Tectonic Impressions / Tektonik İzlenimler

mimarizm.com / 11 Kasım 2016
1976 yılında kapılarını açan Maçka Sanat Galerisi (MSG), mimarı Mehmet Konuralp'in 'Tectonic Impressions' adlı sergisi ile sanatseverlere veda ediyor.

üstte: Maçka Sanat Galerisi planı / Mehmet Konuralp

Mehmet Konuralp'in mimari tasarımını, Prof. Şazi Sirel'in aydınlatma tasarımını, Mengü Ertel'in ise grafik tasarımını üstlendiği Maçka Sanat Galerisi, 1976 yılında Rabia Çapa ve Varlık Sadıkoğlu kız kardeşler tarafından kurulmuştu.

Zemini ve duvarları fildişi renginde seramik karolarla kaplı olan ve bu açıdan ''beyaz küp'' galeri mekanlarından farklı, deneysel bir mekan sunan Maçka Sanat Galerisi, 40 yıllık serüvenini 2016 sonu itibariyle noktalıyor.

İstanbul kültür sanat ortamında özel bir yere sahip olan galerinin veda sergisi ise, mekanın tasarımında imzası bulunan Mehmet Konuralp'in 'Tectonic Impressions' (Tektonik İzlenimler)'i ile olacak.

Sergi, 22 Kasım - 31 Aralık 2016 tarihleri arasında ziyarete açık kalacak.

Tectonic Impressions, Maçka Sanat Galerisi

Mehmet Konuralp'in kaleminden Maçka Sanat Galerisi

Testinin anlamı içinde barındırdığı boşlukla oluşur. Değer tarif eden ile edilen arasında paylaşılsa da değerin esası edilendedir. Boşluğu saran, testiye bütünlük sağlayan kabuk bazen sırlı, bazen emici, bazen de sürahi gibi boşluğu izleten çeşitli cidarlardan oluşmuş olabilir. Ancak tarif ettiği boşlukla yarışmaya kalkışıp gayesini unuttuğu zaman, testi içindeki değerli boşluğu değil, tezyin sanatını sergiler. 

Over domination of space by surfaces | M.Breuer

Yıl 1976, gene bir kasım günü, Varlık ve Rabia kardeşlere tasarladığım Maçka Sanat Galerisi açılacak. Bir kaç saat öncesi avluya Varlıklarla diktiğimiz bambularla son rötuşları da tamamlıyoruz. 

Açılış, Türkiye’nin nice saygın ressamlarının karma sergisi ile ve çok başarılı oluyor. Galerisinin kendiside en az sergi kadar ağırlıklı konu. İşin başından beri Galeriyi hamama benzetenler başı çekiyor.

Bilinmeyene bilineni yakıştırmak insan huyu….

Varlık ve Rabia, hatta Vuslat Hanım ve hatta Perihan Hanım (mal sahibi) mutlular. Projenin doğru olduğunu biliyorum. Gerisi gündem dışı…….

Aynı yılın Nisan ayında Maçka’da bir bodrum katı kiralamışlar (Varlık ve Rabia) Sevim’den beni buluyorlar, nasıl yapacağız diyorlar.

Apartman içinden başka giriş mümkün değil. Katın hemen hemen tamamı toprağa gömülü. Gönüllerinde yatanı, badana boya, ikide lamba ile yapmak mümkün değil, ayrıca değmez. Önerdiklerime Rabia’da Varlık’da hemen ısınıyorlar. Valideleri Vuslat Hanım evlat sevgisi ile katılıyor (katlanıyor) ve galerinin projesini kısa sürede tamamlıyorum. Haziran başı inşasına Salih ustayla başlıyoruz.

Projenin can damarını bir dizi “concept”ler oluşturuyor, uygulaması zor “concept”ler, ama başarıyoruz. “Urban Intervention”la başlıyoruz! 

Önce bodrum katın Eytam caddesine açılması, önceki bahçede kısmen hafriyat gerektiriyor. “Sunken courtyard” hem düşük kotta sergileme mekanı doğuruyor. Hem de galeriyi toprak altından kurtarıyor. Eytam caddesine “largo” açıyoruz. “Undulating Wall” üst bahçeyi tutan ve kişiyi yönlendiren ikinci concept.

Tabii mal sahibi Perihan Hanım yazlığa gittiği için kendisi dönmeden yapıp bitiriyoruz. (Döndükten sonraki ağzı açık halini anlatmaya gerek yok)

Düşük avluya artık cephe varan galeriyi acaba saydam mı giydirelim arayışına katılmıyorum. Sanatta vitrin işi olmamasını savunuyorum. 

Luxor da krallar vadisi, Fethiye’de Likya Mezarları, Ajanta tapınakları derken, (zaten düşük avluya ve kıvrılan duvarla senaryosuna başlamış olduğum) ehramların gizeminde buluşuyoruz. Rabia ve Varlık’la.

