Doğan Tekeli'den Sancaklar Camisi Eleştirisi

11 Ekim 2021

Türkiye'de mimarlık eleştirisinin yokluğundan yakınıldığını biliriz. Doğru bir saptamadır bu. Yayımlanan mimari değerlendirme metinleri ise genellikle övgü/güzelleme yazıları olur. Hatta önde gelen bir mimarlık dergisinin, ısmarladığı bir mimari değerlendirme yazısını, yergi tarafı daha ağır bastığı için yayımlamadığı dahi görülmüştür. Kısacası Türkiye'deki mimarlık ortamının mesafeli, nesnel bir değerlendirmeye tahammülünün olmadığını söylemek yanlış olmaz. Hiç kuşkusuz tek bir nedeni yok bunun. En baş nedeni, Türkiye'de mimarlığın bir eleştiri geleneğine sahip olmaması. Tam karşı örneği edebiyat dünyasından verebiliriz: Dergileriyle, geniş okur/izleyici kitlesiyle, Türkiye'de edebiyat, uzun yıllardır bir eleştiri geleneğini var edebilmiştir. Bu gelenek dar bir akademya çevresinin ürettiği metinlerle sınırlı da değildir. Mimarlık alanında ise, tam tersine, metin üretimi, akademya mensuplarının -genellikle akademik puan toplamaya odaklı- üretiminden ibarettir. Bu yüzden kimse övgü yazmanın konforlu alanından çıkmak istemez. Sonunda bir yapıya ilişkin güzellemeler yayınlarda yer bulur, gerçek eleştiriler ise kulaktan kulağa fısıldanır.

Bu uzunca girişi yapmamın nedeni, Türkiye'nin önde gelen bir mimarlık insanının bir eleştiri metnini sizlerle paylaşmak istemem. Ama önce bu metnin üretilme bağlamını açıklamam gerek. Bir süredir, Doğan Tekeli, Pelin Derviş'in editörlüğünde, yeni bir yayının hazırlığı içinde: "21. Yüzyılda Türk Mimarlığı". Henüz başlangıç aşamasında olan bu çalışmada, Tekeli, genel bir girişin ardından şöyle söylüyor: "Ancak, dönem içinde gerçekleştirilen, çok yayınlanıp dikkat çeken birkaç yapıdan söz edilmeden dönemin tam olarak değerlendirilemeyeceğinin elbette farkındayım." İşte bu bağlamda ele aldığı bir yapı da Emre Arolat'ın Sancaklar Camisi. Tekeli, düşüncelerimi öğrenmek için, Sancaklar Camisi değerlendirmesini benimle paylaştığında, bugüne dek sayısız övgü ve ödülle değerlendirilmiş bu yapıya ilişkin Tekeli'nin önemli saptamalar yaptığını gördüm ve bu eleştiri yazısının özerk bir metin olarak okura ulaşması gerektiğini, eğer uygun görürse kendi köşemde yer vermek istediğimi söyledim; Tekeli bu isteğimi uygun buldu. Evet, şimdi bu metni, Tekeli'nin kendi yazımına dokunmadan, sizlerle paylaşıyorum.

...

Sancaklar Camii’ne Gecikmiş Bir Ziyaret

Dünyada ünlü mimarlık eserleri, mimarlarının adı ile anılırken, bizde ya müteahhitleri ya mal sahipleri ile anılır. Emre Arolat bunu değiştirmeyi başarıyor. Sancaklar Camii adı, daha proje aşamasından başlayarak Arolat’ın adı ile birlikte anılmaya başlandı. Ünleri, mimarlık yayınlarının dışına taştı. Uzunca bir süre yazılı ve görsel basınımızın gündeminde yer aldı. Mimarlığa ilgisi az olduğu bilinen toplumumuz, Arolat ve camiyle yakından ilgilendi.  

Alışılmış cami tiplerinden farklı mimarisi, açık bir arazide inşa edildiği halde yarı yarıya yer altına alınması, iç mekanın, sadece mihrap duvarına tavandan gelen sınırlı doğal ışıkla aydınlanması ve çevreye tamamen kapalı olması gibi nedenlerle yoğun bir biçimde eleştirildi. Hatta, toplumun İslam inancını zayıflatmak amacıyla inşa edildiğini söyleyenler bile oldu. Buna karşılık, ne pahasına olursa olsun, yeni çözüm arayan bazı mimarlar ve sanat tarihçileri, yapıyı öve öve bitiremediler. Bu camiyi beğenerek yeni camilerini Arolat’ın yapmasını isteyen yurtdışından önemli kişiler oldu. Gazete haberlerine göre ise Sancaklar Camii ve Arolat ödüllere doyamadı.

