Gezgin yazarımız Ömer Kokal’la birlikte bu kez İtalya’nın kuzeyinde yer alan, Fransız etkileriyle harmanlanmış Torino kentinin tarihi ve doğal güzelliklerini keşfe çıkıyoruz.
Torino’nun bedeni İtalyan, ruhu ise Fransız. Kent, İtalyan ve Fransız etkilerini harmanlayarak kendi karakterini yaratmış. Bunun sebebi ise coğrafi konumu. İtalya’nın kuzeyinde yer alan Torino, Fransa ile sınır komşusu. Yüzyıllar boyunca bölge İtalyan ve Fransız etkileriyle harmanlanmış. Bu durumu kentin mimarisinden, yeme içme kültürüne kadar pek çok alanda görmek mümkün.
Günümüzden yaklaşık iki bin yıl önce bölgeye ilk yerleşenlerin Kelt-Roman bir kabile olan Taurinler olduğu biliniyor. Kentin isim babası da işte bu kabile. Bizim Toroslar’la aynı ad kökeninden olan Taurin, “dağlar” anlamına gelse de, İtalyanca Torino sözcüğü “küçük boğa” anlamına geliyor. Bu nedenle kentin simgesi olan boğa, Torino’nun flamasından, meydan çeşmelerine kadar pek çok yerde karşınıza çıkıyor.
Uzun yıllar Roma İmparatorluğu’nun önemli bir askeri kenti olan Torino, 11. yüzyıldan sonra Savoy Hanedanlığı’nın yönetimi altına girmiş. Sonrasında Savoylar için önemi daha da artınca 16. Yüzyılda başkent olarak kullanılmış. Torino’nun bugün görünen muhteşem şehir planı ve mimarisi, Roma başta olmak üzere Savoy Hanedanlığı’nın mirası. Birbirini kesen ana caddeler ve sokakların açıldığı irili ufaklı meydanlar, Roma İmparatorluğu’nun mirasçısı olduğu Helen dünyasının ünlü şehir plancısı Hippodamos’u mutlu edecek şekilde planlanmış.
Meydanlar, cadde ve sokaklar boyunca, pek çoğu Savoy Hanedanlığı döneminden kalma abidevi yapılar yerleştirilmiş. Kentte bir zamanlar Avrupa’da moda olmuş ne kadar mimari stil varsa hepsinden örnekler görmek mümkün. Ancak barok tüm bu stiller arasında özel bir yere sahip. Torino’nun mimari karakterini belirleyen tarz kesinlikle barok.
Torino, ünlü otomotiv devi Fiat’ın anavatanı. Yakın zamana kadar kent, İtalya’nın otomobil şehri olarak anılmış. Tüm bunlara rağmen Torino motorlu araçlara göre değil, insana göre düzenlenmiş. Torinolular, Avrupa’nın pek çok kentinde olduğu gibi tarihi miraslarını sanayiye, diğer bir değişle modernleşmeye kurban etmemişler. Geçmişte olduğu gibi bugün de Torino sokaklarında insan öncelikli bir yaşam kurgusu var. Bu durumu en iyi araç trafiğine kapalı geniş meydanlarda vakit geçirirken hissediyorsunuz.
Keşmekeşten ve gürültüden, uzak keyifle bir şeyler yiyip içebiliyor, kentin tadını çıkarabiliyorsunuz. Ayrıca pek çok farklı mağaza, kafe ve restoranın sıralandığı revaklarla gölgelenen galeriler, “mimari insanın işini nasıl kolaylaştırır?” sorusunun cevabını verir nitelikte. Toplam uzunlukları 18 kilometreyi bulan; bizde revak, Antik Yunan’da stoa, Roma’da ise portiko olarak bilinen sütunlu galeriler sayesinde güneşten, yağmurdan ve rüzgardan korunarak alışveriş yapabiliyorsunuz.
Küçük bir meydan olan San Carlo Meydanı’nda, kentin barok tarzdaki iki önemli kilisesi San Carlo ve Santa Cristina Kiliseleri bulunuyor. Torino’da görülmesi gereken onlarca müze var. Söz konusu müzeler arasında ise Sinema Müzesi ve Mısır Müzesi öne çıkıyor.
Sinema Müzesi’nde sergilenenler kadar içinde yer aldığı Mole Antonelliana Binası da son derece etkileyici. Bina, Torino’nun simgesi sayılıyor. Kulesine asansörle çıkılıyor ve buradan tüm kent panoramik izlenebiliyor. Yarattığı sinema dili ile sektöre çok özel filmler kazandırmasının yanında, kendine özgü tarzıyla sinema tarihine önemli katkılar sağlayan İtalyan sinemasının ürettiği filmlere ait pek çok doküman, fotoğraf, afiş ve obje müzenin sıra dışı düzenlenmiş salonlarında sergileniyor.
