2010 Avrupa Kültür Başkenti Ofisi Kentsel Uygulamalar Direktörü Korhan Gümüş, 29 Mart seçimlerinin arkasına pek de umutla bakmayan bir isim. Mevcut yönetim veya daha öncekiler; Gümüş, İstanbul'un 20'yi aşkın senedir kentsel politikasızlıktan ve kamu insiyatifi yoksunluğundan muzdarip olduğunu belirtiyor. Dahası kamusal alanın gasp edildiğini, üniversite ve kurumların bu sistemde öğütüldüğünü, dolayısıyla da kentin "başına gelebilecek en büyük bela" olan politikasızlığa mahkum edildiğini söylüyor. Mimarlığın da böylesi bir ortamda öleceğini...
Gümüş, kaçınılmaz çözüm içinse yine kamusal alanı, eleştiri/düşünce ortamını ve mimarlığı işaret ediyor: Mimar kentsel mekanı sorunsallaştırarak, oradaki sorunun ortaya çıkmasını ve bunun belki de tasarımsal süreçler içinde canlandırılmasını sağlayarak kamusal bir işlev yerine getiriyor. Mimarlık şu anda eşittir politika!"
Geçtiğimiz beş senelik süreç yerel yönetimler tarihinde çok uzun bir zaman gibi gözükmese de, İstanbul'un büyüme ve dönüşüm hızı göz önünde bulundurulduğunda oldukça fazla... Bu beş sene içinde kentin silüeti ve kurgusunun hem ulaşım hem de yerleşim anlamında değişim ve "gelişim"lerini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Belki şöyle başlamak lazım: İstanbul bir kırılma noktası yaşıyor. Bunun izleri 70'li – 80'li yıllarda ortaya çıkmaya başlamıştı ve 90'lı yıllarda belirginleştiği söylenebilir. Bu da kamu yönetimlerinin sürdürdükleri modelin giderek temsiliyet kabiliyetini yitirmesine bağlı olarak gelişti. Düzenleme, kural koyma, politika oluşturma misyonları bitti. Şu anda aslında İstanbul'un bir yönetimi yok! Evet, belki kentsel hareketliliğe bir takım hizmetlerle cevap veren bir yönetim var: Trafik sorununu çözmek için tünel yapan, kavşaklar yapan, artıma tesisi yapan... Kentsel hareketliliğe bir gölge fenomeni – epifenomeni diyelim- olarak yetişmeye çalışan bir yönetim rasyonalitesi var. Ama kent politikası yok. Kent politikası şayet olsaydı, o dönüşüme cevap verebilirdi.
Sütlüce Mezbahası
Peki bu süreçte rol alan aktörlerin nasıl seçilmesi, o yönetimsel kurgunun nasıl oluşturulması gerekiyor?
Bu aktörlerin seçilmesi için bir politik farklılık olması lazım. Şu anki kamu yönetimi aslında 20.yy'dan kalma yönetim araçlarını kullanıyor. Zaten bu sözümü ettiğim politika eksikliği, dikkat ederseniz, ne muhalefet ne de iktidarın kente dair bir şey söylememesinden belli! Olsaydı, zaten o politikaları konuşurlardı ve maalesef kenti politikasızlığa mahkum eden bir kırılma noktasına geldi. Bu da sadece mevcut iktidara bağlı bir durum değil; ta Dalan zamanına gidebilirsiniz. Haliç sanayisizleşirken, Dalan'ın aklına yalnızca yeşil alan yapmak geldi. Çünkü o zamanki kamu fikri, 19'uncu yüzyılda devşirilmiş, 20'inci yüzyılda devletleştirilmiş olan teknikçi / teknokrat bir kamu fikriydi. Yani belediye yapısı bir takım segmentlere, uzmanlık alanlarına göre ihtiyaçlara cevap veriyordu ve kenti dönüştürüyordu. Hava gazı dağıtmak gerekiyorsa hava gazı, su dağıtmak gerekirse su dağıtıyordu. Dolayısıyla özel alandan gelen teknokrat kamu fikrini biz, faz kayması ile devlet konjuktürü olarak gördük. 80'li yıllarda ise bu bitti. Nasıl bitti? Hava gazı fabrikalarının işleri sona erirken, doğal gaz dağıtımı başlarken, belediyenin hiçbir fikri yoktu. Ne olacak o gaz fabrikaları? 20 yıldır boş! Antrepolar 20 yıldır boş! Cumhuriyetin en simgesel mekanı, Proust'un yaptığı Proust Vadisi Kongre Vadisi oldu. Sütlüce Mezbahası için de aynı şey geçerli. Ne bir program ortaya kondu, ne de özne! Öznesizleştik. Kenti nesne olarak gören kamu, aslında bu işleri yerine getiremez oldu. Ama bütün dünyada böyle oldu; sadece Türkiye ya da İstanbul'a özel bir durum değildi. Buna karşılık bütün dünyada yeni politika arayışları içine girildi. Giremeyenler kentler ise çığırından çıktı. İstanbul şimdi tam olarak o "çığırından çıkma" olayını yaşıyor.
Peki sizce İstanbul'un mevcut durumu -"çığırından çıkma" olarak nitelendirdiğiniz için soruyorum- kontrol altına alınması gereken bir şey mi?
Kontrol altına alınmasını savunanlar var ama, o şekilde olamaz. Rem Koolhaas'ın da dediği gibi türdeş, bütünsel tasarım ütopyaları ile bugünkü kurguya ulaşan kent, aynı türden zekanın ürünü. Mesela Sulukule'yi düzenlemeye çalışıyorlar; ya da Süleymaniye'yi yeniden yapmaya... Tüm bunlar da kafalarındaki bir imgeye bakarak... Şimdi o imge anonim! Diyorlar ki "Biz koruyoruz". Bunun arkasında bir görüş, politika yok! Halbuki tüm yapılanlar o kamu fikrinin bir özel fikir tarafından ele geçirilmesi demek. Çünkü kendisini tikel bir çerçeveye mahkum ediyor. Ancak mimarlık farklı görüşler içerebilir.
Tabii ki...
Mesela Sütlüce Mezbahası... Üçüncü Milli tarzda yaptığı o binayı oraya tekrar koyduğunu söylüyor. İşte fikrin kamu fikri olmasını sağlayacak mecraların kapatıldığı ideolojik anlamda karanlık bir dönemden geçiyoruz. Dolayısıyla geniş bir spektrumu olan mimarlık fikri, öznel bir tarzı olan mimari düşünce ortamı bu tedbircilik sayesinde kenara bırakılmış oluyor.