Türkiye’de ‘Deutschlander’ Olmak

Tuba Tellioğlu Şeren / 30 Haziran 2016
Almanya’dan “kesin dönüş” yapmış işçilerin Türkiye’de inşa ettiği evlerdeki Alman konut mimarisi öğelerini inceleyen Stefanie Bürkle ile SALT Galata’da gerçekleşen sergisi ve “Göçebe Mekanlar” projesinin detayları üzerine konuştuk.

Sanatçı Stefanie Bürkle, ekibi ve TU Berlin Mimarlık Enstitüsü’ndeki öğrencileri eşliğinde, Türkiye’ye dönüş yapmış ailelerin inşa ettiği evler veya yenilediği apartman dairelerinden oluşan 132 örneği belgeleyip katalogladı. Araştırmanın sonunda, konut inşasında belirgin üç tip tanımlandı: örnek ev, çifte ev ve katmanlı ev. Araştırmaya göre, “örnek ev” yoruma kapalı, ideal bir Kuzey Avrupa evi imgesine dayanırken “çifte ev” Almanya’daki konut mimarisi ile Türkiye’deki yerel geleneği eşit şekilde bir araya getirir; “katmanlı ev” ise bir başlangıç birimi üzerine çeşitli üslup ve malzemelerde yapılan eklerle uzun dönemde inşa edilir. 

stefanieburkleStefanie Bürkle

Bu projeye nasıl başladınız? Biraz projenin ortaya çıkış hikayesinden bahsedebilir misiniz? Sizin için özel bir nedeni var mı?

Bu soruyla sık karşılaşıyorum. Benim Türk kökenimin olup olmadığını soruyorlar. Hayır, Türk kökenine sahip değilim. Bir göçmen de değilim. Sadece uzun süre Fransa’da yaşadım. Bu nedenle doğup büyüdüğünüz yerden ayrılıp farklı bir ülkede yaşamaya başlamanın nasıl bir duygu olduğunu çok iyi biliyorum. Eve her dönüşünüzde burada her şeyin daha iyi olduğunu düşünürsünüz. Bu imge her zaman sizinledir ve onu gittiğiniz her yere yanınızda taşırsınız. Sonra geri dönersiniz ve bu imgenin aslında gerçeklerle örtüşmediğini görürsünüz ve bu sizde müthiş bir hayalkırıklığı yaratır. Bu gidişler ve geri dönüşler sonrasında, hafızanızda kalan bu sabit imgeler ve toplumsal değişimler yaşam tarzınızla çarpışmaya başlar. Bunu bizzat deneyimlediğimi söyleyebilirim. Berlin'de ve öncesinde Paris'te yaşarken her zaman göçün kentsel mekanı ve yeri nasıl şekillendirdiği üzerine düşünmeyi ilgi çekici buldum. Berlin ve Paris çokkültürlü bir kentler. Ama biliyorsunuz Türk diasporasının çoğunluğu Almanya’da, özellikle de Berlin’de yaşıyor. Göçebe Mekanlar da daha önce yapmış olduğum ‘Place Making’ projesi neticesinde doğdu. Berlin’de yaşayan Vietnam, Türk, Polonya ve Rus kökenli göçmenlerin duvarın yıkılmasından önce ve sonra Berlin’i nasıl algıladıklarıyla ilgili bir çalışma yapmıştım. Söyleşiler sırasında göçmenlerin tüm paralarını, kendi ülkelerinde yer alan evin inşasına yatırdıklarını öğrendik. Bu onların kendilerini ait hissettikleri yere bağlayan bir amaçtı. Başlangıçta sadece bir yazlık ev olarak düşünülen bu yapılar sonrasında yaz-kış kullanılabilecek büyük projelere dönüşüyordu. 

Göçebe MekanlarÖrnek ev, Bartın / Birol Yıldırım’ın evi ve bahçesi

Bu projenin SALT Galata'da sergileniyor olmasından ve Türklerle buluşmasından memnuniyet duyuyorum. Burada konuya çok daha farklı yönlerden yaklaşılabilir. Almanya’da, Türkler’in bizim kültürümüze ait neleri alıp kendi yaşamalarına dahil ettiklerine dair çok az şey biliyoruz. “Almanya’daki hangi ‘şeyler’in iyi olduğunu, kendilerine iyi geleceğini düşünüyor ve neleri yanlarında alıp ülkelerine götürüyorlar?” Bu soruya yanıt aramak iki farklı kültürün birbirini daha iyi anlaması adına bir farkındalık yaratabilir. 