Bana gelince; hakkında yazılıp söylenenleri az çok bilerek, merak ettiğim yapıyı geç de olsa yerinde görmek ve düşündüklerimi paylaşmak istedim.

Sancaklar Camii, TEM karayolunun Büyükçekmece kavşağından ayrılıp Beylikdüzü yönüne giden yolun ikiye ayrıldığı bir noktada bulunuyor. Burası, Başakşehir Üniversitesi ve iki katlı evlerden oluşan siteye yakın ve iki katlı evlerden oluşan birkaç siteye yakın bir yer.

Cami arsası, kuzey yönündeki geniş ova manzarasına hakim. Kareye yakın bir yamuk biçimindeki arsa, önündeki asfalt yoldan 35-40 arabalık parke taş kaplı bir otoparkla ayrılıyor. Arsanın güney sınırını, ortaya yakın bir yerinde, 2,5-3 metre genişlikte bir aralık bırakılan, kaba yonu taş kaplı iki parçalı duvar oluşturuyor. Aralığın sağındaki görece uzun duvar 1,5 metre yükseklikte ve üstüne yerleştirilmiş “SANCAKLAR CAMİSİ” yazısı, bu aralığın cami alanına giriş noktası olduğunu anlatıyor.

Arsanın hafif eğimli topografyası, alt ve üst arasındaki kot farkının, orta bölümde toplanmış. Böylece üst ve alt kotlarda, iki yatay platform elde edilmiş. Üstteki platform, cami alanına girişi ve cenaze namazı kılma yerini içeriyor. Bu yerin kuzeyi ve güneyi 3,5-4 metre yükseklikte taş kaplı duvarlarla kapanmış, yanları açık bırakılmıştır. Üst platformda, daha ileride, düzgün sıralanmış doğal taş kaplı kuleye benzer bir minare bulunuyor. Yaklaşık 3 x 6 metre boyutlarında bir tabana oturan, 15 metreye yakın yükseklikte bir dikdörtgen prizma biçiminde. Üst platformdaki diğer duvarlarla birlikte minare, modern bir anıt alanın içinde bulunulduğu izlenimi veriyor. Minare ise, yazık ki geleneksel minarelerimizin zarafetinden uzak. Geleneksel camilerimizin bıraktığı kültürel yükler tümüyle reddedildiğine göre, minare de böyle yorumlanabiliyor.

Üst platform, iki yanında yarı düzenli bir amfi biçiminde kademelendirilmiş olan, eğimli yan bölümlere bağlanıyor. Üst platformun ortası ise, yanlara göre daha ileri çıkmış, çimle kaplı ve yoğun bir çalılıkla sonlanan bir alan halinde. Bu alan, cami kitlesinin yeraltındaki varlığını ziyaretçiye ilk defa hissettiriyor. 

Üst platformun, girişe göre sol yanında, gri yeşil mermer kaplı bir yol, amfi biçimli kademeler arasına yerleştirilmiş mermer kaplı basamaklara bağlanıyor. Alt kota, bu kırk basamak inilerek ulaşılabiliyor. Üstü açık, korkuluksuz bu basamaklar, sıcak/soğuk, rüzgarlı, sert havalarda cami ziyaretçilerini adamakıllı zorluyor olmalı. Buradan inilirken, sağda kalan caminin dikdörtgen yan cephesinin bir yarısı, gömüldüğü araziden üçgen bir cephe duvarı olarak yavaş yavaş ortaya çıkıyor. 

Basamakların sonunda, alt platforma ulaşınca, hemen sağda, kısmen gömülmüş iki duvar dikkati çekiyor. Aralarında oluşan kısa koridorun sonunda, iki kanatlı, orta serenleri cilalı sert ağaç, kalanı boyalı bir kapı görünüyor. Biçiminden ne kapısı olduğu anlaşılmayan ama şık kapının kadınlar girişi olduğunu, üzerine iliştirilen A4 boyutlu kağıttaki yazı anlatıyor. Herhalde cami kullanıldıkça o yazıya ihtiyaç kalmayacaktır.

