Ayışığı Manastırı, içinde yer aldığı doğal çevre ve yerel coğrafyaya kattıklarıyla gerçek bir “simge” olarak algılanmaktadır. Restorasyon projesinin ana teması, yapıların arkitektonik karakteristiklerini vurgulayan “Müze Yapı” kavramına oturtulmuştur.
Yapının Konumu
Manastırın, Aynaroz keşişleri tarafından tahminen 17. yy’da Cunda Adası’nın en uç noktasına, daha eski zamanlardan kalan bir yapının yıkıntıları üzerine inşa edilmiş olduğu tahmin ediliyor. Manastıra karadan Pateriça Köyü üzerinden zeytin bahçeleri arasındaki patika yol ile ulaşılıyor. Manastırın son dönemine ait bulunan tek belge 1908 tarihli bir kartpostaldır. Manastırın bütün yapılarını gösteren bu fotoğraf, Ayvalık ve Cunda’nın çoğu restoranının duvarlarında bölgenin tarihine tanıklık eden önemli bir resim olarak asılıdır. 1922 yılından sonra işlevini yitirmesi ve nüfus mübadelesi ile yöreye gelen Katrinli ailesine devredilmesiyle Ayışığı Manastırı’nın öyküsünün ikinci evresi başlar. Terkedinceye dek burayı bir çiftlik evi olarak değerlendiren Katrinli ailesinin sahipliğinden beri Manastır hep özel ellerde olagelmiştir. Ayışığı Manastırı’nın yeniden doğuş öyküsü ise son sahipleri olan, Suzan Sabancı Dinçer ve Haluk Dinçer çiftinin Manastır’ın restorasyon projelerini hazırlama ve uygulama işini mimar olarak Ersen Gürsel’e önermesiyle başlar. Bu öneri mimara iletildiğinde, Manastır’ın kalıntılarını yeniden görmek ister. Zeytin ağaçlarıyla kaplı dik bir yamaca yaslanmış, kuzeyli rüzgârların getirdiği dalgaların eteklerini dövdüğü bu kalıntılar, gerçekten çok etkileyici bir konuma sahiptir.
Ersen Gürsel gördüklerini şöyle aktarmaktadır: “Doğadaki bir çanağın içine yuvalanan üç kademeye oturtulmuş ve taşların birbiri üzerine yığılmasıyla inşa edilmiş, bu yapayalnız kalıntılara yaklaştıkça, zeytinliğin sessizliğini bölen tek sesin kıyıda kırılan dalgalardan geldiğini, Manastırı çevreleyen yüksek taş duvarların eteklerindeki denizle bütünleşmesinin, görsel kimliğinin sürdürülebilmesi açısından çok önemli olduğunu bir kez daha algıladım. Yapılardan yalnızca birinin, şapelin ayakta olmasına karşın, Manastırın özgün haline dönmesini sağlayacak yeniden ayağa kaldırma sürecinin oldukça ilginç olacağı düşüncesiyle ve amatör bir heyecanla teklifi kabul ettim”. Araştırmalar bu yapıların, Ege’de görülen manastırların plan şemaları ve mimari formlarından esinlendiğini ortaya koymaktadır. Dikdörtgen biçiminde, tam ortasında kubbesi olan dinsel bina (şapel), bu manastırda da yinelenmiştir. Taşıyıcı kolonları kemerlerle birbirine bağlamak neredeyse dinsel bir motif olmuş, benzerlerinde olduğu gibi burada da uygulanmıştır. Ayışığı Manastırı, kamusal bir yapı kimliği ile, Ege’nin kültürel coğrafyası içinde yer alır. Restorasyonuyla amaçlanan, Cunda Adası’nın kültür envanterine katkı yapacak çevre düzenini oluşturmaktır. Bir işlev değişikliğiyle Manastır yapılarının yaşam süresi, gelecek nesillerin yararlanabilmeleri için uzatılırken, aynı zamanda korunmalarını da sağlamış olacaktır. Restorasyon projesinin ana teması, yapıların arkitektonik karakteristiklerini vurgulayan “Müze Yapı” kavramına oturtulmuştur. Uygulama sonrasında üstleneceği