Claude Monet ve Giverny Bahçesi
Giverny'yi Ararken
Monet doğayı ve şehrin karmaşasından uzak, bozulmamış manzaraları seviyordu. Maddi olanakları elverdiğinde Paris'i terk ederek trenle kolaylıkla ulaşılabilen Seine vadisine yerleşmeye karar verdi. Hayatının büyük kısmını burada geçirdi, yaşadığı yerleri ve son olarak da Giverny'yi resmetti.
Giverny'yi keşfetmeden önce, 1871-1878 arasında Paris yakınlarındaki Argenteuil'de oturdu. Camille ve oğlu Jean, ünlü Argenteuil Yakınlarında Yürüyüş adlı tablosu için, civardaki çiçek dolu çayırlarda ona modellik yaptı. Fazla uzak olmayan Île de la Grande Jatte adası ise Dalların Arasından İlkbahar'a esin kaynağı oldu. Monet çok geçmeden, başkente yaklaşık 70 km uzaklıktaki Vétheuil'e taşındı. Paris'e bir daha dönmeyen sanatçı, Poissy'de geçirdiği kısa bir dönemin ardından, 1926'daki ölümüne kadar yuvası olacak Giverny köyüne taşındı ve Seine nehrinin çevresini resmetmeye başladı.
Normandiya ve Ötesi
Monet, Giverny'ye geldiğinde, ne Le Pressoir'daki ev, ne de bahçesi zevkine göreydi. Evin dekorasyonu, eski meyve bahçesinin, yani Clos Normand'ın bir çiçek bahçesine dönüştürülmesi ve daha sonra buraya bir su bahçesinin eklenmesi, 1883-1897 arasındaki 15 yılını aldı. Monet bu süre zarfında evinde hiç resim yapmadı. Şövalesini alarak, konu arayışı içinde daha uzaklara gidiyordu.
Monet, İtalya, İngiltere ve Norveç'te bir süre kaldı. Fransa, Riviera, Brötanya ve Creuse bölgesinde resim yaptı, her defasında birkaç düzine tuvalle eve döndü. Normandiya, Le Havre bölgesinde büyüyen Monet için özeldi; gençlik yıllarının manzaralarına dönmekten büyük keyif alırdı. Sanat hayatına burada başladı; 1873'te İzlenim, Gündoğumu (Paris, Marmottan Monet Müzesi) adıyla bilinen tabloda, Le Havre Limanını resmetti. Bu sergide yer alan Yelkenli, Akşam Etkisi (1885) tablosunu da burada yaptı. Pourville'deki kumsalın yanı sıra falezler ile Porte d'Amont, 1885-1896 dönemi eserlerinde tekrarlanan temalar oldu. Monet yıllar sonra 77 yaşındayken, Giverny'den neredeyse hiç ayrılmama alışkanlığını terk ederek Honfleur Limanında Tekneler'i ölümsüzleştirdi.
'Dalların Arasından Bahar', 1878. Tuval üzerine yağlıboya, 52 x 63 cm.
Victorine Donop de Monchy bağışı, Marmottan Monet Müzesi, Paris (Env. 4018)
Çiçeklerin İhtişamı: Ressam ve Bahçıvan
Monet'nin çiçek tutkusu ömrü boyunca devam etti. Çiçeklerle sarılı bir hayat sürdü, onları resmetti. Henüz genç bir ressamken, ailesinin Sainte-Adresse'teki taraçasında yetişen çiçeklerin resmini yapmıştı. Seine vadisinin kır çiçekleri, özellikle Argenteuil Yakınlarında Yürüyüş'teki tarla dolusu kır çiçekleri ve Giverny'deki süsenler, 1870 ve 1880'lerde başyapıtlarının pastoral ortamını oluşturdu. 1883'te Giverny'deki bahçesine diktiği gelincik, krizantem, ayçiçeği, beyaz ve sarı papatya, zambak ve sarı zambaklar; ünlü sanat simsarı Paul Durand-Ruel'in yemek odasının duvarlarını süslemek için yaptığı 36 natürmortun temasını oluşturdu. Monet, 1890'lardan itibaren, 8 bahçıvandan oluşan bir ekibin baktığı bahçesini daha da güzelleştirmek, nadide çiçekler satın almak için hatırı sayılır bir para harcadı.
Nilüferli göletin kenarlarında, salkımsöğütlerin gölgesi altında Japon şakayıkları, su süsenleri, nilzambakları ile sarı zambaklar yetişiyordu; Monet bunları da resmetti. Japon köprüsünü taçlandıran beyaz ve morsalkımlar, büyük ustanın yapıtları arasında eşşiz bir yer teşkil eden, bir metreye üç metre boyutlarındaki devasa tuvallere esin kaynağı oldu.