Biraz ileride, yarım daire şeklinde cepheden taşmış, yukarıya doğru daralan taş kaplı sağır bir duvar var. Buradan geçip devam edince ilk kapıya benzer dört kapı daha görünüyor. Bunlardan ilki, caminin giriş kapısı olmalı. Yanındaki dezenfektan kutusu da bu tahmini doğruluyor. Ancak, bu kapı da kadınlar giriş kapısı gibi kilitli. Sonraki kapı ise açık. Açar açmaz cami mekanına giriliyor. Halı kaplı cami döşemesine de ayak basılmış oluyor. Dolayısıyla, bu kapının giriş kapısı olamayacağı, olsa olsa bir yangın kapısı olabileceği akla geliyor. Ama, kapı dıştan açılabiliyor ve giriş kapısı olarak kullanıldığı görülüyor. Kim bilir belki caminin bugünkü yöneticileri böyle bir kullanımı tercih etmişlerdir. 

Aynı cephede, sona doğru görülen ve önceki kapıların benzeri iki kapı daha var. Bunlar da sırasıyla erkek ve kadın abdest alma yerlerine ve tuvaletlere girişleri sağlıyor. 

Giriş cephesindeki bu dört kapı; üstte cami kitlesinden taşan, geniş bir saçakla korunuyor. Cami giriş cephesinin yaklaşık 3 metre dışında, cepheye paralel bir taş duvar daha var. Bu yüksekçe duvar, üstündeki saçağa kadar çıkmıyor. Bu duvar, kışları sert olması beklenen kuzey rüzgarlarına karşı cami girişlerini korumak amacıyla tasarlanmış olmalı. Ama, zaten girişe göre uzak ve saklı kalan caminin ana giriş kapısını daha da gizliyor. 

Bu duvardan sonra, daha geniş bir açık alan bulunuyor. Burada, arsanın alt sınırına yakın, cam kapılı, kısmen cam duvarlı, dar-uzun bir yapı daha var. Kapısında “Kitaplık” yazan bu yapının bir bölümünün Kuran dershanesi olarak kullanıldığı, bir bölümünün de güzel düzenlenmiş bir kitaplık olduğu görülebiliyor.

Cami iç mekanına gelince: Yangın kapısı izlenimi veren, ama dışarıdan da açılabilen kapıdan girince, cami mekanının enine yerleştirilmiş bir dikdörtgen prizma şeklinde olduğu görülüyor. Namaz sırasında cemaatin imama yakın olmasını sağlayan bu enine yerleşim, birçok eski camimizde de kullanılmış. İlk bakışta mekan oldukça basık görünüyor. Buna rağmen, açık gri rengin hakim olduğu iç mekan, sessiz ve dingin bir etki yaratıyor. Yarı aydınlık caminin tek ışığı karşıdaki mihrap duvarının en üstündeki yarıktan geliyor. Bu ışık, dışarıda hava kapalı olduğu halde, mihrap duvarının tümünü aydınlatmaya yetiyor ve caminin bütün olarak görülebilmesini sağlıyor. Güzel görünen bu mekan, çevresine tümüyle kapalı olduğu için camiden çok, tek başına uzun süre ibadet edilebilen bir itikaf mekanının (kapanıp, tek başına uzun süre ibadet etme yeri) büyütülmüş haline benziyor. Hatta, girer girmez başlayan ve namaz kılma alanının bir kısmını kaplayan kademeler, sıraları henüz yerleştirilmemiş bir oditoryumu dahi andırıyor. 

Caminin asıl girişi, yapının kuzeybatı köşesine yakın ve dışarıya yarım daire şeklinde çıkan bölümün solunda. Cami ziyaretçisi burada dar bir yere girip sağdaki genişçe ayakkabı bırakma alanına geçiyor. Sonra geri dönüp cami ana kapısının önündeki dar yerden bir daha geçip camiye girebiliyor. Kullanışta, ziyaretçi dolaşımı açısından sıkıntılı bir çözüm. 

Benzer bir terslik, abdest alma yerlerinin konumlanmasında da görünüyor. Cami alanına girildiğinde iç mekana geçmeden önce, abdest alma yerlerine uğranılması gerekirken, Sancaklar Camii’nde bu yerlere sonra ulaşılabiliyor. Abdest alma yerlerinin cenaze namazı kılma yeri ile de ilişkisi sorunlu.

İki yandan, gizli doğal ışıkla aydınlanan, dar, yüksek mihrap,  cami içinde rastlanan az sayıdaki geleneksel unsurdan biri. Bir diğeri, caminin girişine göre soldaki, siyah cam kaplı yan duvara, küçük bir çıkıntıyla yerleştirilen cam kaplı dua kürsüsü. Aynı duvardaki güzel “vav” levhası cami içindeki tek Arapça yazı. 

