, tam da bu bağlantıyı daha öteye taşıyarak insanlar arası iletişim, gizlilik ve birleşme, yakınlık ve konuşmanın dopdolu ve yoğun bir alegorisine dönüştürüyor. İki insan figüründen oluşan heykelde, figürler sanki aralarında fisildaşıyormuş gibi, birbirine dolanmış ya da iyice eğilmiş halde, başlarından aşağı sarkan çiçek desenli bir battaniyenin altında dikilmektedir.
Lee Miller
ABD'li gazeteciler Lee Miller ve David E. Scherman, 1945 yılında bir Almanya gezisine çıktı. Güney Almanya’daki Dachau toplama kampını ziyaret ettikten sonra Münih'e geçerek Adolf Hitler'in dairesinde ve Hitler’in metresi Eva Braun'un yandaki evinde kalabilmeyi başardılar. Tarih 30 Nisan 1945’ti. Nazilerin yenilgiye uğraması yakındı ve daireler Amerikalı askerler tarafından işgal edilmişti. Scherman, zamanında başarılı bir manken olan Miller'in, Hitler'in özel banyosunda sanki banyo yapıyormuş gibi poz verdiği fotoğraflarını çekmesine yardım etti. Ayrıca Miller bu evde objektifiyle, Amerikalı bir askeri samimi ve savunmasız bir anında, tıraş olurken yakaladı. Tarihin ne garip bir cilvesidir ki 30 Nisan 1945'te, Miller'ın Hitler'le dalga geçercesine özel banyosunda fotoğraflar çektirdiği, paspasını botlarıyla kirlettiği gün, Hitler ve Braun Berlin'de intihar ettiler. Telif nedeniyle fotoğraflardan örnekleri burada yayınlayamıyoruz ancak bu seriyi mutlaka görmenizi tavsiye ediyoruz.
Sanatçılar: Monica Bonvicini, Louise Bourgeois, Njideka Akunyili Crosby, Alejandro Almanza Pereda, Berlinde De Bruyckere, Vajiko Chachkhiani, Gözde İlkin, Liliana Maresca, Lee Miller, Aude Pariset, Sim Chi Yin, Dayanita Singh, Tatiana Trouvé, Tsang Kin-Wah, Andra Ursuta, Fred Wilson