Şehir plancısı yazarımız Gizem Kıygı, kent profili yazılarına Mostar'ın küçük kardeşi Blagaj ile devam ediyor.
Blagaj bir kent değil. Mostar’ın gölgesinde kalmış küçük kardeşi belki de. Ben de ilk defa mistik kokulu bir yer anlatmayı deneyeceğim, daha çok bir coğrafya. Resimlere baktıkça şunu düşünüyorum: “Ne kadar anlatabilirsem”.
Bu yazıyı yazmadan önce bir kenti betimlemenin bana kolay gelen taraflarını düşündüm. Yolların kuş bakışındaki dilini, meydanlara kavuşumunu, tarihin taşlardaki, tuğlalardaki biçimlenmelerini, izlerini, insanların ritmini… İsterseniz siz buna mesleki bilgi deyin. Ben de, insan aklıyla kurulu olanın yine insan aklıyla çözümü olduğunu iddia edeyim.
Yazıyla Blagaj gibi bir coğrafyayı anlatmak, duyusal deneyime odaklanmayı istiyor. Renklerin geçişi mesela, kokusu, nehrin akarken çıkardığı gürül gürül ses (nehir akışına “gürül gürül” sesini ilk kim yakıştırmıştır acaba? Başka dillerde nasıl, hangi yazıya dökülmüştür nehirlerin sesi? İnsanın dili doğada duyduğu sesin tınlayışını değiştirir mi?) dik kayalığın 90 derece yükselişinin radikal kalmadığı o uyum… Doğada fiziksel duyumun aklileşmesi, aklileştiği anda kamusala (yazıya) dökülüşü de oldukça politik bir edim (yazılı, işitsel, görsel ya da bedensel olsun, dilin politik bir bağlamı vardır -nehir Türkçe gürül gürül akar) ve farklı bir maharet, sanatın genişlettiği alanı istiyor, edebiyat gibi. Bu yazı elbette ebedi bir yazı değil, o nedenle “Ne kadar anlatabilirsem”.
Savaşın gölgesinde…
Balkanlar, özellikle Bosna ve Hersek, ülkemiz seyahatseverleri için oldukça popüler bir coğrafya. Ülkelerin bir kısmına vizesiz gidebilmek, Avrupa’nın diğer yerlerine göre bütçeyi zorlamaması, kültürel yakınlık, bunun nedenleri arasında sayılabilir. Öyle ki herhangi bir yere gittiğinizde Türkiyeli diğer gezginlerle karşılaşmaktan başka bir ülkede olduğunuzu dahi anlayamayabilirsiniz.
Google Translate harikası yönlendirme tabelası
Gezi içeriklerinde rotanızı hazırlamak için çokça ayrıntı bulmanız da mümkün. Ancak, bana kalırsa, bu anlatıların dışında seyahatinizin hissiyatını şekillendirecek şey kentlerdeki savaş izleri oluyor. Bölgede 90’larda yaşanan savaş kentin hafızasında izlerini koruyor. Mostar Köprüsü'nün üzerinden nehri ve eski kentin güzelliği ile birlikte köprünün yıkılış hafızasını da görüyorsunuz. Binalarda ve kaldırımlarda havan toplarının izlerine bakarak yürüyorsunuz. Açıkçası bu hafızaya Türkiyeli olarak tanıklık etmek garip bir his. En nihayetinde şiddete ve şiddetin zorunlu kıldığı göçlere o kadar da uzak bir coğrafyada yaşamıyoruz. Eğer ziyaretiniz biraz uzunsa, hafızanın yarattığı çağrışımlar, geçmişe duyduğunuz korku biraz yoğunlaştıysa, Blagaj’ın suyun akışına kapılıp nefes almayı kolaylaştırdığını söyleyebilirim.
Patikaya serilmiş nar taneleri
Ben Blagaj’a Saraybosna’da uzun süre yaşayan arkadaşlarımın tavsiyesiyle gittim. Mostar’a oldukça yakın bir kasaba. Merkezden kalkan otobüsle yaklaşık 15 dakika sürüyor. Otobüs saatleri internette bulunabiliyor. Kaçırırsanız da sorun yok. Örneğin, biz günbatımının güzelliğine kapılıp son otobüsü kaçırdık (iyi ki öyle oldu) ancak Blagajlılar 10 euro gibi bir fiyata anlaşıp turistleri Mostar’a götürmeye alışmışlar, dolayısıyla ulaşım sıkıntı olmuyor.