yeni işlevin de manastır için öngörülen bu yeni temayı yansıtacağı umulmaktadır. Bütün yapılar “Müze Yapı” kavramına uygun olarak yenilenirken, zaman ve mekân arasındaki etkileşime vurgu yapılmıştır. Gelecek nesillere ve “Müze Yapı”nın ziyaretçilerine aktarması gereken başlıca duygu, işte bu etkileşimdir. Manastırın varlığını “Müze Yapı” olarak, akademik etkinlikler, ulusal ve uluslararası toplantılar ve davetlerle sürdürmesi öngörülmüştür. Birçoğu eskiden var olmuş, bugünse yalnızca yıkıntılarıyla tanımlanabilen yapılar, manastır alanı içindeki konumları gözetilerek yeniden okunmuştur. Yenileme projesi Manastırın rölövelerinde belirtilen sınırlar içinde kalınarak hazırlanmış, bulgular üzerinde çalışıldığında ortaya çıkan, saklı kalmış bazı mekânlar da, uygulama sırasında değerlendirilmiştir. Sürdürülebilir bir yaşam kalitesini güvence altına almak amacıyla, çevresel öğeler korunarak, doğal yaklaşım yolu iyileştirilmiş ve teknik altyapı sağlanmıştır. Bütün olumsuz koşullara karşın, yapıların yeniden ayağa kaldırılmasını sağlayan mimari kimlik, duvar kalıntılarında ve yetersizliği açık olan temellerin izlerinde görülebiliyordu.
Bugün bizim için değerli olan, Manastır yapılarının yıpranmış kalıntılarıdır. Yenilenen yapılar da kaçınılmaz olarak aynı süreci yaşayacaktır. Dolayısıyla yapılara şimdiden yıpranmış bir görüntü vermek yerine manastırın eskimesi zamana bırakılmıştır. Koruma Kurulu Manastır bünyesindeki yapıları ayrı ayrı değerlendirerek restorasyonun şapelle sınırlı kalmasını, öteki yapıların yenilenmesinde rekonstrüksiyon tekniğinin kullanılmasını önermiş, uygulama bu doğrultuda gerçekleştirilmiştir. Uygulamada, var olan yapılardan geriye kalan bütün malzeme ve yapı öğelerinin değerlendirilerek yeniden kullanımı ilkesi benimsenmiştir. Ayışığı Manastırı 1865’ten sonra ciddi bir yeniden yapım sürecine girmiştir. Şapel ve ayakta kalmış parçalarına rastlanan öteki bütün yapılar bu dönemden kalmıştır. Yapılar çoğunlukla sıkıştırılmış toprak dolgular üzerine, herhangi bir temele gereksinim duymadan inşa edilmiştir. Bu nedenle, yenileme sırasında gerektikçe yapılar düşey ve yatay hatıllarla desteklenmiş ve zemin güçlendirilmiştir.
Eski bir yapının yalnızca kalıntılarından hareketle rekonstrüksiyonu ve yeni tanımlanmış bir işlevle yaşam bulması kaçınılmaz olarak kalitesini etkileyecektir. Bunun düzeyi mimarın genel yaklaşımına ve restorasyon / rekonstrüksiyon teknikleri ve yöntemleri konusunda benimsediği ilkelere bağlı olacaktır. Bu örnekte olduğu gibi bu türden eski binaların yenilenmesi, mimari tasarımdan çok zanaat ustalarının becerisi ile doğru orantılıdır. Binaların yok olmuş eski bölümlerinin tamamlanması, incelik ve sabırla yaklaşım gerektiren bir yapı üretim sürecidir. Bunu deneyimli bir yapı ustasıyla paylaşmak gerekir. Taşları yerine koyarken yalnızca yapı güvenliğini sağlamak yeterli değildir; taşların dilinden anlayan ve ne yaptığını bilen bir ustaya gereksinim vardır. Yapı ve taş ustası Süleyman Sarı’nın tam da bu tanıma uyduğu söylenebilir. Usta’nın bilgi ve deneyimi, hiçbir şeyi gözden kaçırmayan dikkati, yaptığı işten aldığı zevk, yapılan işin ne denli önemli olduğuna ilişkin bilinci ve her şeyin yanısıra, mimarın heyecanını paylaşması çok önemli olmuştur. Ayvalık ve Cunda yöresinin en tipik mimari özelliğini, pencere ve kapı alın ve sövelerinde olduğu gibi bina köşelerinde de yerel sarımsak taşının kullanılması oluşturur. Manastır yapılarında ana gövdenin taş duvarları dışında da, yenilenen bütün yapılarda aynı malzemeler ve benzer ayrıntılar kullanılmıştır. 