16 sanatçının katılımıyla düzenlenen “Suyun Bildikleri” başlıklı sergi, 26 Şubat 2022 tarihine kadar Pilot Galeri’de gezilebilir.
Etkinlik Hakkında
Su üzerine bir sergi yapma fikri, Hito Steyerl’in Liquidity Inc. isimli çalışmasını düşünürken ortaya çıktı. “Su”yun bugünü anlamak ve anlatmakta güçlü bir metafor olarak kullanıldığı çalışma, finans/politika gibi mecazi anlamda; dövüş sanatları ve su dalgaları gibi gerçek anlamda, bir hipermetinle işler. Hızla değişen dünyada ayakta kalabilmek için akışkan bir uyarlanabilirlik gereklidir. Bu kavram, zorluklar ve değişim karşısında hayatta kalma ve uyum sağlama hikayesinde vücut bulur.
Tsunamiler, dev dalgaların yıkıcı gücü, yükselen su seviyesinden sular altında kalması beklenen şehirler ve iklim değişikliği ile birlikte zorunlu bir gündem oluşturmakta. Çok yeni de değil, 80’lerden beri petrol savaşlarının yerini su savaşlarının alacağı, su/suzluk sebebiyle büyük göçlerin gerçekleşeceği öngörüsü hem akademide hem popüler kültürde yansımalar bulmakta... Afrika’dan Orta Doğu’ya uzanan bir coğrafya aşırı kullanım ve yetersiz politikalar sebebiyle temiz suya ulaşamazken, bu coğrafyanın kuzeyinde kalan ülkelerin ise yakın zamanda sular altında kalması beklenmekte. Su hem bir tehdit hem risk altındaki bir değer olarak gündemi haklı olarak işgal etmekte.
Sergi, içinde bulunduğumuz dönemin belirsizliklerini ve krizlerini “su” üzerinden okumak isterken, bir gerçeklik ve metafor olarak “su”yun akışkanlık, uyum sağlama, şekilsizlik özelliklerini tartışmaya dahil etmeye çalışır. Sergi, suyun hem ayıran hem birleştiren, kimileri için bir sınır çizgisi, bir eşik, diğerleri için asla ulaşılamayan bir hayal ülkesi oluşunu tartışır. 2. Dünya Savaşı’ndan beri yaşanan en büyük insan göçünün de kaynağı olan su, 1830’ların Japonya’sından 3019’un İstanbul’una, geniş bir zaman kesitinde sanatçıların eserlerinin odağına oturur.
“Su”, dünyadaki yaşamın temeli ve canlılığın en belirgin özelliğiyken kimi zaman belirsizliği göğüslemenin de bir yolu olur. Sergide yer alan sanatçılar, zaman zaman doğanın tehdit edici gücü, bazen de bir engel ve risk altındaki bir kaynak olarak suyla olan ilişkimizi sorguluyor. Bilimsel gerçeklerden olduğu kadar, kişisel deneyimlerden de yararlanan çalışmalar, yaşamın, toprağın ve hatıraların su ile birlikte değişimini/yok oluşunu mesele ediyor.
Innergy-Watery Incantations
Gözde Mimiko Türkkan’ın Türkiye’de ilk kez gösterilecek olan video çalışması Innergy / Watery Incantations (2021), “akış”a odaklanarak, suyun en temel yapısal özelliğini anlamaya çalışır. Sanatçının 3 yıla yayılan bir süreçte tamamladığı çalışmada, 6 farklı ülkede çektiği “su” görüntülerinin üzerindeki ses; insan ile su arasındaki ilişki üzerinden, bilincin sınırlarını, derinliğini, hafızasını ve değişimini konu alır. Sanatçının “su ile düşünmek” olarak ifade ettiği bir akış içinde ilerleyen video, izleyiciyi bedenin içindeki suyun hareketini/bilincini hayal etmeye yöneltir.
