Üretimlerimde sıklıkla doğa ve kentsel mekân arasındaki ilişkiyi, bu ilişkinin tarihsel ve kültürel boyutlarını araştıran Mamut Art Project sanatçılarından Mimar, Sanatçı Emre Taş ile bir söyleşi gerçekleştirdik.
Türkiye'nin dört bir yanından gelen bağımsız yetenekleri sanat profesyonelleri ile buluşturan Mamut Art Project'in 11. Edisyonu, 22 - 26 Mayıs 2024 tarihleri arasında Yapı Kredi bomontiada'da gerçekleşti. Türkiye’nin farklı yerlerinden katılan 41 sanatçının eserlerinin sergilendiği Mamut Art Project, sanatçılarına süresiz danışmanlık sağlarken kendilerini tanıtma fırsatı da sunuyor.
Bu sanatçılar arasında; “mimarlık”ı yapı sektörü içindeki işlevinden çok daha geniş kapsamda düşünmeye ihtiyacımız olduğuna inanan ve üretimlerini de bu yönde devam eden Mimar, Sanatçı Emre Taş ile mimarlık, sanat ve tasarım pratiği üzerine bir söyleşi gerçekleştirdik.
Kendinizden biraz bahseder misiniz?
Merhaba, Ben Emre, 28 yaşındayım, bir mimarım. Tasarımı bir araştırma metodu olarak benimsediğim işlerimde mekanın anlatısal karakteri ile ilgileniyorum. Videoyu, fotoğrafı, algoritmaları ve güncel teknolojik görselleştirme uygulamalarını mekan üretiminin genel geçer temsil yöntemlerinin ötesine uzanan deneysel yolları aramak için kullanıyorum.
2020’de Üstün Başarı Ödülü ile Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Mimarlık Bölümü’nden mezun oldunuz. Nasıl bir öğrenciydiniz, aldığınız eğitimin şu ana kadar nasıl karşılığını gördünüz?
Konvansiyonel bir mimarlık eğitimi aldığımı düşünmüyorum. Aksine “mekan”ın diğer düşünce alanları ile ilişkisine odaklanan oldukça deneysel ve zengin bir ekole ait olduğumu hissediyorum. Tasarım stüdyolarından, kuram derslerine ve gönüllü öğrenci topluluğu faaliyetlerime kadar her boyutundan büyük keyif aldığım ve iyi hatırladığım bir öğrencilik dönemi geçidim. Özellikle bu kurum içerisinde Levent Şentürk gibi bir isimden ders almanın benim için önemli bir şans olduğunu düşünüyorum.
Elbette mimarlık eğitimi bana, mekan ve onun ilişkili olduğu kreatif alanlara dair eleştirel bir perspektif kazandırdı. Tüm işlerimi bu perspektife dayanarak üretiyorum.
Profesyonel olarak mimarlık üretimleriniz nasıl başladı, devam ediyor mu?
Sanıyorum, bu üretimler öğrencilik yıllarımda takip ettiğim ve katılmaya özen gösterdiğim mimari yarışmalar yoluyla oldu. Mezuniyetim sonrasında bilinen mimari ekipler içerisinde de yer alarak profesyonel bağlamda mimarlık yapmaya devam ettim. Fakat “mimarlık”ı yapı sektörü içindeki işlevinden çok daha geniş kapsamda düşünmeye ihtiyacımız olduğuna inanıyorum. İçinde yaşadığımız yapılı çevrenin niteliğinin sanılanın aksine, daha çok, inşa etme kültürümüzün düşünsel boyutları ile ilgili olduğuna inanıyorum. Bir edebi metni strüktüre etmek, varolmayan bir yaşam biçiminin kurgulamak ya da bir dijital deneyimi inşa etmek her şeyden daha mimari olabilir.
Sanatsal üretimlere geçişiniz nasıl oldu?
Az önce bahsettiğim perspektiften okunduğunda aslında mekan düşüncesinin halihazırda sanatsal üretime içkin olduğunu düşünüyorum. Fakat sanıyorum bu 2020 yılında Levent Şentürk’ün yürütücülüğünü yaptığı Potansiyel Mimarlık İşliği’nde “patafizik” kavramı ile tanıştığımda benim için daha belirgin oldu. Alfred Jarry’nin icat ettiği bu kavram bir hayali çözümler için hayali bir bilimi olarak tanımlanıyor. Özünde modern bilimin ve onun mutlak akılcılığının kuvvetli bir eleştirisi. Patafizik kavramından yola çıkarak, Termal Anomaliler Arşivi isimli bitirme projemde; mekan üretimi için kuralcı, akla ve mantığa dayalı üretim yöntemlerinin yerini deneysel ve risk almaya dayalı, oyuncul düşünme biçimlerinin aldığı şiirsel bir dil geliştirmiştim. Bu proje hemen sonrasında bir Archiprix ödülü aldı ve İstanbul Tasarım Bienali'nin Hollanda konsolosluğu işbirliğinde düzenlediği “Geleceği Tasarlamak” isimli rezidans programına seçilmeme ön ayak oldu. Tam olarak bu noktada mimarlığın şiirsel karakteri ile ilgili dahaca söylemek istediklerim olduğuna karar verdim. Sanatsal üretimlere geçişim bu şekilde oldu.
Mimarlık ve sanatsal üretimleriniz birbirini nasıl besliyor?
Birbirlerinden doğrudan besleniyorlar. Hatta bunları ayrıştırmakta zorlandığımı belirtmeliyim.
