"Sokak Bizim"se Seyyar Lezzetler de Bizim!

Melike Selin DURMAZ / 07 Nisan 2011
Sokak Bizim Derneği, kuruluşunun birinci yılını kutlamak için Kabataş'tan başlayan ve Eminönü üzerinden Asmalımescit'te sonlanan bir "seyyar lezzetler" turuna çıktı. Melike Selin Durmaz, bu gastro-kentsel deneyimi aktarıyor.



Nisanın 5'i, hafta içi bir akşam saat 18 suları, tatlı serin bir hava… Kabataş'taki köfte/sucuk-ekmekçinin önünde toplanan bir dizi genç olarak, üye olduğumuz "Sokak Bizim Derneği"nin birinci yaşını kutlamak için tam da derneğe yakışır bir seyyar yeme-içme güzergahının başlangıç noktasındayız.

Dernek üyesi ve İstanbullu yaya kimliklerimiz üzerinden karar verdiğimiz lezzet güzergahı etkinliği, Kabataş'ın akışkanlığı ve telaşı içinde başlasa da, Eminönü'ne doğru tramvayla uzanırken karanlık çöktüğünden sessiz bir ortamda devam etti. Yüzen balık-ekmekçilerde ve seyyar turşucu, mısırcı ve tatlıcılarda mola verdik. Şen şakrak sohbetler ile Galata Köprüsü üzerinden yürüyerek, Karaköy'deki nohut-pilav ve midye dolmacıları ziyaret edenlerimizin de keyfi oldukça yerindeydi.

Sokak aralarına doğru akan lezzet duraklarının ardından ulaştığımız Tünel Meydanı'nda ve civar merdivenlerinde dolanmak, Asmalı Mescit ve civarındaki sokaklarda çeşitli spesiyaller yudumlamak, derneğimizin yıldönümü kutlaması için olmazsa olmaz bu eylemin son demlerini temsil ediyor. Dolayısıyla okuduğunuz yazı, işte bu gezinin bol deneyim ve çıkarım soslu hikayesidir.

Gününde kutlamak istememiz sebebiyle hafta içi bir akşama denk gelen yıldönümü için "nasıl kutlanmalı" sorusu, bu gezici yemeğin ortaya çıkışını sağladı. Gerçekten nasıl kutlamalıydık? Düşündük… Sokak Bizim Derneği'ni kurup o çatı altında bir araya gelişimizin üstünden 1 yıl geçse de tabi ki bunun bir evveliyatı var.

İşe; sokak kültürü, yaya hakları, ulaşım ve erişilebilirlik gibi konulara yönelik pek çok çalışma yürüten, bir yandan da öğrenen öğrenciler olarak başlamıştık. Zamanla, kent içinde neredeyse atıl kalan yaya yollarının düzenlenmesi ve kentin otomobil değil yaya öncelikli olması gerekliliği, kent içi ulaşım ve toplu taşımanın önemi, çocuk-yaşlı, engelli, bisikletli vb yayaların erişilebilirliği için yaşanabilir kentsel mekanların düzenlenmesi adına yerel belediyelere alternatif çözüm önerileri getirebilen etkinlikler gerçekleştirdik. Bu konularda farkındalık sağlanması ve duyarlılığın arttırılması meselesini ise öncelikli amacımız edindik. Bu amaç doğrultusunda halen etkinlikler düzenlemeye, projeler üretmeye, sokağa çıkan ve sokağı yaşamak isteyenlerle bu farkındalığı paylaşma yolları üretmeye devam ediyoruz.

Tüm bu yaşanmışlıklar ve bir araya geliş nedenimiz ile birlikte derneğe yakışır bir yıldönümü düzenleyelim dedik. Kent içinde bir güzergah belirleyerek, Sokak Bizim Derneği 1. yıl dönümü yemeğini bu güzergah üzerinde bulunan, gezen, yüzen, geçici ya da kalıcı ama sokağa taşan ve orayı yaşatan lezzet duraklarında tadarak gerçekleştirelim istedik. Merkezi ve mümkün olduğunca erişilebilir bir güzergah belirledikten sonra başlangıç noktası için Kabataş'ı seçtik. Burası her ne kadar önemli bir aktarma merkezi olsa da tramvay durağı, metro, iskeleler ve otobüs durakları arasındaki bağlantıların sıkıntısını, bizzat yeniden yaşadık.

Telaş içinde adımlanan yolların arasında serpiştirilmiş gibi duran ve koşuşturan insanların derdine yetişen seyyar atıştırmalıklar ile baraka tipi mekan içinde sunulan ekmek arası çeşitlemeler başlangıç menümüzü oluşturdu. Sucuk-ekmek, köfte-ekmek ikililerinin siparişleri hazırlandı. Kimimiz "E yol uzun, şimdiden karnımızı çok da doyurmayalım" diyerek iştahını diğer lezzet duraklarına sakladı.