Mısır Müzesi, Kahire’den sonra dünyanın Mısır sanat ve kültürüne ayrılmış tek müzesi olma özelliğini taşıyor. Müze 18.yüzyılda tasarlanmış olan Nobili Sarayı içinde yer alıyor.
Torino, ziyaretçilerine mimariden sanata insanın yarattığı zarif eserleri sunarken, içinde bulunduğu Piemonte bölgesi ise doğanın güzelliklerini takdim ediyor. Hafif eğimli tepelere yayılan üzüm bağları ve küçük Ortaçağ köyleri Torino’nun kırsalını cazip hale getiriyor. Dünyaca ünlü trüf mantarının merkezi Alba, çarpıcı şaraplarıyla dikkat çeken Barolo ve Barbaresco söz konusu kırsalın parlayan yıldızları.
İtalya’nın marka haline gelmiş pek çok turistik kentine alternatif olabilecek Torino’nun onlara göre artısı nedir derseniz, cevabım kesinlikle turizmin yozlaştırıcı etkisinin buralarda görünmüyor olması derim. Böylece doğal mecrasında akan günlük yaşama katılabiliyor, kalitesini yitirmemiş yemeklerin ve içeceklerin tadını çıkarabiliyorsunuz.
Kentin ana meydanı kabul edilen ve neredeyse kentin tüm yollarının birleştiği Piazzo Castello, anıtsal yapılara ev sahipliği yapıyor. Meydanın adından anlaşılacağı üzere Kraliyet Sarayı burada bulunuyor. Ayrıca Torino’nun simge dini yapılarından biri olan San Giovanni Katedrali’de bu meydanda yer alıyor. Piazzo Castello Meydanı’nda bulunan San Lorenzo Kilisesi, 17. yüzyılda inşa edilmiş. Etkileyici barok mimarisi ile dikkat çekiyor olsa da iç mekanı daha fazla göz kamaştırıyor.
Kilisenin her yanı incelikle bezenmiş. Özellikle tavan süslemeleri muhteşem. İç içe geçmiş geometrik şekillerden oluşan tavan, insanda çiçek dürbününe bakıyormuş hissi uyandırıyor. Bu kilise, insanın inanç motivasyonuyla olumlu anlamda da çok güzel şeyler yapabileceğinin iyi bir örneği.
Napolyon’un kenti terk etmesinin ardından, Kral Vittorio Emanuele’nin dönüşünü kutlamak için inşa edilen kilise, 19. yüzyılın ilk yarısında tamamlanmış. Yapıldığı yüzyılın yaygın tarzı olan neoklasizmin en iyi örneklerinden olan kilise, bulunduğu yükseltiden kenti kucaklar gibi duruyor. Antik Yunan tapınaklarına gönderme yapan cephesi son derece heybetli görünüyor. Her ne kadar cephesi tapınak izleri taşısa da, ana yapısı dairesel formda inşa edilmiş.
Kentin içinden geçen ve ona hayat veren Po Nehri, Alpler’den doğuyor. Yaklaşık 650 kilometre yol kat ettikten sonra Venedik yakınlarında Adriyatik Denizi’yle buluşuyor. Yakınından geçtiği pek çok yerleşim gibi Torino’ya da hayat veren Po Nehri’nin kentle buluşan kıyılarında sayısız ihtişamlı yapı sıralanmış. Nehrin üzerinden geçen tarihi köprü Vittorio Veneto Meydanı’na açılıyor. Meydan, gündüz sakin bir yaşam sürerken, gece hareketleniyor.
İtalyan yemek kültürünün ünlü geleneği Aperitivo, yani akşam yemeği öncesi iştah açıcı bir şeyler yeme alışkanlığı ilk Torino’da ortaya çıkmış. Bu nedenle kentte pek çok aperatif çeşidi sunan restoran var. Ayrıca ev yapımı Agnolotti raviolileri mutlaka tadılmalı. Yedi çeşit etin kaynatılmasıyla yapılan Bollito, yerel lezzetlerin öne çıkan bir başka yemeği. Tatlı olarak ise bonet ve zabaglione önerilir. Tüm bunların yanında bölgenin ünlü şarap ve peynirlerini de unutmamak gerekir.
* * *