"İstanbul'u Yeniden Birleştirmek" ya da Tarihselciliğin Dayanılmaz Hafifliği
E. Seda KAYIM
/ 16 Şubat 2010
The Guardian'ın "mimarlık uzmanı" Jonathan Glancey, BBC için hazırladığı "Doğu İle Batıyı Birleştiren Osmanlı Mimarı" başlıklı makalede, yakın zaman önce ziyaret ettiği İstanbul'u ve Osmanlı mimarlığını, Mimar Sinan'ın Büyükçekmece Köprüsü ile karşılaşmasının yarattığı tarihselci fikirler ve oryantalizm esintili hatıralar aracılığı ile anlamlandırmayı deniyor.
İstanbul'un kuzeyine doğru ilerlerken şehir, hiç bitmeyecekmiş gibi gözüküyor.
Trafiğin hızlıca aktığı altı şeritli yollar için delinip geçilen kudretli Bizans şehir surları arasından ilerlerken, gökyüzü dördüncü sınıf apartman bloklarının bitimsiz bulanıklığı ile kaplanıyor.
Ucuz oteller damlayan klima üniteleri ile kaplanıyor; anonim ticaret merkezleri ağzına kadar dolu otoparkların arkasında konumlanıyor; halı depoları devasa cam pencerelerin arkasında rengarenk görünüyor.
Ve dev vinçler –hepsini saymaya girişemedim bile- bir zamanlar tarlaların ve ormanların olduğu yerlere, dağ eteklerine ve sel havzalarına, gözün alabildiği uzaklığa kadar daha da çok apartman bloğu dikmek üzere betonarme iskeletlerin dikilmesi için çalışıyor.
İnşa etme dönemi hiç bitmeyecek mi? Yoksa Balkanlara, Yunanistan ve İtalya'ya kadar devam mı edecek? Belki de öyle olacak, özellikle de şayet Türkiye Avrupa Birliği'nin bir üyesi olursa… Ve üstelik kim bilir kaç milyonluk nüfusu ile İstanbul'un, dünyanın en hızlı büyüyen şehirlerinden birinin kuzey, güney, doğu ve batıya doğru genişlediği düşünülürse…
Ancak şehrin Atatürk Havalimanı'ndan daha da ileri, Büyükçekmece Gölü'ne doğru ilerlerken düşünmekten kendimi alıkoyamadığım şey, İstanbul'u geçtiğimiz milenyumun yarısı boyunca yöneten Osmanlı İmparatorluğu'nun da bu yöne doğru ilerlediği oluyor.
İstanbul'u Yeniden Birleştirmek
Eğer Kanuni Sultan Süleyman, 16 yüzyıl Osmanlı imparatoru, yolunu açabilseydi, batıya doğru giderken doğrudan Roma'ya –İstanbul'u, ya da Konstantinopel'i yaratan imparatorluğun merkez şehrine- çıkacaktı.
Kendini "Roma'nın tüm ülkelerinin Sezar'ı" olarak adlandıran Süleyman, İstanbul ile Roma'yı yeniden birleştirmeyi düşlemişti.
Bunu fetih ile, Büyükçekmece Gölü üzerinden geçen yoldan ilerleyerek ve mimarı Mimar Sinan'ın tasarlayıp inşa ettiği köprüden geçerek yapacaktı.
Aslına bakarsanız ordular İtalya'ya ayak da basmışlardı; ancak hiçbir zaman Roma'ya kadar ulaşamadılar.
Son senelerde bu nefis köprü, modern trafik için çok dar olmasından ötürü pas geçildi. Yalnız bir turist eğlenceliği olan, iddialı bir türban taşıyan çizgi-film stilinde bir Sinan heykelinin eşlik ettiği köprü, perişan görünümlü bir kamusal parktan başlıyor ve kuzeye doğru görünüşü kapatan bir diğer beton manzarasında sonlanıyor.