Projenin en zor yanı neydi? 

Bu projeyi Almanya’dan organize edip devam ettiremeyeceğimizi fark etmek işin en zor kısmıydı. Bu şekilde gerekli bilgilere ulaşamıyorduk. İnsanlar Almanya’dayken Türkiye’deki evleriyle ilgili bilgi vermek istemiyordu. Ama yazın Türkiye’ye geldikten sonra iş değişti. Evlerini yerinde ziyaret ettiğimizde herkes çok mutlu oldu, bizi evlerine davet ettiler.  En önemlisi bizimle tüm hikayelerini paylaştılar. Belki de yaşadıkları süreci o güne dek çocukları dışında kimseyle paylaşmamışlardı.  

gocebe mekanlar

“Ev sahipleri bu evleri inşa ederken kendi inşa edilmiş kimliklerinin izini sürüyor. Bu evler onların kimlikleriyle şekillenen birer heykel” 

‘Melez Mekanlar’ ve ‘Üçüncü Mekan’ tanımını kullanıyorsunuz. Bu terimler tam olarak ne anlama geliyor?

İnsanlar, genellikle Almanya’dayken kendini daha bir Türk gibi, Türkiye’deyken de bir Alman gibi hissettiklerini dile getiriyorlar. Bu aslında “Burada değilim ama orada da değilim” anlamına geliyor. Üçüncü mekan işte bu aradaki duyguyu tanımlıyor. Bu aslında kimliklerini de tanımlayan bir olgu. Onları artık ne tamamıyla Türk, ne de tamamıyla Alman olarak tanımlayabiliriz… Bu ikisinden de farklı ve yeni olan bir kimliğe sahipler. Bu çok önemli bir konu. Sosyolojik olarak bu yeni kimliği tanımlamak gerçekten de zor. Biz buna ‘kimliğin inşası’ diyoruz. Burada aslında sadece sosyolojik bir inşadan değil; gerçek, fiziki bir inşadan, mimarlıktan da bahsediyoruz. Başlangıçta da söylediğim gibi biz insanların portrelerini değil, evlerinin portrelerini çiziyoruz. Çünkü evler zaten onların yaşamları, kendi portreleri hakkında da birçok veri sunuyor. Dolayısıyla bu mekanların hepsini melez olarak adlandırabiliriz. Çünkü %100 ‘bu’ ya da %100 ‘şu’ şeklinde tanımlanamıyor. Ev sahipleri bu evleri inşa ederken kendi inşa edilmiş kimliklerinin izini sürüyor. Bu evler onların kimlikleriyle şekillenen birer heykel.

Bir yere ait olma hissini dışavuran en önemli mimari unsurlar nelerdi? Ya da bu yeni kimliği yansıtan en belirgin örnekler...

Erkekler ve kadınlar arasında önemli farklılıklar vardı. Örneğin, Almanya’da sıkı şartlarda çalışmaya alışmış, tüm yaşamını çalışmaya adamış olan erkekler, Türkiye’ye dönüp emekli olduktan sonra mutlaka bir şeylerle ilgilenmeleri gerektiğini düşünüyorlardı. Diğer emekli Türk erkekleri gibi kahvede oturmak onlara iyi gelmiyordu. Almanya’da aktif bir yaşamları vardı ve bu aktif yaşamı Türkiye’de de sürdürmek istiyorlardı. Bu nedenle de kendilerini evlerinin inşasına adıyor, evdeki çeşitli yenileme ve tadilat işlemleriyle uğraşıyorlardı. Bu şekilde kendilerini yeniden canlı hissediyorlardı. Bir de evlerinde mutlaka kendilerine özel bir mekan yaratıyorlardı. Kimi zaman bu bir hobi odası, garaj, ya da atölye oluyordu. Bir de en önemlisi bahçeyle uğraşmaya başlıyorlardı. Bahçe hem meyve ve sebze ektikleri hem de boş zamanlarını geçirdikleri çok özel bir mekan... Bu aslında yaşını almış tipik bir Alman’ın yaşam tarzını yansıtıyor. Bu erkekler aynı zamanda eşlerine ev işlerinde de yardım ediyorlar. Bu Türk erkekleri arasında pek yaygın olan bir davranış değil. Kadınlarsa hayatlarından memnundu. Hayallerindeki büyük eve kavuşmuşlardı. Evin erkeği, “Banyonun çok daha büyük olmasını istiyordu, bu nedenle biraz mutsuz” diye espri yapıyordu örneğin. Hepsi genellikle yerel işçilerle aralarında bir tür iletişim problemi yaşıyordu. İşçiler onların ne istediğini tam olarak anlayamıyordu. 

