Kaybid, Şehri "Sessiz ve Vahşi" Adımlarla İstila Ediyor!

Dilek Hüzmeli / 24 Haziran 2019
Kent şamatalı bir yer… Aynı zamanda tekdüze… Ve oradan oraya koşturan bizleri bir süredir gafil avlayarak vahşi hayvanlarla karşılaştıran ve aniden kendi oyununa davet eden biri var: Sanatçı Kaybid.

Kaybid’; resim eğitimi almış sanatçının kendine dert edindiği ve sorduğu sorulara paralel olarak, uzun bir düşünme ve planlama süreci sonrası ürettiği bir isim. Sanatçının sık sık vurguladığı ‘Değer’ kelimesinden oluşturduğu bu isim, aslında kaybettiğimiz “değer”leri bize fısıldıyor.

‘Değer’lerin farkına varabilmek; hayata dokunabildiğimiz, merak ettiğimiz, merakımızın peşinden gidebildiğimiz ve günlük hayatın kanıksanmış çerçevelerinden çıkabildiğimiz ölçüde mümkün gibi görünüyor. Yaşadığımız gezegeni, diğer canlı dostlarımızı sıradan kaygılarla belki kendimizi de unuttuğumuz bu koşuşturmanın içinde, sokak gibi hareketli kamusal alanlarda karşılaştığımız ve bizimle yürüyen küçük kutup ayıları, filler, goriller ve gergedan kaybid’lerle yeniden hatırlıyoruz.

Metropol ile aynı yerde düşünemediğimiz bu vahşi hayvanların göç hikayesini öğrenmek için sanatçı Kaybid ile bir röportaj gerçekleştirdik.

Minik hayvan resimleriyle şehrin en işlek yerlerinde onlara hayat vermeye çalışan Kaybid kimdir, nedir? Kendi ağzından biraz tanıyabilir miyiz?

Kaybid’i geleneksel resim, kolaj, GIF, animasyon, video art ve sokak sanatı gibi disiplinleri aynı çatıda toplayan bir urban sanat “hareketi” olarak tanımlıyorum. “Hareket” diyorum çünkü işler art arda izlendiğinde gerçekten hareket ediyorlar.

Kaybid; kentlerin uzamına yayılmış küçük boyutlu yürüyen hayvan figürleri, bu figürler ile oluşturulmuş animasyonlar ve bunların gündelik hayata yansımalarından oluşuyor. Çalışmalarımı yaparken mümkün olduğunca az atık çıkarmaya çalışıyorum. Çıkanları da değerlendirmek için elimden geleni yapıyorum. 

Anlam olarak değer atfettiğimiz olguları, sonradan atfedilen bu değerlerin yitimini ve kaybını ifade eden kendimce türettiğim bir sözcük. Değer ve değerli dediğimiz şeylerin zaman karşısındaki erozyonu bir anlamda.

‘kaybid’ çalışmalarınız bir tür kendinizi ifade etme biçimi mi? Ya da belli bir amaç doğrultusunda mı hareket ediyorlar?

“Bugün Bayram” konulu bir kompozisyon gibi bir konu başlığından ya da spesifik bir amaçtan bahsedemeyeceğim. Kendiliğinden gelişen bir süreç. Zaten devam ettiğim işlerim bu yöne doğru evrildi, ben de süreci yaşayarak sürdürdüm sadece. Yaptığım çalışmalar neyi gerektiriyorsa onu yaptım. Zaten devam ettiğim kolajlar animasyon oluverdiler; animasyonun kareleri kendilerine sokaklarda yer buldu, sokaklardaki çalışmalar yeniden animasyon oldu… Süreç böyle devam ediyor. Kendiliğinden gelişen doğal, organik bir döngü. Aslında kişi ne yaparsa yapsın bir şekilde ifade ettiği şey yine kendisi oluyor tabii ki. Bu her zaman böyle; “Bugün Bayram” konulu bir kompozisyonda dahi.

