"'Şimdi' Üzerine Çalışırsak, Gelecek İçin Geleneğimizi Yerine Koyma Şansımız Olabilir"
E. Seda KAYIM
/ 07 Nisan 2009
Geçtiğimiz hafta Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi ve Yapı-Endüstri Merkezi'nin davetlisi olarak bir konferans veren Kengo Kuma ile, İstanbul ziyaretinin hemen öncesinde çevrimiçi bir söyleşi gerçekleştirdik. Mimarlık pratiğinin yaslandığı teorik ve eleştirel zemine yönelik bir dizi soru yönelttiğimiz Kuma ile gelenek, teknoloji, kültür, Taut ve Mies gibi çok sayıda kavram ve figüre değmeye çalıştık.
İşte o söyleşi:
Tasarım süreci sırasında gelenek ve teknoloji arasında güçlü bir ilişki kuruyorsunuz. Aynı zamanda 20'inci yüzyılın mimarlığının, daha ziyade ekolojik olan geleneksel Japon mimarlığının tersine, teknolojiye odaklandığını belirtiyorsunuz. Sizin mimarlığının için teknoloji ve gelenek arasındaki bu sinerjinin neden büyük önem taşıdığını aktarabilir misiniz?
Geleneksel Japon mimarlığı, ülkenin karşı karşıya olduğu olumsuz bir ortamda işlendi, beslendi. Tarım topraklarının yüzde bazında azalması, yetersiz doğal kaynaklar vb. böylesi bir durum yaratmıştı. Böylesi bir ortamı 21'inci yüzyılda dünyanın geri kalanında da gözlemliyoruz. Ancak bugünün dünyası yalnızca eski geleneksel metodlarla kurtuluşa gidemez. Bu nedenle, çevresel sorunların üstesinden gelmek için gelenek, son model teknoloji ile bir araya getirilmelidir.
İki "mimarlık kahramanınız" olduğunu söylüyorsunuz: Frank Lloyd Wright ve Bruno Taut. Ancak Bruno Taut, geleneksel Japon mimarlığında, özellikle de Ise Tapınağı ve katsurada modern ögelerin arayışında olduğu için bir meslektaşınız, Kisho Kurokawa tarafından ağır eleştirilere tabi tutulur. Kurokawa bu yaklaşım yüzünden Taut'u, rasyonalizm ve dualizm üzerine kurulu modernist düşünceyi Japon yaşam stillerine entegre etmekle "suçlar". Taut hakkındaki bu eleştiriye cevabınız ne olurdu ve neden Taut'un pozisyonu sizin için ilham verici?
Taut Japon kültürüne değer veriyordu; ve bu salt moderniteden kurulan bakış açısıyla değildi. Taut Le Corbusier ve Mies van der Rohe gibi zamanın modernistlerine karşı eleştirel bir duruşa sahipti ve bu nedenle, sonradan çok büyük ölçüde değerlendirdiği Japon kültürü ve mimarlığını öğrenmeye iştahla yaklaşıyordu. Onun Japonya'da edindiği deneyim ve bilgi ile modernizmin ötesine geçmeye çabaladığını görüyoruz.
"Nesneye Karşı" manifestonuzda "yeri iyileştirme" gibi bir hedefiniz olduğunu dile getiriyorsunuz. Yerin "doğa ve zamanın sonucu" olduğu şeklindeki tespitinizden yola çıkarsak, açıkça zaman-mekan korelasyonu teorisine yakın durduğunuz söylenebilir. Fakat o halükarda neden "yer" zarar görmüş ya da tekinsizleşmiştir ki "kurtarılması" veya "iyileştirilmesi" gereksin? "Yer"i zehirleyen zaman mıdır? Ya da bu bağlamda bir nesnenin çevresinden koparılması nasıl mümkün olur?
Yaşayan canlılar olarak insanoğlu "yer" olmadan var olamaz. Bu tüm canlı varlıkların kaderidir. Yer ve uzamı bütünleştiren, yer ile canlı varlıklar arasındaki ilişkiyi güçlendiren, zamandan başka bir şey değildir. Nesneler böylesi bir yaklaşımla ele alındıklarında çevreleri ile bütünsellik sağlayabilirler.
Amacınızı şöyle açıklıyorsunuz: "Geleneksel Japon yapılarını iyileştirmek ve onları 21'inci yüzyıl için yeniden yorumlamak." Oysa Bhabha'cı bir bakış açısı ile söylenebilir ki, hiçbir gelenek modernite ile olağan karşılaşmalar sırasında dışlama, kesinti veya kayba maruz kalmaz; yalnızca dönüşür. Sözünü ettiğiniz "gelenekseli iyileştirme" ihtiyacı, "Batı" modernitesi ile karşılaşmaların gündeme getirdiği bir şey mi? Japon kültürünün çağdaş durumunu "defolu" ya da "talihsiz" olarak mı değerlendiriyorsunuz?
Japon geleneği söz konusunda olduğunda "Batı" kültürleri ile karşılaşmalar, getirdiği tamamen yeni ve farklı malzeme –beton- bakımından pek çok kent için zarar vericiydi. Japonya'nın geleneksel mimarlığını tamamen yıkıma uğrattı. Ne var ki "şimdi" bunun üzerine çalışırsak, gelecek için geleneğimizi yerine koyma şansımız olabilir.
Mimarlığınızı güncel sürdürülebilir tasarım kosenptleri ve ekolojik düşünceye ne denli yakın veya ilişkili buluyorsunuz?
Şayet birisi "sürdürülebilir tasarım"ı matematik ve hesap-kitaptan türemiş bire şey olarak görüyorsa, bunun benim mimarlığım ile uzaktan yakından ilişkisi olamaz. Benim "sürdürülebilir" olarak nitelendirdiğim, insan bedenlerinin mimarlığın sürdürülebilir olup olmadığını sezgisel olarak algılamalarına bağlı.
Mimarlığınızın kaçınma yollarını aradığı "objectification" kavramı, İngilizce'de iki anlama geliyor: Nesnelleştirmek ve nesneleştirmek. Bu her iki anlam seti de sizin kavramsallaştırmanıza cevap veriyor mu?
Evet, ikisi de anlamlı ve doğru. Karşı çıktığım "nesneleştirme", tasarlama ve mimarlığı yerleştirme pratiğimdeki dikkate tekabül ediyor; "nesnelleşmek" ise insan deneyimlerine verdiğim değere...
Mevcut ekonomik krizin, kentlerde dikkati yoğunlaştırma ve yaratıcılık için bir fırsat olduğunu düşünüyor musunuz?
Resesyon mimarlığı yaratmada bize zaman tanırsa, kentler sükunet ve özgünlük taşıyacaktır.
İlişkili Haberler
Bu Haberi Sosyal Medyada Paylaşın
Yorumlar
Bu İçeriğe Yorum Yazın