Kabataş'taki taksicilerin uğrak noktası olan tulumba tatlıcısı artık akşam olduğu için tezgahını kapatan simitçinin arabası ile yan yanaydı. Burada durup atıştırırken, az ileride, sıkışık trafikte nefesi kesilen araba sahiplerine çay sunan seyyar çaycının, sandviç tezgahının reklamını yapmayı ihmal etmediğini de fark ettik.

Yemeğimiz sırasında etkinlikten haberi olan ve lezzet güzergahına katılanlar dahil haberi olup da zamanı olmayan bir çok arkadaşımızın da "geçerken uğradım" dediği anlara şahit olduk. Haberi olmayan tanıdıklar ise yine bizi görüp geldiler ve şen şakrak hallerimiz ile yemeğimizden bir parçaya (çok değil) ortak oldular!


Kalabalığın ve akışın içinde yemeğimizi yerken, çoğumuzun öğrencisi olduğu Mimar Sinan Üniversitesi Fındıklı Kampusu'nda geçen yıllarımızı yâd ettik. Burada geçen 1 saat boyunca, bizi doyuran amcalarla sohbet ettik. İşin en keyifli yanı da hoşsohbet olmaları… Özellikle köfte-ekmek-sucuk ekmekçi amca kendi doğduğundan beri var olan ve "aileden yadigar" diye bahsettiği işini ve mekanını kısaca anlattı. Buranın, Beşiktaşlıların maç çıkışı geleneği olarak uğradıkları bir nokta olduğunu öğrenmenin yanı sıra, konumu itibariyle gelene geçene mis gibi kokan mekanın tatlı, spontane düzenini keşfettik.

Herkes bu rahat ortamdan gayet memnundu. Her ne kadar yol üstü ve kalabalığın içinde lezzetli bir mola noktası olarak deniz kenarına yakın olup, korkulukların ardında kalsa da…

Bizlere yeşil yanarken yaya yolunun tam ortasında duran arabaların neredeyse üzerinden atlama suretiyle alana veda ettik. Lezzet kokusunu deniz kokusuyla karıştırarak son kez içimize ve aklımıza işlemeye çalışsak da çok geçmeden egzoz kokuları kendimizi tramvaya atmamıza neden oldu.




Tramvayda 18 kişi, Eminönü'ne doğru yol aldık. Bir yandan da lezzet işbölümü yaptık. Orada da balık-ekmek yiyenler olacaktı ve tabi ki bu bölüme talip olanlar öncesinde köfte-ekmek vb yememişlerdi. Yoksa yemişler miydi? Her neyse, unutmadan; tramvayda bir çeşit tiyatro yaptık. Dernekten, faaliyetlerimizden, kutlamamızdan, etraftaki insanların da duyacağı şekilde dikkat çeken ses tonlarında sohbet ettik. Şakacıktan da olsa başarmıştık; merak edip soranlar oldu ve başladılar trafikten arabalardan veryansın etmeye! Ve geldik Eminönü'ne… İnmeden önce de, ardımızda kalan yolculardan lokma tatlıcısına uğramamız gerektiği önerilerini aldık.

Artık iyice karanlıktı. Çoğumuz, "Eminönü'nünde balık ekmek keyfi hafta sonu, gündüzleri yapılır" diye deneyimlemiştik. Akşam deneyimlemesini ve görüntüsünü merak ediyorduk. Tramvaydan inip boş alt geçitlerde kalabalık gezdiğimize sevindik biryandan da. Sonunda rengârenk ışıkları olan seyyarların arasına daldık. Ne yalan söyleyeyim, turşuculara ve bu güzel turşuların can alıcı renklerdeki sularına karşı koyamayıp teknelerin oraya doğru çocuklar gibi koşarken birbirimizi unutuverdik.

 

 

 

 

 

 

 

 




 

 

Hafif aralıklarla boş beton alanı renklendirmiş, keyiflendirmişlerdi. Buradaki satıcılar ilginç insanlardı. Fotoğraf çekerken adeta modellik yapıyor, örneğin mısırcı bir yandan tezgahın ışığında kitap okuyordu. Balık-ekmek teknelerinin kenarına tünemiş insanlar da bizleri gördükçe gülümsediler. Heyecanlı gençler olarak, Eminönü gecesinin pırıldayan sahiline karşı balık-ekmeklerimizi de yedikten sonra Galata Köprüsü'nü adımlamaya başladık. Gündüz vaktinden alışık olduğumuz "balıkçı kalabalık" gece yine ordaydı. Bol şenlikli bir balık tutma seansı...

Yürüdük vardık Karaköy'e… Canımız tatlı çekerken, burada aslında "canım tatlı çekerken" demeliyim, tulumba tatlıcısının tezgahına attım kendimi. O kadar lezzetliydi ki! Aynı zamanda aramıza yeni katılana arkadaşlar da hemen yanı başındaki nohut pilavcıya uğradı.

