"Amaç, Tarlabaşı'nı 'Beyaz' İnsanların Yaşayacağı Bir Yer Haline Getirmek"

Aslı ELİTSOY / 11 Kasım 2008

 

Tarlabaşı'nın suçla ve şiddetle anılmasının altında yatan en büyük neden göçle gelen insanlar tarafından oluşturulmuş bir bölge olması mı? Bu şekilde oluşan pek çok yerleşim yeri varken neden Tarlabaşı suça daha fazla meyilli?

Aslında galiba şunu vurgulamak lazım; Tarlabaşı tekil bir örnek değil. İstanbul'da ve dünyanın başka kentlerinde Tarlabaşı'na benzer yerler bulabilirsiniz. Çünkü özellikle son 20 yılda, toplumların giderek daha kolay ve daha keskin bir biçimde gözden çıkarabildikleri alt kesimler oluşuyor. Bu gözden çıkarılan kesimler, mekansal olarak da gözden uzak yerlerle bir şekilde buluşuyor ve oralarda kaderlerine terk ediliyorlar. Yine bu alanda araştırma yapan bir akademisyen olan Bediz Yılmaz'ın bir ifadesi var. Tam da bu kentsel dönüşüm projeleri bağlamında, Tarlabaşı'yla ilgili bir röportajda kendisine sorulan bir soru üzerine şunu söylüyor: "Bu insanlara burada yaşamak için fazla yoksul ve fazla çirkinsiniz deniyor" Zamanla bu durum giderek derinleşen, bütün o yoksulluk ve çirkinlik koşullarının kendini yeniden ürettiği bir döngüye dönüşüveriyor. Bu Tarlabaşı'na özgü bir şey değil. Topluma bir biçimde dahil olmak için ellerinde hiçbir aracı olmayanların kendi hallerine bırakıldıkları, kendi kaderlerine terk edildikleri bir politikanın bir yansıması bu.

 

Ama Tarlabaşı bu anlamda Ümraniye veya Sultanbeyli'deki bir mahalleden çok farklı.  Diğer varoşlara göre kentle daha çok iletişim kuruyor, çünkü kentin merkezinde bulunuyor.

Kentin merkezinde ama aslında kent merkezi bir bulvarla birbirinden korkunç farklı iki dünyaya ayrılıyor. Tarlabaşı'nda yaptığımız görüşmeler sırasında birisi şöyle demişti: "Medeniyetin 150 metre aşağısı burası". Bir de şöyle bakmak lazım; hani o "iyi", "güzel", "temiz" insanların, içinde olmaktan keyif aldıkları merkezin kendini tanımlayabilmesi için hemen yanı başında kendinden daha kötü, daha çirkin, daha az temiz, daha az kabul edilebilir bir çevreye de ihtiyacı var. Aslında bütün o "gayrimeşru" haliyle Tarlabaşı, o çok temiz, çok canlı, ışıl ışıl görünen yeri besliyor. Yani bu haliyle orada olması, bir taraftan da aslında kabul edilen ve arzulanan bir durum belki bir ölçüde. Ama şimdi öyle bir dönemece geldik ki artık tamam işlevini tamamladı. Şimdi artık başka bir aşamaya atlamak gerekiyor. Çirkindiniz, yoksuldunuz, işe yaramazdınız, marjinaldiniz ve bir şekilde burada olmanıza göz yumuldu. Ama artık temizlemek gerekiyor. Kent planlaması, konut piyasası, sermaye vesaire bir takım değişimler yüzünden, "nereye giderseniz gidin" deniyor bu insanlara.

 

Tarlabaşı Projesi'ni yürüten şirket de bölgede demografik bir takım verileri elde etmek için bir araştırma yaptı. Siz bu araştırmanın ayrıntılarını biliyor musunuz?

Sadece Şehir Plancıları Odası'nın Tarlabaşı panelinde dile getirilen kısmından haberdarım. Araştırmayı tamamen incelemeden üzerine bir şey söylemek ne kadar doğru bilmiyorum. Ama kaygılar çok farklı olduğu için muhtemelen bütün o toplumsal gerçekliği, orada yaşayanların şimdiye dek biriktirdiklerini anlamaya dair bir çalışma değildir diye düşünüyorum. Panelde konuşulanlardan, mülkiyet ilişkileri üzerinden bir takım sonuçlara erişmenin amaçlandığını sanıyorum. Bizim de araştırmamızda benzer bir takım rakamlar var. Oturanların üçte birinin ev sahibi olduğu bir yerde, yine sadece üçte birinin dönüşümün nimetlerinden faydalanabileceği bir popülasyondan söz ediyoruz. Ev sahibi olmayanların, her anlamda mülksüz olanların ne yapacağı, nereye gideceği, nerede yaşayacağı, hayatını nasıl idame ettireceği konusunda herhangi bir şey yok. Zaten muhtemelen böyle bir girişim çok umurlarında da değil.