Can Küçük’ün sergi için hazırladığı Yüzücü (2021) isimli yapıtı, suyun her an dağılan ve zapt edilmesi gereken yapısını heykele taşır. Nesneleri birbirine geçici kuvvetlerle birleştiren iğne, mıknatıs, ataş ve benzeri gereçler, belirsiz bir yaşamın parçalarını o an için bir arada tutar. Sahip olunan şeyler, tutunulan katı yapılar/anılar birbirine flu nedenler ve çözüleceklerinin bilinciyle bağlanır.
sous les paves la plage
Ayçesu Duran’ın sergi için ürettiği çalışması, şeylerin birbiriyle ilişkisine olduğu kadar, hazır nesnelerin anlam ve işlevlerinin yapıbozumuna uğratılmasına odaklanır. Brainchild (2021) isimli çalışma, sıvı dinamiklerine tasarım aracılığıyla direnç göstermek ve deniz canlılarını eşyalaştırmak eylemleri üzerinden insan ve su; su ve plastik arası çapraşık ilişkiyi şiirsel bir dille cisimleştirir.
Mehmet Ali Uysal’ın Horizon (2013-2021) isimli çalışması, sanatçının mekânı nasıl algıladığımızla ilgili ürettiği bir dizi eserin devamı niteliğinde. Gerçeğin bükülüp, çarpıtılıp, şekillendirilip, sınırlarının genişletildiği işler ile tanınan sanatçı bu yapıtında ufuk çizgisine odaklanır. Uysal, iş hakkında “Gözlerimiz gerçekliği yalnızca iki boyutta yeniden oluşturmamıza izin verir, üçüncüyü ise hareket yoluyla kavrarız” demektedir.
Papirüs kullanımının yaygın olduğu dönemlerde, yazılı metinleri yıkayarak veya kazıyarak kağıda yeni bir metin yazılmasına imkan sağlayan palimpsest tekniği, Hacer Kıroğlu’nun çalışmasının çıkış noktasını oluşturur. Kağıda yazılan metin daha kuruyamadan yıkanır ve önceki metnin okunmaz izleri üzerine yazılmaya devam edilir. Yıkama işlemi tekrarlanarak, okunması beklenmeyen ancak yazma-yıkama ritüeline hizmet etmiş soyut bir metin ortaya çıkar.
Sanat tarihinin en bilinen dalgası olan Hokusai’nin Great Wave isimli eseri, tabiatın karşısında insanın güçsüzlüğünü gösterdiği kadar döneminin önemli bir gözlemcisi olarak sanatçının, uzun bir izolasyondan sonra Japonya toplumunun Batıya açılırken yaşadığı korkuları ve hatta neredeyse dehşeti gösterir. Bu anlamda Volkan Aslan’ın Hokusai’ye atıfla tekrarlarla çoğalttığı dalgaları, hem mutlak bir doğa olayı hem de bugünü anlamakta kullanılan bir metafor olarak düşünülebilir.
Siren
Halil Altındere’nin Siren (2016) isimli çalışması, trans-aktivist Belgin Çelik’in, Anadolu’daki gezici panayırlarda deniz kızı kostümüyle gösteri yaptığı zamanlara dair bir monoloğuyla başlar, Qübra Uzun’un masalsı görüntüleriyle günümüze taşınır. Bu hikâyeden olduğu kadar, Antik Yunan tragedyalarından esinlenen çalışma, Türkiye’nin içinde bulunduğu siyasi karmaşa ve krizleri, mafya hesaplaşmaları ve kaçış planları içeren “B film”e dönüştürür. Videonun odağında yer alan “su”, hem denizcileri baştan çıkaran denizkızlarına hem mafyatik hesaplaşmaların karanlık mekanlarına (su altı=bilinçdışı) ev sahipliği yapar.
Uğur Cinel’in sergi için ürettiği heykeli, kentin uğradığı yoğun tahribat ve aynılaştırma üzerinden kent kimliğinin yok edilerek silinen hafızasına odaklanır. ‘68 ayaklanmasının popüler sloganı, “kaldırım taşlarının altındaki kumsal”ı hatırlatan çalışma için Cinel, mermer taşların üzerine su damlaları çizer.