Kasabaya vardığımızda bizi sapsarı dağlar ve güzel nar ağaçları karşıladı. Blagaj’ın bulunduğu bölge, iklim açısından oldukça özgünmüş. O yüzden arıların buradaki çiçeklerden yaptığı ballar şifalı. Yanınıza bol bol bal ve gittiğiniz mevsime bağlı olarak nar suyu ve nar ekşisi alabilirsiniz.
Minik nar ağaçlarını izleye izleye Blagaj Kalesi’ne ulaştık. Ben kaleye tırmanmadım. Yine de kaleye giden yol oldukça keyifliydi. Kışın ortasında ışıyan güneş de o gün bana bir iyilik yaptı, güzel kokuların, renklerin tadını çıkardım. Kulağımda yerel radyonun güzel müzikleriyle saatlerce yürüdüm. Burası tırmanış, dağ-bayır yürüyüşleri sevenlerin tercih ettiği bir güzergah. Yaz aylarında kamp alanları da kuruluyor. Nehirde rafting de yapılıyor. Yurtdışında doğa sporları arayanların dikkatine...
Kale yolundan kareler
Nehirleri takip edin
Şimdi gelelim anlatının beni zorlayan tarafına… Blagaj’a Buna nehrinin kıyısına kurulan derviş tekkesinin bulunduğu o muhteşem yeri görmek için gitmiştim. Kasabanın girişinden tekkeye gidişin anlaşılması biraz zor oluyor. Balkanlar’da edindiğim en güzel deneyimlerden biri, “nehirleri takip et”. Yol arkadaşımla birlikte usul usul nehrin kıyısından ilerlemeye koyulduk. Yolun taşlarının, evlerin taşlarının, minik köprülerin taşlarının büyüsüne kapıla kapıla yürüdük. Dağların ve nehrin birbiriyle konuşmasını dinleye dinleye yürüdük.
Karşımıza çıkan minik bir köprü bizi içeri davet etti. Kapalı köprünün içerisinde değirmen taşı olduğu düşündüğümüz nesnelere baktık. Ne kadar büyüleyici bir kamusallık… Minik pencerelerden ışığın oyunlarını izledik, gölgelerin gözlerimi kamaştıran renkleri, dağların ve taş evlerin nehirde yarattığı yansımalar hâlâ capcanlı gözlerimin önünde duruyor. Bir yandan çevremizi ve içimizi saran huzuru idrak etmeye çalışıyor, bir yandan gözlerimizi muhteşem manzarayla dolduruyor, bir yandan da hafızamızı canlı tutacak fotoğraflar çekmeye çalışıyor, her defasında da şunu söylüyorduk: “Bu güzelliği fotoğraflamak mümkün değil”.
Nehirle birlikte suyun yükselen sesini takip ederek tekkeye ulaştık. 14. yüzyılda Sarı Saltuk tarafından kurulduğu bilinen tekke, suyun hemen yanında dik bir kayalığın yamacına yaslanıyor. Kapıda “Biz canlı her şeyi sudan yarattık” ayetini alıntılamış bir tabela var.
Kayaya yaslı ahşap tekke, suyun sesiyle ve yankısıyla o kadar bütün ki bir noktada tüm evrenin sudan ibaret olduğuna ikna olabilirsiniz. Zümrüt yeşili nehrin pencerelerde yarattığı ışık da sesle bir bütün oluyor. Tekkenin içinin bir kısmı kayalık, bu kayalık odalarda dervişler ibadetlerini gerçekleştiriyorlarmış. Doğayla ne kadar bütün bir süreç…
Tekkedeyken, coğrafyayla bütün böyle bir yapıda, tüm duyularınız sizi hayallerden uyandıracak kadar açık ve kuşatılmış oluyor. Belki de bu yüzden, tekkenin suya yakın eteğinde otururken, dünyanın olanca sesi, kokusu, rengi ve nemi ile sarılı iken, bütün bir fiziksel gerçekliğin içinde kendimi bir rüyada zannettim. O esnada güneş batıyordu ve bulutları pembeye boyuyordu.