sergi gocebe mekanlar

“Bu ev benim çocukluğumun müzesiydi adeta. Her şey bana çocukluğumu hatırlatıyordu. Detarjanlar, banyonun görünümü, mutfak eşyaları, salondaki duvarkağıdı her şey çocukluğumu geçirdiğim yıllara aitti” 

Proje sürecinde yaşadığınız, bizimle paylaşabileceğiniz ilginç bir anekdot var mı? 

Bu aslında son derece özel bir anekdot ama paylaşmak güzel olabilir. Yaşları nedeniyle artık Almanya’ya gidip gelemeyen bir çiftle ilgili. Binanın büyük bir bölümü 70’li ve 80’li yıllarda inşa edilmişti. Bu dönemde her şeyi Almanya’dan getirmişler. Şu anda Türkiye’de her şeyi bulmak mümkün, ama o yıllarda değildi. Bu nedenle her şeyi Almanya’dan getirmişti çift. Detarjanlar bile Almanya’dan gelmişti. Bu ev benim çocukluğumun müzesiydi adeta. Her şey bana çocukluğumu hatırlatıyordu. Masalar, sandalyeler, banyonun görünümü, mutfak eşyaları, salondaki duvar kağıdı her şey çocukluğumu geçirdiğim yıllara aitti. İçindeki eşyalarla birlikte bu ev, tipik bir orta sınıf Alman ailesinin o yıllardaki evinin birebir kopyasıydı. Bu objelere, eşyalara ya da öğelere artık hiçbir Alman evinde rastlayamazsınız. 

Yani birden çocukluğunuzla karşı karşıya kaldınız bu evde?

Evet, aynen öyle oldu. Bu beni çok duygulandırdı. Bazı projelerde böyle dokunaklı şeyler yaşayabiliyorsunuz. Eğer bir projeye kalpten inanırsanız, fikir içinizden çıkıp geldiğinde ilginç şeyler oluyor. Bu sadece bir araştırma projesi ama kendi içinde sanatsal bir yan da taşıyor.  

Göçebe MekanlarKatmanlı ev, Kayseri / Kasım Yazar’ın oturma odası

Bu projeyi şu anda yaşadığımız göç sorunuyla ilişkilendirmek mümkün mü? Bu çalışma yer değiştiren insanların psikolojisi ve dönüşüme uğrayan alışkanlıkları hakkında ipucu verebilir mi bize? Yaşamlarını ve belki de kimliklerini arkada bırakmak zorunda kalan insanlara ne oluyor?

Öncelikle kimse kimliğini arkada filan bırakmıyor. Bu kesin. Göçebe Mekanlar'ın asıl vurgulamak istediği de bu: Bir yerden bir yere göç eden aslında sadece insanlar değil, onlarla birlikte kültürler, dinler, yaşam tarzları, kimlikler da göç ediyor. Bu nedenle göç eden insanların kendi kimliklerini yansıtabilecekleri mekanlar yaratmalarına olanak tanımalıyız. Bu bir dükkan açmak ya da kendine ait bir yaşam alanı yaratmak olabilir. Bu onların kendilerini daha iyi hissetmelerini ve yeni kültüre daha iyi bir biçimde entegre olmalarını sağlayacaktır. Entegre olmak, asimile olmak demek değildir. Herkesin kendi kimliğini ifade etmesine olanak tanıyacak özgür alanlar yaratmaktan bahsediyorum.

“Göçebe Mekanlar, Göç Bağlamında Mimarlık ve Kimlik, Türkiye-Almanya" sergisi, 17 Haziran - 31 Temmuz 2016 tarihleri arasında SALT Galata’da görülebilir.

* * *


Etiketler
Bu Haberi Sosyal Medyada Paylaşın
Yorumlar
Henüz yorum yapılmamış.
Bu İçeriğe Yorum Yazın
Ad Soyad
E-posta
Yorum
Kalan karakter :