Kaybid’ler yanımızdan geçerken bize ne anlatmak istiyor?

Pek öyle uzun bir şey anlatmıyorlar aslında, bir refleks kadar kısa bir hikayesi var. Bir anlık kadim bir çağrışım ve kısacık ama derinlerden bir bilgi parçası. Benim gibi geveze değiller. Bir kabak çiçeği, dikenlerin arasında bir böğürtlen, kendi kendine bir dağ çileği ya da bir çimenlik ne anlatıyorsa onu anlatıyorlar aslında.

Sadece kendi doğal ortamında yaşayan hayvanları görüyoruz, bunun özel bir sebebi var mı?

Evcilleşmiş ya da insan ile belirli bir dönem iletişime geçmiş hayvanları yapmıyorum sokaklara. “Vahşi” olarak nitelediğimiz hayvanları seçiyorum. Kentlerde yaşamayı istemeyecek, yaşamayacak ve bu kentlerde yeri olmayan canlılar bunlar. Getirip koysan durmaz zaten. En fazla gelir, geçer; geçip giderler. Tüm hayvanlarım sakin ve sessiz adımlarla yürüyorlar. Kentler onlar için gelip geçilecek yerler. Sakinler, aceleleri yok.

Yani Cihangir’de Roma Merdivenleri’nden aşağı boğaz manzarasına bakarak inecek bir “rakun” ya da Bebek Sahili boyunca salına salına gidecek bir “kaplan”dan, bir avm’nin terasından manzaraya bakan bir “fil”den bahsedemeyiz. İstiklal Caddesi’nde vitrinlere baka baka sakin sakin yürüyen bir “ayı”, yahut Nişantaşı’ndan Beşiktaş’a ağır ağır yürüyen bir “tilki”... Hem bu hayvanlara yabancı bir durumdur bu hem de bu kentlere. Kedi, köpek, birtakım kuşlar ve böcekler dışındaki gözle görünür hayvanlar, “kent” adı ile kurduğumuz yapılanmanın içinde yer almazlar. Zorla alıkoyulurlar belki o kadar.

Hazırlık aşaması nasıl gerçekleşiyor? Hazırlık aşaması bittikten sonra sıra haritada yeri işaretlemeye ve kaybidi yerleştirmeye mi geçiyor?

Aslında sürekli bir hazırlık aşamasındayım. Sonu yok, bitmiyor bir türlü :) Önce animasyonun karelerini oluşturuyorum. Bunun ardından her bir kare için bir kolaj yapıyorum ve sokaklara çıkıyorum. Sokaklara uyguladıklarım da işte bunlar. Tabii bu da hemen olmuyor. Gittiğim yerleri keşfedip uygun hissettiğim yerleri belirliyorum. Notlar alıyorum.

Sokak uygulamalarını geceleri, sabaha karşı yapıyorum. Gün doğumunda çalışmak çok keyifli. Uykudan yeni uyanan kentler hala masum görünüyor, uyanana kadar. Ardından yaptığım hayvanları fotoğraflama kısmı geliyor. Gün doğduktan sonra bir daha çıkıyorum fotoğraflamak için. Tüm bu aşamalardan sonra eğer serideki seçtiğim tüm hayvanları yapıp, yapıştırıp fotoğraflamışsam sıra animasyonu yapmaya geliyor. Çektiğim fotoğrafları bir bir düzenleyip yürüme hareketini doğru verecek biçimde işliyorum. Sonra render, sonra sosyal medya yayını geliyor. Instagram üzerinden kaybid hesabımdan paylaşıyorum tüm çalışmalarımı.

Bir yandan da ellerimle yaptığım ürünlerim var; “Kent Hacker’ları İçin İlk Yardım Seti” ve “Canlılığın Kullanım Kitabı” bunların üretilmesi de var işin içinde. Ürünlerimle ilgili bilgilere de web sitem üzerinden ulaşabilirsiniz. Bir de Instagram sticklarım var. Animasyonunu yayınladığım tüm hayvanların çıkartmalarını Instagram’da hikaye sayfasında çıkartma arama kutusuna “Kaybid” yazarak bulabilirsiniz.