Kadınlar bölümünü ayıran sağ yan duvar ise, güzel bir ahşap işçiliğiyle yapılmış, ama nedense biraz geçici bir partisyon gibi duruyor. 

Görüldüğü gibi, Sancaklar Camii tasarımında, dıştan cami kapısına ulaşmadaki zorluk kapıların gizlenmesi, iç dolaşım şemasında bazı geri dönüşlerin yaşanmak zorunda kalınması gibi birtakım işlevsel sorunlardan söz edilebilir. Bunların bilinçli tercihler olup olmadıkları ise belirsiz. Ancak bu gibi sorunların, cami tasarımının düşünsel ana fikri yanında pek de önemi olmadığı açıktır. 

Cami tasarımının ana fikrini Emre Arolat, Rizzoli’nin yayımladığı Global and Local Projects, Emre Arolat Architecture adlı kitabında açıklıyor. Kitaptaki açıklamanın kimin tarafından yazıldığı belirtilmemiş olsa da, en azından düşüncelerin Arolat’a ait olduğu kuşkusuzdur.

“Proje çağdaş cami tasarımının bazı temel konularına değinmeyi ve bir dini mekanın özü üzerine derinlemesine düşünmeyi amaçlamaktadır. Gelenek ve pratik bağlamda bir cami, önceden belirlenmiş formları içermez ve temiz herhangi bir mekanda namaz kılınabilir. Mimar ve çalışma arkadaşları tasarımın öncelikle bir iç dünyada, ışık ve malzemenin en saf biçimde temsil edilmesini, tüm kültürel bagajlardan kurtulmayı amaçlamaktadır. Caminin içi, Kuran metinlerinden esinlenerek tasarlanan mağara benzeri bir mekandır.”

Bu açıklamada kullanılan bazı kavramlar ise galiba yeni açıklamalar gerektiriyor. Acaba çağdaş cami tasarımının temel konuları Emre Arolat’a göre nelerdir? 

“Bir dinsel mekanın özü” denirken nasıl bir özden söz ediliyor? Hatta, bir dinsel mekanın özü var mıdır? Varsa bile, acaba bu öz, her farklı dini ibadet mekanı için aynı olabilir mi? 

Tüm kültürel bağlantılardan kurtulma amacına gelince, gerçekten Sancaklar Camii’nde bu amacın büyük ölçüde gerçekleştirildiği görülüyor. Bu arada, cami iç mekanının mağaraya benzetilmesi, acaba Kuran’daki hangi metinlere dayandırılıyor?

Son derece yalın olan iç mekanda, camilerde kullanılması adet olan dinsel metinlerin tümü bir tek “vav” levhasına indirgenmiş.

Bazı çağdaş mimarlarımız, geleneği tümüyle reddetmeyi nedense başarı kriteri sayıyorlar. Halbuki yüzlerce yıldan gelen camilerden yararlanmak ve gene de çağdaş kalmak pekala mümkün olabilir. Böyle örneklerimiz de var. 

Daha önce bu yazıda değinildiği gibi cami bir itikaf mekanı olmadığı gibi, dışa kapalı bir uzlet mekanı (yalnızlık) da değildir. Adı üstünde: derleyen, toplayan bir mekandır. Bu niteliğiyle, İslam toplumlarının sosyal merkezidir. Cami, hayatı sevdiren, hayata bağlayan bir mekan olmalıdır. 

Bu bakımlardan Arolat’ın cami tasavvurunu benimsemek iyice güçleşiyor.

İslam toplumları camileri geleneksel olarak "Allah'ın Evi" evi olarak kabul ederler. Bu nedenle camiler de olabildiğince görkemlidir. Geleneği yok sayarak işe başlarsanız camilerin asli nitelikleri de akla gelmez. 