Su, Kent ve Mit’in hikayesi nasıl başladı? 11. edisyonu gerçekleşen Mamut Art Project’te sergilediğiniz işin temelini nasıl oluşturdu?
“Su, Kent ve Mit” işim, 2020 yılında mekân ve kent üzerine araştırmalara alan açan bağımsız bir akademi olan AURA İstanbul'daki araştırma sürecime dayanıyor. Yalova'da sıcak su kaynaklarının yer aldığı antik bir yerleşimi incelediğim bu araştırma projesinde, vadideki yaşamın nasıl başladığına dair ilginç bir referansı bulunan bir ejderha öyküsü ile karşılaştım. MÖ 2000'li yıllarda bölgede yaşayan pagan topluluklardan köken alan efsaneye göre, vadideki şifalı sıcak sular, Geryones isimli tehlikeli bir ejderin himayesinde ortaya çıkıyormuş. Şifalı sayılarak kutsal kabul edilen bu suya erişmek için bir suikast planı yapan vadi halkı, ejderhayı bugün hamamın yerleştiği açıklıkta öldürmüş. Tam bu noktaya vadi halkının kullanımı için büyük bir hamam inşa edilmiş. Elbette ejder suyun (doğanın) ve onun ele geçirilemezliğinin bir temsiliydi. Mimarinin kendisi de insanın suyu elde etme arzusunun (doğayı alt etme arzusunun) bir aracı olarak işlemişti. Günümüzde akılcı ve kartezyen temellere dayandırılan inşa etme kültürümüzün aslında son derece akışkan mitik kökenlere sahip olduğunu görmek benim için oldukça ilham vericiydi. Mamut Art’ın 11. Edisyonunda “Su, Kent ve Mit” ismiyle sergilenen enstalasyon ile mekan olgusuna su odaklı “eğri” bir bakış getirmeyi öneriyorum. Kolektif belleğin verilerinden yola çıkarak mimarinin bir anlatısal araç olarak nasıl işlediğine ve insanın mekânla olan akıl dışı ilişkisine dair sorular yöneltmeyi amaçlıyorum.
Peki izleyicide hangi duygularının su üstüne çıkmasını hedefliyorsunuz?
İzleyicilerin enstalasyonumla karşılaştıklarında, öncelikle mekanın ve suyun sembolik ve fiziksel anlamları üzerine düşünmelerini hedefliyorum. Su, kentlerde çoğunlukla yönetilmeye çalışılan, kontrol altına alınan bir unsur olarak karşımıza çıkar. Fakat bu girişim seller, taşkınlar ve tsunami gibi doğa olayları tarafından çoğunlukla boşa çıkarılır ve su her seferinde bir tür ulaşılmaz olarak konumlanmayı başarır. Sonuçta kaplumbağa ile yarışa giren Akhilleus hiçbir zaman onu yakalayamaz ya da Sisifos zirveye her ulaştığında kaya elinden kaçıp gider. Su kentler için daima arzulanan bir ele geçirilemez olarak konumlandığını ve bir tür bilinmezliği, insan yapısı dışındaki olanaksızlığı, ulaşılmazlığı tanımladığını düşünüyorum.
Genel olarak üretimlerinizde beslendiğiniz konular nelerdir?
Üretimlerimde sıklıkla doğa ve kentsel mekân arasındaki ilişkiyi, bu ilişkinin tarihsel ve kültürel boyutlarını araştırıyorum. Özellikle su, çalışmalarımda önemli bir yer tutuyor. Su, sadece fiziksel bir element olmanın ötesinde, mekânsal ve kültürel anlamlar taşıyan, mitler ve anlatılarla zenginleşmiş bir metafor olarak işlev görüyor. Bunun yanı sıra, kolektif bilinç, mimari yapılar ve insanların mekânla olan akıldışı ilişkilerini keşfetmek de önemli bir ilham kaynağı. Alfred Jarry’nin “patafizik” kavramı dışında; Foucault'nun panoptikon ve akılsallık kavramları, Valéry'nin yapma edimi üzerine düşünceleri ve Žižek'in 'yamuk bakış' teorisi gibi düşünsel çerçeveler, çalışmalarımda sıkça başvurduğum kaynaklar arasında. Bu teorik arka plan, mimari mekanın sadece işlevsel değil, aynı zamanda anlatısal ve duygusal birer alan olarak ele alınmasına olanak tanıyor. üretimlerimde, bu çok katmanlı bakış açısını izleyiciye aktarmaya çalışıyorum.
Yazarlık çalışmalarınızdan da bahseder misiniz?
2018 yılından bugüne Tülay Haspulat ile birlikte üzerine çalışmalar yürüttüğümüz “Matris” isimli sanat inisiyatifi içinde istisnai bir gelecek için kurgusal yaşam örüntülerini hayal ettiğim deneysel bilim kurgu öyküleri yazıyorum. Bilinmez bir geleceğe dair anlatılar üretmeye yarayan bu kavramsal ve deneysel bir sanat projesi içinde, “Oulipo”culardan ilhamla yazı yazmak için oyuncul kurallar icat ediyor; oluşturduğumuz anlatıların geçtiği kurgusal evrenleri tasarlıyor, teknolojik sanat enstalasyonlarına dönüştürüyoruz.
Hedefleriniz ya da gelecek planlarınız neler?
Yakında yüksek lisans eğitimim için yurtdışına taşınacağım. Sonrasında da akademik çalışmalarıma devam etmek; mekan ve anlatı ilişkisine odaklanan deneysel bir sanat ve tasarım pratiği geliştirmek istiyorum.