Tabii bu arada, her hayvanın yerini Google Maps üzerinde pinliyorum ve fotoğraflarını koyuyorum. Artık orada olmasa da bir belge olarak haritada yer alıyorlar. Bu harita bir yerde göç yolları gibi, tüm hayvanlarımın bulunduğu, geçtiği yerler. Aslında belki de benim de onları ilk kez gördüğüm yerler diyebiliriz buna.    

Ayrıca mümkün olduğunca yıpranma, eskime ve yok olma süreçlerini de takip ediyorum. Aslında tüm projenin en “can alıcı” noktası da burası. Bu süreç çok değişken oluyor; kimisi hemen yırtılıyor birileri tarafından, kimileri yavaş yavaş şiirsel bir yıpranma ile direniyorlar tüm sokak koşullarına.

Yerleştirme aşamasındayken o sırada sizi görenlerin demografik özelliklerine göre gözlemlendiğinde size değişik gelen ya da öne çıkan tepkileri var mı? Varsa tüm bunları çekip, bunlardan bir kayıt alıyor musunuz?

Bu noktada çok tedbirliyim aslında, mümkün olduğunca hızlı bir biçimde yapıyorum işimi. Kimsenin dikkatini çekmemek için özen gösteriyorum. Bir keresinde Cihangir’de bir graffiti’nin olduğu şahane bir duvar vardı. Diğer işleri kapatmamaya, hayvanlarımı onların üstüne getirmemeye çok özen gösteriyorum, zaten ufaklar ve zemindeler benimkiler. Sokaklardaki tüm işler çok değerli. O duvar için hazırlığımı yaptım, işi yapıştırdım ve sakince ayrıldım oradan. Gece 3 civarıydı. Tam karşıda bir bakkal varmış, su almak ve farkındalık derecelerini anlamak maksadıyla bakkala girdim, su istedim, “Siz ressam mısınız?” dedi bakkal, “Gördük sizi”, “Aaa” dedim, “Ne gördünüz?”, “Resim yaptın duvara” dedi. “Aramızda kalsın, size emanet" dedim, biraz gülüştük, suyumu aldım çıktım. Ertesi gün fotoğraflamak için gittiğimde yırtmışlardı “lemur”u. Sadece imzam ile kuyruğu ve bir bacağı kalmıştı. Oluyor benzeri şeyler. Fotoğraflayıp dökümante edemeden gidiveriyor.

Belli olmuyor kimin ne yapacağı ama yaptığımı gören olursa gerek endişe ve korkudan, gerek toplumsal baskıdan ya da tanımlayamadığı için, gerek içlerindeki vandalın motivasyonuyla illaki yırtıyorlar.

Kaybid’ler için oluşturduğunuz rotada insanların görmesini ve fark etmesini istediğiniz özel bir şey var mı? Lokasyonları herhangi bir şeye göre mi belirliyorsunuz?

Aslında özen gösterdiğim şey hayvanların doğalarına uygun olabilmek. Yerde yürümeleri, gerçek anlamda durabilecekleri yerlerde olmaları, ayaklarının yere basması gibi. Tabii ki bazen hiç olmadık yerlerde de çıkabiliyorlar karşımıza, illaki bu kurala körü körüne de bağlı değilim.  Bir şekilde kendileri olmak istedikleri yerleri belirliyorlar. Uzun süre bir “geyik” için düşündüğüm bir duvarda bir “kutup ayısı” olmak istiyor ve ben de onun içgüdüsüne uyarak yapabiliyorum; ya da tam tersi olabiliyor. Burada kendi kendine oluşan bu yollarda zamanla yok olan hayvanların yerine bir diğeri, bir başka tür ya da sınıftan bir hayvan gelebiliyor. Göç yolları gibi. Belirli periyotlarla yeniliyorum o rota üzerindeki hayvanları.