“Öz” kavramıyla ilgili olarak, cami girişlerinin yer aldığı alt platformda, kitaplık binasına monte edilmiş olan Emre Arolat’ın “Öz” başlıklı yazısından da söz edilmesi gerekiyor. Şöyle söylüyor Arolat:

       ‘Yeryüzünde böbürlenerek yürüme,
       Asla yeri yaramazsın, boyca da dağlara eremezsin.’
       İsra Suresi, 37. Ayet

       ‘Herhangi bir yer burası, secde edilen.
       Temizdir.
       Tevazu şiarıyla imar edildi.
       Ne övünür şekliyle, ne kabarır eşkâliyle.
       Yaratanla insan arasına girmez görkemiyle.
       Kaçınır.
       Biçimlerin ardında gizlenen özü arar daha ziyade.
       Hafifçe ilişir yeryüzüne.
       Adeta hemhal olur hem tepeyle hem de vadiyle, doğadan ödünç aldığı cildiyle.
       Sanki hep oradaymışçasına.
       İçi de sadedir, dışı gibi, takıp takıştırmaz, bağırıp çağırmaz.
       Dedim ya, alçak gönüllüdür.
       Kıble duvarını yıkayan ışıktır yegâne tezyinatı.

       İlk taslakları gördüğünde, ‘burada bir an önce namaz kılmak istiyorum’ demişti
       Allah’ın akil bir kulu.
       Pek mutlu etmişti bu emel, bu içten söz beni.
       Umarım ki ziyadesiyle mutlu olurlar burada huşu içinde ibadet edenler de.

Emre Arolat, MİMAR

Şiire benzer ve özenle hazırlanan bu yazı, Kuran’dan alınan ve alçak gönüllüğü öven bir ayetle başlıyor. Amacı, devamındaki sözlere inandırıcılık kazandırmak olmalı. Burasının temiz olduğu ve temiz olan her yerde namaz kılınabileceği söyleniyor. Gerçekten İslam namaz kılmak için özel şartlar koymamış ve sadece temizliği yeterli görmüştür. Bu, minimum bir şarttır. Ancak, namaz kılınabilen her yerin “cami” olamayacağı açıktır. Camiler, toplanmayı teşvik eden, bir arada olmanın manevi tatminini en üst düzeyde sağlayan mekanlar olmalıdır. Zaten, İslam ilk yıllarında, cami için secde edilen yer anlamında “El-mescid” sözünü kullanmış, ama yeterli bulunmamış ki yerini “El-mescid-ül cami”, yani “bir araya gelip, topluca namaz kılınan yer” sözüne bırakmıştır. Zamanla sadece “cami” olarak kullanılan bu söze İslam toplumları zengin anlamlar yüklemiştir. 

Arolat, yukarıya alınan yazısında, Sancaklar Camii’nin alçak gönüllü olduğunu ve bu alçak gönüllülükle yeryüzüne hafifçe iliştiğini iddia ediyor. Oysa, Sancaklar Camii zemine gömülerek yeryüzüne sımsıkı oturmuş görünüyor. Alçak gönüllülüğe gelince: İslam toplulukları, yine yukarıda değinildiği gibi, camileri “Allah’ın evi” sayacak kadar kutsamışlardır. O nedenle camiler olabildiğince görkemli yapılardır. Alçak gönüllülük cami için bir başarı ölçütü sayılmamalıdır. Bilemiyoruz, acaba Sayın Arolat cami anlayışında radikal bir değişime imza atmak mı istiyor? Eğer öyle ise, bunun önce İslam’da bir dönüşüm ile başlayacağı söylenebilir.

Sonuçta, Sayın Arolat’ın sözlerinden çok, yaptığına bakılması gerekiyor. Sancaklar Camii; yalın, sakin, modern diliyle güzel inşa edilmiş bir yapıdır. Ancak, tasarımda modern mimarlığın işlevi de estetikle birlikte dikkate alan ilkesinden ziyade, post modern mimarlığın bireysel estetik anlayışı ve adeta “ne yapsam geçerli olur” kabulüyle tasarlanmıştır. Bu bakımdan yapı, modern dille inşa edilmiş post modern bir yapı olarak değerlendirilebilir. Bu yapıda bence en büyük başarı, işverenleri ve tasarım aşamasında fikirlerini aldığı din bilginlerini ikna edebildiği için Arolat’a aittir.

