Yarım Kalan Yaşamlar

A. Birgül Yılmaz, Y. Mimar / 21 Mayıs 2024
Yazarlarımızdan Y. Mimar A. Birgül Yılmaz; dağların arasında gizlenmiş, yüzyıllardır insanlarını beklemekte olan yerleşimleri Kentin Tozu'nda ele alıyor.

Machu Picchu. Tüm fotoğraflar: A. Birgül Yılmaz

Bir yerleşim düşünün, insanlarını beklemekte... Bir yerleşim düşünün, yaşamın devam etmesini beklemekte... Yarım kalmış burada yaşam sanki... Kendi insanları gelir gelmez kaldığı yerden devam edecek adeta...

Dağların arasında gizlenmiş böyle bir yerleşim ile başlayacağım, hala insanlarını beklemekte olan Machu Picchu ile. İnka’lar mimari alanda da çok başarılı olmuş bir toplum, özellikle de taş mimarisi konusunda. Taşları öyle bir oymuşlar ki, taşlar, harç olmaksızın üst üste veya yan yana gelerek birbirlerine kenetlenmişler. Ancak İspanyollar, Francisco Pizzaro ve adamları 1533’ten itibaren İnka’ları neredeyse yok etmekle kalmayıp, yapılarını da talan etmişler. Taşlarını da kilise gibi bazı yapıların temellerinde,  çeşitli yerlerinde kullanınca yazık ki, görülecek fazla bir şey kalmamış.

Maya’ların taş mimarlığından

Ancak And Dağları’nın arasına gizlenmiş 2.430 metre yükseklikteki Urubamba vadisinde yer alan Machu Picchu İspanyollar’ın verdiği bu zararlardan kendini kurtarmış... Yerleşim, doğanın zararına maruz kalmış ama şanslı ki, doğa yalnızca ahşap kısımlarını etkilemiş. 

Machu Picchu

1000 kişinin barındığı düşünülen yerleşim 15. yüzyılda, 1450’lerde kurulmuş, ta ki 1911'de Yale profesörlerinden Hiram Bingham buluncaya kadar da, sakinlerini beklemiş durmuş. Şehir niye terk edilmiş, ne zaman terkedilmiş, bu konuda çeşitli varsayımlar olsa da tam olarak bilinmiyor. Bulaşıcı hastalık olabilir örneğin. İnka’ların dili Quechua, bugün de konuşulmakta buralarda. Turistik anlamda baktığınız zaman, Cusco’dan keyifli bir tren yolculuğu ile Aguas Calientes’e ulaşılmakta, gece orada konaklanmakta, sabah da genellikle shuttle ile dağa çıkılmakta, yürüyüşü tercih edenler de var tabi ki. Ancak kısıtlı miktarda turist alındığından bir tur şirketi ile yola devam etmek en sağlıklısı. İsterseniz güneşin doğuşunu bu antik kentte izleyin, ya da günün başka bir zamanını tercih edin, hepsi keyifli.

Machu Picchu’nun florası, özellikle kuşları da çok ünlü. Yerleşimde doğal olarak pek çok tapınak yer almakta, ‘Intiwan’ güneş takvimi de ünlü yapılarından. İnka’ların beni etkileyen bir diğer özelliği de tarım arazileri oldu. Sarp dağlarda oluşturdukları teraslar ile yarattıkları tarlalar tarım konusundaki başarılarını da göstermekte. Ülkenin pek çok yerinde olduğu gibi burada da teraslar bulunmakta. Yerleşimdeki sarnıçlar, hala suların aktığı kanallar da sanki gelin yerleşin buraya demekte...