Google Maps aracılığıyla işaretlediğiniz yerleri, yola düşen birinin nasıl bir şekilde deneyimlemesini istersiniz?

Korunduklarında baya uzun ömürlü oluyorlar. Zaten işin heyecan verici yanı, süreçlerini gözlemleyebilmek. Her canlı gibi onlar da var oluyor, yaşıyor ve yok oluyorlar. Bir süreçleri var. Eğer Google Maps ile yola çıkacaksanız öncelikle yerinde olanlara bakmalısınız. Eğer yerinde değilse artık kesin civarında bir başka hayvan vardır. Yerinde olmayan diyorum ama mutlaka izler kalıyor. Eski seriden QR kodları, şu an devam eden seriden imzam ya da küçük parçalar vb.

Tüm bu süreci takip ederken hayat ve canlılık konusunda düşünmek iyi gelebilir. Hayatlarımızı sürdürdüğümüz kentlerin bizler için anlamını ya da bizim kentlerdeki anlamımız düşünülebilir. Ya da hiç bir şey düşünmeye gerek yok aslında, güzel bir playlist ile sakin sakin gezip sürecin tadını çıkarmak yeterli olacaktır :)

Bir av gibi; Hunting. Böyle arkadaşlar oluyor da. Van’dan gelip Kaybid fotoğraflayan, adalardan gelip köşe bucak Kaybid arayanlar, aradıkları Kaybid’i bulamayıp benden yardım isteyenler.

Projeye başlarken fark edilmeme tereddütün oldu mu?

Aslında fark edilme tereddütüm daha fazlaydı. Hala da öyle:)

Bir Kaybid’in var olması için üzerinde olacağı yapı mı daha önemlidir, görülme olasılığına bağlı olarak sokak mı? Ya da bir yapının özellikle hangi bölümü sizin dikkatinizi çeker; tesadüfen meydana gelmiş bir niş mi mesela?

Çok değişik aslında uyguladığım yerler. Ana caddeler, merkezi yerler dışında, ara sokaklar, kimi binaların katları, terasları, çok az insanın geçtiği yerler ya da gizli saklı köşeler… Fark etmesi zor olabiliyor, belki de hiç kimse görmeden öylece yok olup gidenleri de vardır eminim. Ben de sosyal medya paylaşımlarından görüyorum fark edilip edilmediklerini. Yine de hepsinde temel nokta medeni insanın yerleşim alanı olan kentler ve bu kentlerdeki yapılar. Kimi zaman yapının kendisi çok önemli oluyor. Tarihi, anlamı, malzemesi ya da konumuyla. Değerli bir yapının karşısına geçip onunla paslaşabiliyorlar; ya da o binanın katlarından birinde, içeride ya da dışarıda durabiliyorlar. Yine de durdukları yer neresi olursa olsun sadece dekoratif bir öğe olmadıklarını söyleyebilirim.

Mimarlık dünyasında bakışlar yukarıda gezinir. Genellikle kaybid’lerin dolaştığı hizadan en az 100 cm yukarıdaki bir göz hizasından yapılara, etrafımızı saran gökdelenleri inceleyen bu okumaya alışkınken, siz başka bir yerden bakıyorsunuz. Nadiren yer kotuna bakan ve bir ‘sürpriz’ beklemeyen bizlerin, görenlerin ölçeğini bir anda değiştiren işlerinizle karşılaşmaları bu yüzden fazlasıyla şaşırtıcı olabiliyor. Bu açıdan ne söylemek istersiniz? Nelerin farkında olmamızı önerirsiniz, nasıl bir hassasiyet gözetmemiz gerekir?