Monet, ressam olmasına belki de çiçeklerin sebep olduğunu söylemişti. Tutkulu bir bahçıvandı; mali sıkıntıda olduğu zamanlarda bile bahçesinin çiçeklerle dolu ve bakımlı olmasına özen gösterirdi. Monet'nin bahçesi, birbiriyle hem çelişen hem de birbirini bütünleyen özelliklere sahip iki bölümden oluşuyordu. Evin önündeki Clos Normand ve yolun diğer tarafındaki Japon esintili su bahçesi.
Clos Normand
Monet ve ailesi 1883'te Giverny'ye yerleştiğinde, evden yola doğru giden hafif eğimli yolda, etrafı yüksek taş duvarlarla çevrili bir bağ bulunuyordu. Bağı ikiye ayıran çam ağaçlarını kestiren Monet, karısı Alice'i mutlu etmek için evin yakınındaki iki ağaca dokunmadı. Sanatçı, Clos Normand ve etrafındaki 1 hektarlık alanda, simetrik ve renk dolu bir bahçe yarattı. Bahçe, farklı boylardaki çiçek kümelerinin oluşturduğu hacimli çiçek tarlalarına bölünmüştü. Meyve ağaçları, sarmaşık gülleri, gülhatmi ve yılda bir kez açan çiçek kümelerinin bulunduğu bahçede, Monet, papatya ve gelincik gibi basit çiçekleri, nadir bulunan çiçek çeşitleriyle karıştırdı. Çiçek bahçesinin düzeni geleneksel Batı tarzındaydı, su bahçesi ise Doğu özelliklerini taşıyordu.
Bahçenin ana yolu sarmaşık güllerin sardığı demirden kemerlerle kaplıydı. Diğer gül ağaçları evin yanındaki korkulukları kapatıyordu. Yaz sonu, güngüzeli çiçekleri ana yoldaki toprağı adeta istila ediyordu.
Sanatçı, birçok yerli çiçek cinsini; Güney Afrika kökenli agapanthus, mavi zambak, Avrasya'dan getirilmiş gün güzeli, sarı zambak, Japonya'dan getirilmiş bazı nilüferler gibi egzotik cinslerle bir arada yetiştirdi. Mavi zambak, Monet'nin en sevdiği çiçeklerden biriydi. Tablolarında bu çiçeğin mavisini, göletin ve göğün mavisiyle ustalıkla eşleştirdi.
Claude Monet, düzenli veya doğal görünmeyen bahçeleri sevmezdi. Çiçekleri renklerine göre seçer ve bahçede özgürce büyümelerini sağlardı. Clemenceau ve Caillebotte gibi arkadaşlarıyla çiçek değiştokuşu yapan Monet, yıllar geçtikçe botanik konusuna tutkuyla bağlandı. Her zaman nadir bulunan türleri arayan ve "Bütün param bahçeme gidiyor." diyen Monet, çok yüksek fiyatlar ödeyerek fidan satın almanın, onda büyük sevinç yarattığını da söylüyordu.
Su Bahçesi
Su bitkileriyle dolu bir gölet yapma fikri, Monet'nin aklına Paris 1889 Dünya Sergisi'ni gezdikten sonra geldi. Monet, 1893'te Giverny'deki mülkünün bir ucuna bir su bahçesi yaptı. Bu fikri, 1889 Dünya Sergisi'nde Eyfel Kulesi'nin altında gerçekleştirilen düzenlemeden almış olması muhtemeldir. Burada, bahçecilik uzmanı Joseph Bory Latour-Marliac, yerel bir çiçek olan beyaz zambağı egzotik türlerle melezleyerek elde ettiği renkli nilüfer çeşitlerini sergilemişti. Bahçeciliğe ve yeni çiçek türlerine tutkun olan Monet, kendi göleti için Latour-Marliac'tan lotus çiçekleri, 1894'te sarı ve pembe nilüferler, daha sonra 1904 ve 1908'de kırmızı-pembe nilüferler sipariş etti.
Monet, gölete su doldurmak amacıyla, Epte ırmağının bir kolunu bahçesinden geçirmek istiyordu. Yerel yetkililerden izin alarak hem gölet ve su bitkileri, hem de bir köprü projesi üzerinde çalışmaya başladı. 1901'de göleti genişletmek için bir arazi daha satın aldı. 1910'daki sel felaketinden sonra yine genişleyen gölet son haline geldi.
Su bahçesi, asimetriler ve kıvrımlarla doluydu. Monet'nin koleskiyonunu yaptığı Japon ağaç baskılarında da bulunan Japon bahçelerinden esinlenilerek tasarlanmıştı. Bahçede, salkımlarla kaplı ünlü Japon köprüsü, daha küçük köprüler, salkımsöğütler, bir bambu ve hepsinden öte yaz boyunca çiçek açan ünlü nilüferler bulunuyordu.