 

Bahsettiğiniz gibi o bölgenin yarısından fazlası kiracı ve bunların nereye gideceği şu an muallak.

Belediyenin de böyle bir tasavvuru yok zaten. İncelediniz mi bilmiyorum, "50 Soru 50 Cevapta Tarlabaşı Yenileme Projesi" diye bir rehber hazırlanmış. Sorulardan bir tanesi şu "Mülk sahibi olmayanlara kira yardımı yapılacak mı?" Cevap tek kelimelik bir cevap "Hayır"! Bütün bu projenin ana tasarlayıcısının zaten böyle bir kaygısı yok ki uygulayıcının böyle bir tasavvuru olsun. Çünkü onlar, yani ev sahibi olmayan insanlar, zorunlu göçle gelenler, Afrikalılar, travestiler, zaten hiçbir koşulda kimsenin çok umursadığı insanlar değil ki orası dönüşürken nereye gidecekleri umurlarında olsun.

 

O halde problem ortadan kalkmayacak. Bu insanlar nereye giderse onlarla birlikte oraya gidecek.

Evet, problemlerin yeri değişiyor sadece. Ama zaten projedeki temel amaç da Tarlabaşı'nı temizlemek. Panelde bütün o mimarlık, restorasyon tartışmaları dönerken şöyle şeyler söylendi; "çok güzel illüstrasyonlar", "yeni hali çok güzel olacak", "kim istemez ki burada yaşamayı", "biz de yaşamak isteriz". Zaten galiba temel mesele şu orayı bizlerin, yani "temiz" ve "beyaz" insanların yaşamak isteyeceği bir hale getirmek. Binaların yenilenmesinin ötesinde, o gruplardan bir şekilde "kurtulma" isteği var. Sonuçta sorunu başka bir mekana atmış olacaklar. Kentin geneline yayılacak bir problem olarak yaşamaya devam edecek. Çünkü bu insanların çok büyük bir kısmı ilkokul mezunu, bir kısmı Türkçe bilmiyor, aile ve akrabalık ilişkileri dışında kullanabilecekleri bir yardımlaşma mekanizmaları yok. Çocukların büyük kısmı, aile bütçesine katkıda bulunabilmek için çalışmak zorunda. Romanlar açısından da meseleye bakalım, bu insanların da bir kısmı müzisyenlik yaparak kıt kanaat yaşamlarını sürdürüyorlar. Tarlabaşı bunun için çok uygun bir yer; çünkü eğlencenin merkezine iki adım mesafede. İş bulmanın, işi kovalamanın çok daha kolay olduğu bir yerdeler. Romanları da kentin başka bir yerine attığınızda bu kadar kolay mobilize olamayacaklar.

 

Bu durum, toplulukların daha fazla içe kapanmasına da sebep olur değil mi?

Elbette. Şimdi bile bu insanlar şunun farkındalar, "Biz istenmiyoruz, çöpümüzü toplamaya bile gelmiyorlar." Bir de onları başka bir tarafa attığınızda bu his daha fazla derinleşecek. Şimdi en azından çoğunluk toplumuyla, eşitsiz düzeylerde de olsa, gündelik hayatta ilişkiye geçme şansları var. Ancak şehir dışında bir yere yerleştirilmeleri, muhtemelen kendi içlerinde daha yoğun bir gettolaşma ilişkisi yaşamalarına da sebep olacaktır. Çünkü orası kendinden başka kimseyi görmeyeceği bir yer olacak. Sürülmüşlük ve marjinalleştirilmişlik hissi, insanı ister istemez içine kapatan bir şeydir. Kendinize kapanmanız, dış dünyayla aranıza bir takım duvarlar örmeniz beklenen bir sonuç. Bu durumda insanlar sistemden ciddi anlamda kopmaya devam edecekler. Bakın başlayacaklar demiyorum, zaten bir kopuş var ve bu devam edecek. Sonuçta Tarlabaşı'nı "temizlemiş" olursunuz. Ama ondan sonrası ne olur, kahin olmaya gerek yok tahmin etmek için.


İlişkili Haberler
Bu Haberi Sosyal Medyada Paylaşın
Yorumlar
Henüz yorum yapılmamış.
Bu İçeriğe Yorum Yazın
Ad Soyad
E-posta
Yorum
Kalan karakter :