Detay dediğimiz şey aslında bütünün bir parçası ve o detay yoksa, bütün dediğimiz şey de yalın bir kütle oluyor sadece. Hantal bir cüsse. Bu kütleyi derinleştirip anlam taşıyan bir şeye dönüştüren ise detay dediğimiz küçük parçalar. İnsan algısının açıklığı, bildiği, öğrendiği ne ise o kadarına yetiyor.  Diğer türlü algılamıyor zaten detay ya da derinlikleri.

  

Bu süreçte fark ettiğim bir şey oldu; aslında genel olarak işlerimi yaptığım yerler binaların yer yüzeyi ile birleştikleri noktalar, ağaçların kökleri gibi, tam sınır. Bu sınırdan aşağısı yeraltına gidiyor. Göz ardı edilen, ihmal edilen yerler. Genel olarak çöpler atılıyor ya da birikiyor oralarda. Toz ve çamur oluyor her zaman. Boyası dökülüyor. Fırsat bulan küçük şehir otları yetişiyor.  Garip bir kısım. Yer ile, zemin ile yapının kesiştiği kısım.

Kent dediğimiz şey zaten o yapılardan oluşuyor. Kentlerin sıkıntısı sanırım doğa ile uyumlanma denemesi. Ama bu da doğal olmadığı ve deney olarak kaldığı sürece pek de mümkün olamıyor. Birbiri ile uyumlanmış yapılanma örneği hobit köyleri olabilir sanırım. Kentler doğa ile paralel ilerletmiyor kendi oluşumlarını. Doğayı, doğal hayatı da bir eleman, bir parça olarak görüyor. Cam gibi, mermer bir sütun, ahşap bir trabzan, asansör ya da panjur gibi. Dolayısı ile doğa sadece o yapının bir elemanı, dekoratif bir öğesi olarak var olabiliyor yapının yanında. Teras katında köşeli ve tekerlekli saksıdaki bir ağaç gibi; bir o masaya bir bu masaya itiyoruz gölge etsin diye.

Şehrin katmanları hakkındaki düşünceleriniz neler? Betondan bir oturma bankının üzerinde bir panda, ardında deniz, onun arkasında da geleceği meçhul Haydarpaşa Tren Garı… hepsi bir araya gelince size ne düşündürüyor?

“Kent” vurgusu ile birlikte doğal olarak zıttının ne olduğunu da sorguluyor insan. Kent dışındaki doğal her yer diyebiliriz galiba buna. Kent insanlarının nesli doğadan ve canlılıktan gerçek anlamda uzak bir nesil. Asfalt üzerinde lastik tekerlekler ile geldikleri hastanenin 7. katında doğup, lastik tabanlı terlikler giymiş bir hemşirenin kucağında, plastik bir küveze doğuyor. Lastik tekerlekli bebek arabasında büyüyor, beton bir binanın 12. katında yaşıyor. Beton döküm banklarda, doldurulmuş kıyılardan meçhule doğru seyre dalıyor. Lastik tabanlı ayakkabıları ile asfalt yollarda karşıdan karşıya geçerek yaşlanıyor ve nihayetinde dünya ile kavuşup temas ettiğinde artık hayatta dahi olamıyor.

Kent yapılarının hepsi oldukları yerde, kendi kimlikleri ile duruyorlar. Bahsettiğimiz beton bankın verdiği bilgi başka, ardındaki Haydarpaşa’nın verdiği bilgi bambaşka. Hatta bankta kullanılan malzeme ve rengi dahi bambaşka bir bilgi veriyor bizlere; tarih, dönem, sosyal hayat, kamusal alanlar ve bunların kullanımı gibi. Ya da oradan geçen bir vapur. Kent dokusuna ait tüm bu bilginin kodları zaten içimizde mevcutlar. Ya da Haydarpaşa’ya giydirilmiş olan koruma tentesi bile döneme dair bilgileri taşıyor. 

Sanırım oraya ait olmayan tek şey o “panda” idi. O da geldiği gibi gitti zaten.