1908 tarihli kartpostalda şapelin sekizgen feneri üzerinde bir soğan kubbe olduğu; şapelin arka kesiminde yamaca yaslanmış gibi duran keşişler yatakhanesinin bulunduğu görülür. Rölövelerin hazırlandığı 2009 yılına gelinceye dek bu yatakhane tümüyle yok olmuştur. Şapelin özgün kubbesi, büyük olasılıkla bir önceki malsahipleri tarafından, sekizgen tabanlı bir kubbeye dönüştürülmüş, kiremitle kaplanmıştır. Şapelin restorasyonu sırasında olası zemin hareketlerinin etkilerinden kaçınmak için, yapı içten ahşap iskele ve dıştan çelik bir çerçeveyle desteklenmiş, bu iki öğe birbirlerine çelik levhalarla bağlanmıştır. Ana gövdeyi oluşturan duvarlar kuyu temellerle güçlendirilmiştir. Çatıda birikmiş toprak ve kaya parçaları kaldırılarak yapı hafifletilmiş, iç duvarların taşıyıcı gücü artırılmıştır. Eski yapılarda kullanılmış bazalt, andezit ve diyabaz gibi bütün doğal taşlar yıkanıp temizlenmiş, uygulama sırasında kaplama ya da taşıyıcı öğe olarak yapının çeşitli yerlerinde değerlendirilmiştir. Özgün halinde olduğu gibi, yapıların tümünde, doğal taşlar ve tuğla bir arada kullanılmıştır.
Projenin Önemi ve Etkileri
Özgün işlevini 20. yy başlarında yitirmiş olsa da Ayışığı Manastırı, içinde yer aldığı doğal çevrede, kendi özgün kimliği ve yerel coğrafyaya kattıklarıyla gerçek bir “simge” olarak algılanmaktadır. Yapının, önemini işlevsel bir yapılar bütünü olarak taşıdığı değerden çok yöre için taşıdığı bu simgesel değere borçlu olduğu söylenebilir. Bugün Manastır, Ayvalık ve Cunda’nın önemli bir kültürel varlığıdır. Yüzyıl boyunca kendi kaderine terkedilmiş olan Manastırı, tümüyle harabe haline gelmekten kurtaran Suzan Sabancı Dinçer ve Haluk Dinçer çiftinin burayı satın alıp restorasyonunu sağlamış olmasıdır. Manastır, sonraki yaşamını, ailenin prestij binası olarak sürdürecektir. Koruma Kurulu tarafından tarihi ve kültürel değer olarak tescil edilmeye değer görülmüş olması da önemlidir. Genellikle, Milli Park ya da Sit içindeki bir yapının restorasyonuna, ancak müze işlevi üstlenmesi koşuluyla izin verilir. Bu durumda ise manastırın tümü korunmaya değer bulunmuş, bir “Müze Yapı” olarak tescil edilmiştir. Manastırın üstleneceği işlevin toplumsal hedefleri gözetildiğinde, yapı ve çevresinin özgünlüğünün korunması, sürdürülmesi ve yenilenmesinin önemi bir kez daha ortaya çıkar. Ayışığı Manastırı için benimsenen “Müze Yapı” kavramı, Cunda Adası için yeni bir çekim merkezi oluştururken, bütün Anadolu’da, özellikle de Ege bölgesinde yer alan benzer yapılar için iyi bir örnek oluşturacaktır. Bu uygulamanın, Ege’nin iki yakasında yaşayan halkların daha iyi ilişkiler kurmalarına ve gelişkin bir etkileşime girmelerine yol açacağı söylenebilir.
*Bu proje YAPI Dergisi'nin 380. sayısında yayımlanmıştır.