Doğan Tekeli, 19 Ağustos 2021

 

Galeri için fotoğrafın üzerine tıklayın (Fotoğraflar: Aykut Köksal)


 
Etiketler
Bu Haberi Sosyal Medyada Paylaşın
Yorumlar
  • Mustafa Aydın 3 yıl önce Belki de Allah'ın evinin ne olduğu tekrardan düşünülmeli İslam kültüründe. Allah, evinin illaki görkemli gözükmesini isteyecek kadar kibirli midir? Yoksa kendini alçakgönüllü, saklı şeylerin içinde de var edebilir mi? Caminin toplayıcılığı gerçekten tartışılır, yine de ben burayı Tanrı ile daha özel, birebir ilişkiye girilebilecek bir yer olarak görüyorum ve bence caminin tatlılığı da burada. Hatta İslam'ın ilk yıllarındaki gizli buluşmalara gönderme yapmasına kadar çekilebilir argüman ve o zaman, o zorlu dönemlerdeki inananların bir araya gelişinin hissi olduğunu söyleyebiliriz. Belki de buraya camii yerine ibadethane demek daha doğru olur ve belki de Türkiye'nin camiden çok ibadethaneye ihtiyacı vardır.
  • oktay gürler 3 yıl önce Rahmetli Doğan Hocamız, Ayasofya ile diğer Sinan camilerini kıyaslarken Camilerimizin ışıklı aydınlık olduğundan Ayasofya'nın ise karanlık iç mekanı bulunduğunu söylediğini hatırlıyorum. Hıristiyanlığın ilk devrelerinde gizli ibadet ettiklerini biliriz. Onlar ibadetlerini gizli olarak yerine getiriyorlardı. Daha sonra Hıristiyanlık kabul gördüğünde kiliseler inşa edilmeye başlandı. Çok afedersiniz ama adı geçen konu cami sanki Camii olduğunu saklar bir yapı gibi geldi. Caminin görünümü istenmiyormuş gibi bir düşünce çağırıştırıyor. Uzaktan ibadet için camii arayan bir vatandaşın yerini tesbiti de biraz zor. Dinimizde camii olmadan da temiz olan her yerde namaz kılınabilir. Hıristiyanlıktan biçim olarak farklarımızdan birisi. Almanya seyahatimde köyler yakınından geçerken kiliseler konutlar arasından seçiliyordu. Günümüzde cami yapmak birazda reklam amaçlı oluyor. Kopya Çamlıca camii, Ankara Kocatepe camii gibi. Gücü elinde tutan irade mimari ve yeterli dini bilgiside olmadan yapabiliyor.
  • hamit özcan 3 yıl önce Farklı form ve farklı biçimsel arayışa girerken, hatta sorgularken, ortaya çıkan ürünün hafif "ben"e geçişi kaçınılmaz olur, bu bağlamda söylenebilirki daha iyi kelimesi farklı olmak değil farkında olarak bir ürün ortaya koymak gerektiğidir, bu farkındalık geçmişin o köklü izlemini bugünün şartlarında harmanlayıp hayal edebildiğin geleceği bir nebze katmaktan geçeceğidir. Allah ve kul arasına bir camii belkide girmez yada aracı olmaz, bir Camiinin, toplanmanın ihtiyaç duyacağı biçimde şekillendiği aşikardır, bu toplanmada oluşan cemaatin güvenli barınma ihtiyacına karşılık o günki teknoloji şartlarında biçimin ortaya çıktığı sonucuna varabiliriz. bir camiinin şekli biçimi süregelen toplumsal bir hafızasıdır ve bu ortadan kaldırılamaz...
  • ibrahim bakır 3 yıl önce Güzel tespitler... Günümüz camilerinin bir çoğunun şatafat içerisinde boş kaldığını gördükçe camilerin bir toplanma yeri, sosyal mekanlar olduğunu düşünür oldum desem yalan olmaz.. Cuma'dan Cuma'ya belki bir çoğu ancak manada kıymet kazanıyor! Buradaki eleştiriler güzel bir tartışmaya vesilede olabilir o açıdan çok kıymetli. Neredeyse her sokağında cami olan memleketimde yeni yapılacak olan camilerin görkemli olması, tarih boyunca biriken kültürü yansıtma çabası içine girmesi gerekliliği ise ayrı bir tartışma başlığı olur kanımca... Yapılan yapı gerçekten şehrin simge bir noktasında olsa Doğan Hoca'mın dediklerinin tamamının göz önünde tutulması gerekliliği şüphe götürmez. (Tabi bunun için iyi bir örnek ıskalanmış bir fırsat olan Çamlıca Camii'sini söyleyebilirim) İyi bir toplumsal bellek örneği olan yapıların başında gelen ibadet yapıları ciddi sorunsal yaklaşımları tartışmaları kapsayacak şekilde sentezlenerek tartışılarak oluşturulmalıdırlar kanısındayım.
Bu İçeriğe Yorum Yazın
Ad Soyad
E-posta
Yorum
Kalan karakter :