İz Öztat ve Fatma Belkıs’ın Suyu Kim Taşır (2015) adlı yerleştirmelerinin bir parçası olan Özgür Akacak serisi, Loç Vadisi kadınlarının taktığı ve zamanla Türkiye’nin birçok vadisinde nehir tipi HES’lere karşı başlayan mücadelenin simgesi haline gelen ‘sarı yazma’dan ilham alır. Sanatçılar, doğal boyama tekniklerine bağlı kalarak kumaşları renklendirir, tahta baskı motiflere yenilerini ekleyerek geleneksel kompozisyon repertuarını genişletirler. Mücadelede dile gelen ve sürdürülen değerleri yansıtan işlemler ve malzemelerle çalışırlar. Elektrik üretmenin nelere mal olduğunu keskin bir şekilde kavramış olduklarından, elektrik enerjisi gerektirmeyen teknikleri tercih ederler.
Kerem Ozan Bayraktar ve Aslı Uludağ’ın ortak çalışmaları Su Çizgisi (2021) isimli video, kargo gemileri ve kaya midyeleri arasındaki ilişkiye odaklanarak ekoloji ve uluslararası ticareti birbirine dolayan olay ağlarını inceler. Bayraktar ve Uludağ, yöntem olarak estetik, teknik ve maddenin tarihselliğine yoğunlaşır ve gemi gövdelerinin su çizgisi altında kalan kırmızı renkli yüzeyini ölçekler-arası bir araç olarak kullanılırlar.
Polluted Homes
Beyza Dilem Topdal’ın Kirlenmiş Evler (2020) isimli çalışması 3019 yılında Boğaziçi'nde bulunan kum tepelerinden topladığı bir dizi makro-fauna fosilini gösterir. Ne distopya ne de ütopya vadeden eser izleyiciyi gerçekle kurgunun iç içe geçtiği bir çelişkide bırakıp, onlara deniz ve şehirle karşılaşma alanı sunar. Sanatçı, 'Sakat Denizlerin Yaratıkları' araştırması bağlamında; Poyrazköy ve Garipçe'deki balıkçı kooperatifi ziyaretleri, laboratuvar görüşmeleri ve arazi yürüyüşlerinden elde edilen nitel verilerle, siborg makro-fauna türünün ortaya çıkışını hayal eder.
Serra Tansel’in boğazın balıklarına olduğu kadar, kapitalizmin vahşi işleyişine odaklanan ışıklı kutusu, bizleri inanılması zor bir gerçekliğe tanık eder. Çalışma, “büyük balık, küçük balığı yutar” sözünün bir görselleştirmesi olmaktan çok, insanoğlunun acımasızlığı ve hırslarını görünür kılar. Balıkçıların daha ağır çekmesi için büyük ölü balıkların içine küçük balıkları tıkıştırdıkları bilgisi, bu işin hareket noktasını oluşturur.
İrem Tok’un boyutlarla oynadığı işleri, dünyaya yakından bakmayı önerir. Minicik karakterler, sanatçının ansiklopedilerden kestiği coğrafi yapılara yerleşip, yeni hikayeler yaratırken, yanından geçip gittiğimiz su birikintilerinin içindeki evrenler, mikroskoplarda devleşir. Sanatçının uzun zamandır üzerine çalıştığı su desenleri, bu mikro evrenlerin bir araştırmasını içerir. Çoklukla İstanbul’daki parklar, bahçeler ve şehir içindeki su birikintilerinden topladığı su örneklerini inceleyerek başladığı araştırmaları, onu bu evreni paylaşmaya, görünür kılmaya yöneltir.
Pınar Öğrenci’nin Üstümüzden Hafif Bir Rüzgâr Esti (2017) isimli videosu dünyanın en güzel su yüzeylerinden biri olan Akdeniz’in aynı zamanda en ölümcül ve şimdilerde bir grup insan için dünyadaki en tehlikeli bölgelerden biri oluşuna odaklanır. Bir geçit, bir eşik, bir labirent olarak görülebilecek bu yer üzerinden video şu soruyu sorar: Walter Benjamin’in halihazırda bir asır önce öngörmüş olduğu üzere, sosyal düzenimizin teknolojik düzenimizle eşleşmediği kapsamlı sosyal ve teknik dönüşümler döneminde, ev/yuva ve yer/yurt nedir? Denizin üzerinde salınan bir udun şiirselliği videonun ana gövdesini oluşturur.