Bu, Süleyman'ın Macaristan'ı fethetmek üzere çıktığı son askeri macerasına adım attığı sırada yükseldiğini gördüğü köprüydü. Mücadelede öldüğü için de tamamlandığını göremedi.
Aynı şekilde Antik Roma İmparatorluğu ile Yeni Roma'sı, yani Osmanlı İstanbul'u arasında doğrudan bir bağlantı da kurmayı başaramadı.
1566 yılındaki ölümünün ardından imparatorluk, uzun soluklu ve şiddetli bir duraklamaya girdi.
Ama Süleyman'ın bıraktığı bir miras var ise o, mimarı Sinan'ın bıraktığı miras oldu.
Etkili Sanat
Sinan yüz yaşına kadar yaşadı; camiler, medreseler, köprüler ve su kemerleri için yüzlerce tasarım gerçekleştirdi.
İtalyan mimarlar arasındaki en etkili iki isim, Michelangelo ve Andrea Palladio'nun çağdaşı, Batı'da az bilinir. Ne var ki Sinan, sadece dünyanın en incelikli yapılarını –kim İstanbul'daki Süleymaniye Cami veya Edirne'deki Selimiye Cami seçimlerini sorgulayabilir?-şekillendirmekle kalmamış, işleri aynı zamanda İtalyan Rönesans'ının en hırslı iki mimarına etki etmiştir; aynen onlarınki onu etkilediği gibi…
İstanbul'a yaptığım son gezi sırasında daha net şekilde anladığım şey, bu ilişkinin ne kadar da gerçekçi olduğu oldu.
İstanbul Batı ile dini inanışlar bazında veya politik olarak birleşmemişse de, mimarlık üzerinden kültürel olarak birleşmiştir.
Michelangelo'nun Roma'daki St. Peter'in üzerinde yükselen kubbesi, hiç şüphesiz Sinan'ın İstanbul'daki cesur camileri üzerinde yükselenlerden ilham almıştır.
Aynı şekilde Sinan'ın, İtalyanlara ait çizimleri görmüş olması da muhtemel gözükür.
Palladio'nun iş vereni Marcantonio Barbaro, altı yıl boyunca İstanbul'da Venedik büyükelçiliği yapmıştır.
Kesinlikle Sinan ve Palladio arasında bir benzerlik bulmuştur?
Ne zaman Venedik'e gitsem ve Palladio'nun yüce kiliseleri St Giorgio Maggiore ve Il Redentore'ye taze bir bakış atsam, eminim ki onların tasarımlarında Akdeniz'in doğusundan –İstanbul'dan- bir şeyler görüyorum ya da hissediyorum.
Osmanlı arşivlerinin belgelenmemiş bir yerlerinde araştırmacılar, hala İtalya ve İstanbul'un muhteşem mimarları arasında geçen karşılıklı bir yazışmaya rastlayabilir ve İtalyanlar ile Süleyman'ın Rönesans'ı arasındaki, yeni ile eski Roma arasındaki ilişkiyi doğrulayabilirler.
Modern İstanbul'un çaresiz dağılma ve yayılması, bugünün şehrini bir şekilde Sinan ve Süleyman'ın 500 sene önceki şehrine kıyasla Roma'dan, Batı'dan ve Avrupa Birliği'nden geride bırakıyor.
Bu düşüncelerle Büyükçekmece Gölü üzerindeki ıssız köprü üzerinde durduğum sırada çaprazımdaki yolun, bir tür yeni zafere veya Batı Avrupa'daki modern Türk yaratılarına değil de, diğer bir mimarlıktan nasibini almamış konut sitesinin boş yüzlü, tamamen masif duvarlarına uzanıyor olması, üzücü gözüktü.
Bu metin, BBC'de yayımlanan Jonathan Glancey'ye ait "Doğu ile Batı'yı Birleştiren Osmanlı Mimarı" başlıklı makaleden Türkçe'ye çevirilmiştir.
Bu Haberi Sosyal Medyada Paylaşın
Yorumlar
Bu İçeriğe Yorum Yazın