Dediklerine göre o da "tam kıvamında" imiş. Benim tatlıcı da nohut pilav yiyor, yanı başında duran midye dolmacı ile laflıyordu ki o saatte midye dolmaların durduğu tezgahı, başındaki kalabalıktan göremiyordunuz. Limonu sıkıp ağza atıvermeyi İstanbul halkı olarak pek seviyoruz sanırım. Bir projemiz sırasında İstanbul'daki midyelerin yaklaşık %70'inin Yenikapı'dan çıktığını ve Yalı mahallesinde ayıklanıp temizlendiğini öğrenmiştik.

Sanırım son kalkan "tünel"i yakalayarak "tatlı üstüne ne iyi gider bu kutlamanın sonunda" diye sorduk birbirimize, susamış kişiler olarak cevabını gayet iyi bilerek. Tünel meydanına vardığımızda dolaşmaya başladık. Zaten Asmalımescit sokaklarına hafta içi her akşam taşan insanların sayısı ılıyan hava ile birlikte artmıştı. Geride bıraktığımız gündüz nüfusu bir hayli fazla olan, ancak gün bittiğinde sessizliğe bürünen Eminönü ve Karaköy'den sonra bu sokaklar kutlamanın son demleri için idealdi.

İçeceklerimizi elimize alıp Şişhane'ye inen merdivenlerde bir süre oturduk, biraz günü konuştuk, biraz da hayal kurduk. Asmalımescit sokaklarına devam ettik. Hafta sonu olsa, mekanların önünde birkaç "seyyar" atıştırmalık, yürürken tadını alıp devam edilebilecek minik tezgahlar olurdu. Bu sefer yoktu.



Elimizdekileri, seyyar halde dolaşırken bitirmiştik. Birden soğuyan Nisan gecesinde, bir arkadaşımızın davetiyle bir sobanın dibine ve o sobanın ait olduğu mekana vardık. Ama yine ve hala sokaktaydık. Mekana ait leziz "grappe"lerin tadına baktık. Grappe, şarap yapım sürecinde üzümün posasından elde edilen bir tür içki. Minik bir porsiyon, 2 yudumda içilebilecek türden. İçeceğini çok ılıtmadan kısa sürede lezzetle keyiflenmek isteyen bizler için kutlamamızın sürprizi oldu. Oturduğumuz yerin tabelası yoktu. Ancak saate baktığımızda içinde "Şimdi Kahve" yazısını gördük. Mekanın içi çok çekiciydi, nitekim mimarların uğrak mekanı olduğunu öğrendik. Ancak biz sokakta olmayı tercih ediyor ve kutlamanın da artık sonuna geliyorduk. Başka bir zaman gidip meşhur çorba, makarna ve tatlı çeşitlerinin tadına bakmaya karar verdik. Bugün "Sokak Bizim"di.



Evlere dağılırken bazı arkadaşlarımızdan seyyar yemeklerden tatma konusunda itiraflar geldi. Ancak bu deneyim sonrasında çok zevk almış ve çekincelerini aşmışlardı. Hemen şunu düşündük; aslında "sokak" sembolik olarak çok fazla konuyu ve duyguyu anlatan bir kelimeydi bizim için. Bu yazıda da belki, fiziksel karşılığı tam olarak "sokak" olmayan, ancak o şekilde adlandırdığım alanlar olmuştur. Kabataş'taki seyyarlar, sokağı yaşatanlardır. Karaköy'de tulumba tatlısı yerken aldığım keyif sokağı yaşamaktır, tatmaktır. Ya da adımladığımız her yerde sokağa çıkmaktan çekinilmemelidir.

Benim çocukluğuma kıyasla günümüzde artık çocukların sokakta oynamasından nasıl tedirgin olunuyorsa, sokak lezzetlerinin tadına varmak ve sokağı yaşamaktan da aslında aynı oranda çekiniliyor sanki. Seyyarların yer seçimleri yaya akışı üzerinde, durak noktaları arasında, alt geçit girişlerinde ve iskele önlerinde… Veya kocaman meydanın ortalarına serpiştirilmiş hallerde…

Karşılaşınca mutlaka günün telaşına o noktalarda ara verin. Bir de sır; laflarken, hal hatır sorarken lezzeti daha da artıyor sanki, bizden söylemesi. Sokak sizin, bizim, hepimizin… Sohbetlerimizi bitirip vedalaşırken, 68 Kuşağı'ndan miras, söylediğimiz gibi; "Güzellik Sokaktadır"!


Bu Haberi Sosyal Medyada Paylaşın
Yorumlar
Henüz yorum yapılmamış.
Bu İçeriğe Yorum Yazın
Ad Soyad
E-posta
Yorum
Kalan karakter :