Şehre dokunmak ve bunun evrilmesini izlemek yaratıcısının bakış açısından nasıl bir şey? Bundan sonra özellikle şehir adına fark edilmek, fark ettirmek ya da dönüştürmek adına planlarınız var mı?

Bu sürecin tamamı çok heyecan verici. Kent dokusunun tamamı ile dışından gelen, vahşi-doğal yaşama ait imgeleri, kent dokusunun bir parçası olmaları için sokaklara salıyorum. Sonra da bir daha hiçbir müdahalede bulunmadan izliyorum. Kendi kendime turlar düzenliyorum, süreçlerini gözlüyorum. Sadece ben değilim bunu yapan. Aynı sokağı kullanan, o mahallede oturan insanlar, o yoldan geçenler de bu sürece tanıklık ediyor. Çok değişik, motive edici yorumlar alıyorum. İşlerimin yarattığı duygu çok heyecan verici. Davet aldığım kentler var.

Kaybid’e başlamam 2 yılımı aldı. İsmi bulabilmek için 1 yıla yakın bekledim. Teknik ve kavramsal detaylandırmak ve detaylandırıldığı oranda yalınlaştırmak, uygulama alanlarını yerlerini süreçlerini tasarlamak gerekiyor. Temelinde duvarlara yapıştırılmış hayvan kolajlarından bahsetsek de aslında Kaybid elimizden kayıp giden her şeyi ifade edebiliyor, koruyamadıklarımızı. Göz göre göre yıpranıp gidiyorlar.

Planladığım yeni projelerim var tabii ki, yine de Kaybid ile kat edecek daha çok yol var, henüz yolun başında. Bu süreç esnasında pek çok yeni şey öğreniyorum, pek çok yeni farkındalıklar ediniyorum, aklıma pek çok yeni fikir geliyor. Bu esnada aklıma gelen fikirleri de es geçmiyorum. Onlarla ilgili düşüncelerim, planlarımı da oluşturuyorum. Tabii ki bu düşünceler henüz heyecan verici hayaller olarak mevcutlar. Net ve uygulanabilir bir projeye dönüşebilmeleri için daha çok zaman gerek. Planlamak, arındırıp yalınlaştırmak gerek.

Sokak sanatının bir gerçeği olarak heyecan, kendine serbest alan tanımak, özgürlüğün içinde hareket edebilmek mi size cazip gelen? Eğer bir gün bir sokak, bir müze giriş alanı ya da hayal edemeyeceğimiz büyüklükte bir kamusal alanda çalışmanız teklif edilse küçük karşılaşmalar yerine geniş bir çalışma alanında neyi deneyimletmek isterdiniz?

Bu çalışmalarım yapısı gereği ister istemez sokağa çıktı. Zaten başka bir yerde de yürümezdi iş. Sokakların cezbedici yanı insan seçmemesi, hiçbir fark gözetmemesi, ayrım yapmaması. Fark eden ile fark etmeyen dışında bir ayrımı yok.

Böyle bir teklif geldiğinde belirleyici şey öncelikle teklifin nereden, kimden ya da kimlerden ve niye geldiği olurdu. Örneğin; Birleşmiş Milletler binası duvarına yapılacak olan bir çalışma ile BP ya da Shell binasına ya da Louvre Müzesi duvarında yapılacak olan bir çalışma farklı olurdu. Kaldı ki aynı çalışma yapılsa da binaların kimliklerinden ötürü tüm anlamları tamamı ile değişik olurdu. Örneğin; BP binasındaki aynı güvercin, BM binasında bambaşka bir anlam ile duracaktır.