Machu Picchu, tarım terasları

Cusco

Aslında Cusco, Macha Picchu’dan daha yüksekte, 3.416 metrede yer almakta. Peru’nun 7. büyük kenti, kendi adını taşıyan eyaletin de başkenti. Pizzaro buraya geldiğinde, ana cadde, etrafında saraylar, güneş tapınakları, ortasından geçen nehir ile İnka’ların başkentiymiş. Yukarıda bahsettiğim teknik ile yapılan yapılar depreme de karşı dayanıklı, nitekim 21 Mayıs 1950’deki büyük depremde Santo Domingo kilisesi zarar görürken, İnka duvarları sapasağlam kalmış. 1983’te Unesco Dünya Mirası Listesi’ne giren Cusco, bu tarihten önce de, sonra da pek çok ödül kazanmış. Bizler gibi deniz seviyesinde doğup büyüyen insanlar için bu denli yükseklerde yaşamak hayli zor, yaşamayı bırakın, bir kaç gün geçirmek bile nefes darlığına neden olmakta. Nefes alamayınca gece uyumak hayli zorlaşmakta ki, adeta boğularak uykunuzdan uyanmaktasınız, bu durum pek çok turiste zor zamanlar geçirtmekte... Bir takım ilaçlar olsa da, faydası tartışılır... Kısaca Peru’dan da biraz söz edeyim, Bolivya’dan Peru’ya geçince ilk durak Puno, Titicaca gölü ve etrafındaki dağlarla çevrili bir kent. Titicaca dünyanın en yüksek gölü... ‘Uros’ denilen yüzen adalar da bir diğer ilginç noktası, bölgede 40 civarı sazdan yapılmış yapay adacık yer almakta. 

Uros’lardan- Puno

Artık deniz seviyesine inelim, alıştığımız yüksekliklere, rahat bir nefes alalım. Güney Amerika’dan Avrupa’ya geçelim, İtalya’ya gidelim, Napoli’nin Campania bölgesine... Pompei deniz kenarında kurulmuş bir kent, bugün denizden 700 metre kadar içerlerde olsa da. Macha Picchu’ya göre daha kalabalık bir kentmiş, 11.000-11.500 nüfusu varmış. M.S.62’de 5-6 şiddetinde bir deprem ile zarar görse de çabuk toparlanıyor, M.S.79’a kadar çevresiyle birlikte 20.000 kişilik bir nüfusa erişiyor. Ama Vezüv Yanardağı’nın yalnızca 8 km uzağına kurulmuş olan kent, M.S.79’daki patlamaya fazla direnemiyor. Önce taş püskürtüyor yanardağ, ki bu sırada öldüğü tahmin edilen 1.150 kişi bulunmuş. Sonra kül yağmuruna dönüşüyor Vezüv’ün püskürttükleri, daha sonra ise asıl ölümcül darbe geliyor, insanlar denize ya da nereye kaçarsa kaçsın Vezüv’ün zehirli dumanlarından kaçamıyor. Lavların sıcaklığı 250 dereceye ulaşıyor...

Pompei evlerinden

4-6 metre yüksekliğe varan kül yığını Pompei’yi yıllarca saklıyor, koruyor kenti adeta. 1592 yılında, Dominico Fontana, değirmenler için bir yeraltı su kanalı kazarken rastlıyor kente. 1764’de Karl Weber ile başlayan arkeolojik kazılar günümüzde de sürmekte. Donmuş küllerdeki boşluklara alçı dökerek pek çok insanın son haline ulaşılıyor ki, bugün daha farklı yöntemler kullanılmakta. 

Tabaklarda yarım kalmış yemek kalıntılarından tutun da, Ağustos sıcağından kalan giysilere, kurutulmuş sebze ve meyvelere, Eylül ayına mahsus ceviz, kestane gibi yemişlere, Ekim sonundan kalan şaraplara... Eylül’ün ikinci haftası basılan paralardan, hırsızların izlerine kadar her şey yarım kalan bu yaşamın izlerini taşımakta...

