Sardinya Adası'nın Korsika'ya en yakın ucunda yer alan ve giderek önemli bir turizm merkezi haline gelen St. Teresa di Gallura kasabasına kalenin gözünden bir bakış...
Mimarizm'e yurtdışından bildiren Attila Beksaç, Sardinya Adası'nın kuzey doğusunda, adanın Korsika'ya en yakın ucunda yer alan ve son yıllarda gittikçe önemli bir turizm merkezi haline gelen Santa Teresa di Gallura kasabasıyla ilgili hissiyatını paylaşıyor bu kez.
Yazının öznesi, Korsika ile Sardinya'yı birbirinden ayıran Bonifacio Boğazı'nın Sardinya kıyılarında yer alan St. Teresa Kalesi... Kasabanın sakin, korunmuş, bakir doğasının turizm gelirleri uğruna nasıl acımasızca bir dönüşüm geçirdiğini bizlere anlatıyor. Gallura'ya kalenin gözünden bakmaya var mısın?
Hiç kimsenin olmadığı yerde olmak istedi ya da herkesin olmayı hayal ettiği yerde. Durduğu yerden başına iş açtı. Muhtemelen bu kadar yorucu olacağını kimse tahmin edemezdi. Hiç kimse, herkes, kimse ve diğer tüm zamirlerin anısını yad ediyordu her günbatımında.
Güneşin her doğuşu gözlerini kamaştırıyor, iştahını kabartıyor, amansız bir sonsuzluk saplantısına kapılıyordu. Eteklerine tutuşturduğu sarp kayaların yosunları giyişini seyrediyordu. Uzun uzadıya, hiç bitmeyecekmiş gibi, büyük bir heyecan ve arsızlıkla... Hiç utanması yoktu. Hoş, kayaların da bir itirazı yoktu buna.
Karşı kıyıyı, ötekini süzüyordu gözleriyle; siyah giyen Korsikalı kadınları, her adım atışlarında fırlayacakmış gibi duran sepetlerini, sert bakışlarının altında yatan yaşanmışlıklarını. Her şeye rağmen, kırmızı halı serilmişçesine dimdik yürümelerine hayret ediyordu. Küfretmeye başlıyordu sonra. Bu iki sevgiliyi ayıran boğaza. Masmavi, methiye dizilesi, ilham alınası, fazla iyi olan lanet boğaza.
Her neyse, hayat devam ediyordu yine de. Her şeyiyle birlikte ve her şeye rağmen. Yoksa çekip giderdi çoktan bu meymenetsiz, satılık, Picasso tablosu kılıklı köyden. "Tası tarağı toplamak vardı" diye her iç çekişi, ziyaretine gelen meraklı yüzlerin verdiği pişmanlıkla sonlanırdı.
Evet, doğru. İtirafları vardı. Hem de ne çok. Ona göre az çoktu. Kısa keser, fazla uzatmaz, göğe dalardı uzun uzun. Kimi zaman öldü sanırsınız. Hiç nefes almadan, soluğu kesilmiş bir vaziyette izler maviyi. Santa Teresa'dan, şu tanrının unuttuğu köyden seslenir tanrısına:
"Neden tanrım, neden unuttun bizi? Şimdi göğsümde egzoz fink atıyor. Daha dün sokaklarımda sıcacık gülüşmelerle birbirini selamlayan bir aile gibiydik biz. Neden sonra, 'ne, kim, nereden' olduğunu bilmediklerimiz geldi. Kalabalıktılar. Her yılın haziranından eylülüne kadar canıma okuyorlar. Artık sokaklarım üvey, sahillerim sahipsiz, şu yaşlı Teresa ruhsuz. Bana sokaklarımı, güneşimi, sahillerimi, biz kokan panjurlarımı ver tanrım. Bizi biz yapan sıcacık gülüşümüzü ver. Bizleri yeniden hatırla ve unutma."
İtiraflar boğazında düğümleniyordu. Kimileri dudaklarından sıyrılırken, kimileri geldiği gibi dönüyordu. Gururunun, isyanına itirazı vardı. Daha fazla şikâyete mahal yoktu, her şey olacağına varırdı.
Kendisine çeki düzen vermesi gerekiyordu, hem de bir an önce. Artık göz önünde olmayı gözardı edemezdi. Önemli olan ne hissettikleri ne de hissettirdikleriydi. Nasıl göründüğüydü önemli olan. Anlık bir hevesti artık. Tüketilmiş, yaşanmamış hediyelik bir silüetti sadece.
Vitrindeki yerine dönüyordu şimdi usul usul. Hiç istemeyerek. Ne istemediğini biliyordu gerçi ama ne istediğini sorarsanız bilemeyecek.