Ardından yüzeyin nerede olduğu; semt, mahalle vb. ve daha sonra tabii ki yapı söz konusu olurdu. Nasıl bir bina, yeni mi eski mi, malzeme ne, taş, cam, beton, tarihi nasıl vb. Ardından kapalı bir mekan mı, açık alanda bir yüzey mi, ölçüleri gibi bilgiler belirleyici olurdu. Hatta yüzeyin sabah ışıklarını mı yoksa akşam güneşini mi aldığı, civarda varsa yapıların gölgelerinin durumu gibi çevre koşulları da etkili olabilirdi. Daha sonra kalıcılığı, renk, doku, konu, konunun işlenişi; ayrıca video, animasyon ya da benzeri medyaları ne oranda ve nasıl kullanacağım gibi teknik meselelere gelirdi sıra. Ardından uygulama ile ilgili teknik meseleleri işler, en pratik ve doğru çözüm için etüdler yapardım.

Geriye uygulamak ve ardından da keyifle izlemek kalırdı. Sanırım deneyimlemek istediğim şey de başından sonuna bu sürecin ta kendisi.

Sizin sanatınızı tanıyan, haberdar olan ya da olmak isteyeceklerle birlikte kolektif bir çalışmaya bakışınız nedir?

Gerçekten de her iki tarafın da buluştuğu ortak bir payda varsa ve birbirimiz için bir “değer” üretebileceksek neden olmasın.

Herhangi bir firmanın reklam çalışması için size bir teklifle gelse bakış açınız ne olur?

Hangi firma ne için nasıl bir teklif getirdi ona bir bakmak gerekir. Bu tarz ticari çalışmalar gerek deneyim gerek finansman açısından kendi çalışmalarım için destek sağlayacaktır. Hem böylelikle daha büyük bütçeli projelerim için finans sağlayarak çalışmalarımın sürdürülebilirliğine katkı sağlayabilirim. 

 

Son olarak; imzanızı bıraktığınızdan söz etmiştiniz. Çalışmanızın ilk zamanlarında da imzanızı kullanıyor muydunuz? Sizden başka biri de aynı formatta çalışsa, sizi nasıl ayırt ederiz?

Çalışmalarımın yanına imzamı atıyorum. İlk seride QR kod koyuyordum fakat efektif bir sonuç alamadım onlardan. Kaldı ki hâlihazırda yaptığım her çalışmayı kendi sosyal medya hesabımdan yayınlayarak duyuruyorum. Google Maps üzerinden pinliyorum. Bu ikisi de yeterli olmaz ise bana yazın, ben söylerim benim mi değil mi.

Aslında dünyada benzer temalarda pek çok örnek de var zaten. Çok da güzel, çarpıcı çalışmalar. Her biri meselenin bir başka yerine dokunuyor, bir başka yerinden ses veriyor. Muazzam ve heyecan vericiler. Mühim olan aslında bu ve bunun gibi derinlikli çalışmaların giderek artması. Kent adı ile oluşturduğumuz yığınlardaki korunaklı hayatlarımızın giderek daha büyük bir esarete dönüştüğünü fark edemiyoruz. Fakat fark etsek de bir şey değişmeyecek aslında. İnsan tabiatı gereği böyle. Girdiği geri dönüşü olmayan bu yol onun yapısı gereği kaçınılmaz bir şekilde ilerliyor. En kesin çözüm insanın insan olmaktan vazgeçmesi olabilirdi ancak; ama alacağımız tepki bir ineğe artık inek olma dediğimizde vereceği tepki ile aynı olurdu. Ya da bir patatese “bak senin gittiğin yol yol değil, sen artık palamut ol” demek gibi olurdu. Sadece yavaşlatabileceğimiz bir süreç içindeyiz, belki ondan sonra durdurmaktan bahsedebiliriz. Görünen o ki canlılık için dar ediyoruz koca gezegeni ve hayat olmayan yerlere hayat götürüp oraları da dar edeceğiz.


Etiketler
Bu Haberi Sosyal Medyada Paylaşın
Yorumlar
Henüz yorum yapılmamış.
Bu İçeriğe Yorum Yazın
Ad Soyad
E-posta
Yorum
Kalan karakter :