Giriş, apartmanın ortasını tutan cılız bir kolonla ikiye ayrılıyor, kolonu genişletiyoruz ikili girişimiz dengeleniyor. Conceptler birbirini tamamladıkça, iç bölümlerin tarifi de, statik kurgu elverdikçe kendiliğinden geliyor. 

Önde çok maksatlı dikdörtgen mekan ve arkada 2 ayrı bölüm, tek mekan yeknesaklığından kurtulmamız lazım zaten, kızların para, eski giyim gibi özel ve çok kıymetli koleksiyonlarını teşhir etme istekleri var. Böylece arka mekan birazda “sanctum” oluyor. Mekanlar kısıtlı boyutlarda; düzlemlerden vazgeçip mekanı bütünlemeyi tercih ediyorum. Söğütün 10*10 ‘ları var piyasada, hem yer, hem de duvarlar için uygun, hem rengi de oldukça tarafsız, iç ve dışta modüler bir bütünleyici matrix oluşturuyor. Hamam mı galeri mi savaşı da burada başlıyor tabii…

Rabia ve Varlık bir adım gerilemeden olayı sahipleniyorlar, rahatlıyorum.

Galeri aydınlatılması ise ayrı bir macera… Tavanların alçaklığını kaybetmek, derinlik kazandırmak için aklıma ışık geçirgenliğine senelerdir. hayran olduğum Norveç’teki evin perdeleri geliyor. Eski karartma perdelerinin beyazı. Çeşitli zorluklarla getirtiyoruz. Projeyi Sazi Sirel Bey’e yüklüyoruz. Perde işinde o biraz çekimser, neyse sonunda benimsiyor ve son derece homojen bir aydınlatma sağlıyor. Beni en çok sevindiren o boşluk ve derinlik hissinin kazanılması tabii… Derken Mengü’nün Maçka Sanat Galerisi için tasarladığı amblem tasarı mı bütünlüyor ve ayın sonunda Varlık, Rabia, Sazi Sirel, Mengü ve ben derin bir nefes alıyoruz ve en önemlisi; Perihan hanım kızlara “enfant gate” demekten artık vazgeçiyor.

MSG ile ilgili öykümden bugün aklıma gelenler, bir dizi fragmanlar bunlar…

Galeriyi sevenler çıktı, bir o kadarda savaş açalar çıktı ama ciddiye almayan çıkmadı bu yirmi senede…

Galerinin, kendisi ile bütünleşen onca değerli sanatkara alt yapı oluşturması benim için tarifi güç bir doyum. 

Galerinin Sarkis’le bütünleşip Beaubourg’da 1/1 maketinin sergilenmesi, Francois Morelet’nin bu küçük galeriyi “Bu galeri boş olduğu vakit bir harika, Aya İrini gibi…Galeriyi boş olarak sergilemeye küstahlığım yetmediği için (Yves Klein bunu daha önce yapmıştı) duvarların dokusuna dayanan ve bu dokunun hatları gibi gözükebilecek dört tablo gerçekleştirdim” sözleri ile tanımlaması, mekanların yönlendirici olsa da yaratıcı duygulara uyumlu bir partner olduğunu kanıtlıyor, kanımca. 

Gene Morelet’nin dediği gibi “sıradan bir mekan olmamanın” muhasebesini yapmak ise kritiklerin uğraşısına kalıyor.

Yıl, 1996 gene bir Kasım günü bunları yazarken arkama bir cesaret bakıyorum, neler kalmış ki?

Başta Varlığı yitirmişiz.

İstanbul’a bakıyorum nerede ise o da yok. Sanki bu şehirde doğmamışım. 

Sahiller yok olmuş, vadiler yapılarla dolmuş, Markiz yok. Kumkapı’da Gafur yok. Gramatikos Moda’dan göçeli yıllar olmuş galiba rakının tadını da beraber götürmüş…

Yalnızlık çöktükçe çöküyor insanın içine, kaybolmuşluğun hüznü…

Ama bir dakika, galiba haksızlık ediyorum, sanki eski bir dost hala göz kırpıyor. Üstelik dimdik ayakta, ne yaşlanmış nede eskimiş. Çağırıyor merdivenlerden iniyorum avluya, yeni bir sevgi ile onca yıl yok oluyor, zaman hiç akmamışçasına kucaklıyor ve beyaz şarap, kuru dut eşliğinde hasret gideriyoruz.

Kaynak
www.konuralp.com.tr


İlişkili Haberler
Etiketler
Bu Haberi Sosyal Medyada Paylaşın
Yorumlar
Henüz yorum yapılmamış.
Bu İçeriğe Yorum Yazın
Ad Soyad
E-posta
Yorum
Kalan karakter :