Pompei

Pompei’nin bugünkü sakinleri

Avrupa’dan tekrar Amerika kıtasına gidelim ama bu kez Meksika’ya. Maya ve Aztek kentlerine de bir bakalım istedim. Buralarda yaşam niye yarım kaldı, niye terkedildiler, çoğu bilinmemekte. Kısaca doğal koşullar diyelim, hızla büyüyüp kentleri sarıveren zengin bitki örtülerinden tutun da, nadas’ı bilmemelerinden kaynaklanan verimsizleşmeye kadar... Bu kez, sebep İspanyollar değil, onların gelmesinden önce kurulmuş ve yine onlardan önce terkedilmiş kentler. Piramitleriyle ünlenmiş, çoğu Unesco Dünya Miras Liste’sinde yer alan bu kentler. Örneğin, Teotiuacan 2500 yıl önce 150-200.000 kişiyi barındırmış olan bir Aztek kenti. En büyük yapısı ‘Güneş Piramid’i, gözüken boyutlarına yani bugünkü ölçülerine iki aşamalı inşaat ile kavuşmuş ve 75 metre yüksekliği ile dünyanın üçüncü yüksek piramidi özelliğini taşımakta. Altında pek çok tünelin de yer aldığı yapı, zamanında sıva, renkli boyalar ile süslüymüş. Planque, 1987’de Dünya Mirası Liste’sine alınmış ki kentin 2005’e kadar yalnızca %10’undan az bir kısmı ortaya çıkmış. Batı Yukatan’daki Puuc bölgesinde yine Unesco Dünya Kültür Mirası, Maya Kültür’ünün diğer önemli kenti Uxmal, ya da Uxmal’dan sonra bölgenin ikinci önemli kenti Kabah. İki kenti birbirine ‘beyaz yol’ anlamına gelen Sacbe denen yollar bağlamaktadır ki, bunlar kentler içindeki tören merkezlerini, tapınaklarını, yapı gruplarını da birbirine bağlayan yollardır.

Teotiuacan

Planque

Uxmal

Kabah

Chichen İtza ile devam edeceğim. Orada durum biraz farklı. Meksika’da, Yucatan yarımadasındaki bir Maya kenti, dünyanın 7 harikasından biri olma özelliğine sahip. Tam kuruluş tarihi bilinmese de kentin 1500 yıldan daha eskilere dayandığı tahmin edilmekte. M.S. 600-750’lerde gelişmeye başlayan kent, MS 1200’lere kadar da gelişimini sürdürmüş, 1547 hektarlık bir alana sahip Chichen İtza, hem en büyük Maya şehirlerinden birisi hem de muhtemelen Yucatan’ın dini merkeziydi. Kent 10. yüzyılda bölgesel bir başkent olma niteliğindeydi. Onu bu kadar önemli kılan özelliklerinden birisi de yeraltı su kaynaklarına sahip olmasıydı. El Castillo’da denilen ‘Kukuul Kaan’ piramidi 24 metre yüksekliğe sahip, hani yükseklikte belki çok iddialı değil ama, astronomi ve matematikte iddialı, örneğin 4 cephesindeki 91 basamakla çıkılmaktaki 4x91=364 artı tepedeki düzlük... Maya kentlerinin olmazsa olmazı, top oyun sahaları ki, burada topun geçtiği çember 9 metre yüksekte.  Kazananların ödüllendirilip, tanrılara kurban edildiği oyunları var ya... Chicken İtza’yı diğer Maya kentlerinde ayıran bir diğer özelliği de 16. yüzyılın ortalarından itibaren İspanyol egemenliğine girmiş olması.

Chichen Itza, top sahası

Chichen Itza’dan

Evet, yüzyıllardır insanlarını bekleyen bu kentler, artık bizleri, ziyaretçilerini beklemekte, hala arkeolojik kazıları sürmekte, hala gizemleri devam etmekte...


Etiketler
Bu Haberi Sosyal Medyada Paylaşın
Yorumlar
Henüz yorum yapılmamış.
Bu İçeriğe Yorum Yazın
Ad Soyad
E-posta
Yorum
Kalan karakter :