Japon Köprüsü
Japon köprüsü, Monet tarafından yerel bir ustaya yaptırıldı. Monet'nin diktiği salkımlarla kaplanmış olan köprü, ressamın öznelerini doğada şekillendirme konusundaki özenini gösteriyordu. Sanatçı, hem resmine konu edeceği özneyi hazırlayıp hem de resmin kendisini yaparak, iki kere eser ortaya çıkarmasıyla farklılaştı. Halkın ziyaretine açılan bahçenin restore edildiği yıllarda kurtarılamayacak kadar zarar görmüş olan köprü, bir şirket tarafından yeniden inşa edildi.
'Japon Köprüsü', 1918. Tuval üzerine yağlıboya, 100 x 200 cm.
Michel Monet bağışı, Marmottan Monet Müzesi, Paris (Env. 5077)
Monet istediği peyzajı ancak 10 yılda oluşturabildi; rengârenk nilüferlerin yüzdüğü, üzerinde Japon tarzı ahşap köprü uzanan bir gölet... Monet 1897'de, kendisi için başlı başına bir önemi bulunan su bahçesini resmetti. 1903-1907 arasında ise bu yüzen dünyanın birkaç seri resmini yaptı. İlk seri hâlâ gerçekçiydi; çevresindeki bütün bitkilerin yansımalarıyla dolu olan göletin mavi sularında, çiçek adacıkları betimlenmişti. Işığın su üzerindeki etkilerine yoğunlaşan diğer tablolar daha radikal ve ağırbaşlıydı. Işığın etkisi Monet'yi her zaman büyülemişti; Port-Villez'de yaptığı tablolar bu temanın ipuçlarını veriyordu.
Grandes Décorations
Su bahçesi 1914'te Monet'nin tek resim konusuydu. Artık 75 yaşına gelmiş olan ressam zoru başararak şövalesini bir yana bırakıp yalnızca büyük boyutlu işlere girişti. Bu, uzun bir süredir düşlediği projeydi: Nilüfer göletinin atmosferini yansıtacak büyük duvar tabloları...
Orangerie Müzesi'ndeki Nilüferler olarak tanıdığımız Grandes Décorations'un bazı bölümleri, I. Dünya Savaşı'nın sona erişini kutlamak üzere Fransız devletine bağışlandı. Diğerleri stüdyoda kaldı. Bazıları ressam vefat ettikten sonra satıldı, diğerleri Marmottan Müzesi'nin koleksiyonuna girdi.
Bu eserler İzlenimciliğin ötesindedir; hayatının sonbaharında kendisini 20. yüzyıl modernizminin öncülerinden biri olarak kabul ettiren Monet'nin ileri görüşlülüğünü gösterir. Büyük üstat, bakış açısının özgünlüğü, kompozisyonu ve fırçasının özgür dokunuşları sayesinde, küçücük bir buket nilüferle uçsuz bucaksız bir göl hissi oluşturmayı başarır. Uzakdoğu filozoflarını hatırlatan yaklaşımı, tek bir gerçekliğin ifadesi olduklarını işaret edercesine, zıtları; küçüğü ve büyüğü, bütünü ve ayrıntıyı, anlaşılabilir olanı ve olmayanı bir araya getirir.
Bahçede Son Tablolar
Monet, 3 seri oluşturan son resimlerini 1918-1924 arasında yaptı. İki serinin teması bugün ünlü olan Japon köprüsü ve salkımsöğütlerdi. Diğeri ise daha az tanınan, ressamın eviyle nilüferli gölet arasında uzanan çiçek bahçesi Clos Normand'a aitti. Monet, vefatından kısa bir süre önce şövalesini son bir kez bahçesindeki çiçekli çalıların ortasına kurdu; kemerlere sarılmış güllerin arasından evini resmetmek istiyordu. Bu kemerli çardağı kapatan gülleri de Güllü Yol adlı bağımsız tablolarda ölümsüzleştirdi.
Sanatçının gözleri, bu resimleri yaptığı sırada iyice bozulmuştu. Kataraktın yanı sıra ksantopsi hastalığı, hem görüşünün bulanıklaşmasına, hem de her şeyi sarımsı görmesine yol açıyordu. Bu çifte bozukluk, onun sadece yeşiller, sarılar ve kahverengilerden oluşan bir paletle, motifin anlaşılmasını güçleştirecek kadar dağılmış formlardan oluşan, eşi görülmedik resim tarzını kısmen de olsa açıklar. Hatta Japon köprüsü ve güllü yol örneklerinde, motifleri birbirinden ayırmak zordur. Üç kornea ameliyatından sonra 1924'te görme yetisini tekrar kazandığında Monet bu resimlere elbette şaşırmıştı, ama onları gördüklerine sadık kalarak yaptığı için memnun da olmuştu. Genellikle hoşuna gitmeyen çalışmalarını yok eden ressamın koruduğu bu eşsiz eser serisi, 20. yüzyılın ikinci yarısında soyut ressamlara esin kaynağı oldu.