Endüstri yapıları bir diğer uzmanlık alanınız. Bu alanda hangi projelerinizden bahsedebiliriz?
Endüstri yapıları, gerek boyutları ve hacimleri gerekse işlevsellikleri açısından çok enteresan yapılar. Çünkü onlar aslında birer makine. Biz mimarlar onun etrafına bir kabuk tasarlıyoruz. Fakat bu yapının içinde çalışacak insan faktörü ve konforu, tasarımlarımızda bizim odak noktalarımızdan biri oluyor. Bu yapılarda da doğal ışık, akustik, ve havalandırma konularını çok önemsiyoruz. Bunlarla ilgili önlemleri alıyoruz. Çok büyük yapılar olduğundan, cephelerinde de bu sürdürülebilir çözümleri getiriyor olmak, tasarımlarımızın en hassas konularından birini oluşturuyor.
Günümüzde sanayicilerimiz artık uluslararası arenada çalışıyor. Bu uluslararası arenada da insanların içinde üretim yaptıkları binalar adeta onların kimlik kartları oluşturuyor. O kimlik kartına bir imza koyabilmek çok güzel bir şey. İşlevsel olduğu kadar insanların mutlu yaşadığı ve iş-işçi güvenliğinin sağlanmış olduğu tesisler tasarlamak, çok ama çok değerli. O bakımdan endüstri yapılarını çok severek projelendiriyorum.
AVM projelerinizin de oldukça fazla olduğunu görüyoruz. Özellikle yurtdışında önemli projeleriniz var.
Özellikle Rusya’da gerçekleştirdiğimiz çok sayıda AVM projemiz var. AVM benim pek sevmediğim bir konudur. Çünkü insanların AVM’ye tıkılmalarını sağlıklı bulmuyorum. Bana göre tamamen tüketim tapınakları. Enerji sarfiyatının çok olduğu, kapalı, havası iyi olmayan mekânlar. İnsanları tamamen kişisellikten uzaklaştırıp anonimleştiren ortamlar bunlar. Ancak bu konuda da projeler tasarlıyoruz.
Moskova’da yaptığımız en yüksek metrekareli AVM, 150 bin metrekarelik bir proje; oradaki adıyla Capital olarak biliniyor. Bu olumsuz bakışımdan dolayı mal sahibine karşı büyük mücadele vererek -biliyorsunuz AVM’ler kapalı bir kutudur aslında- yapıyı açmaya çalıştık. Şehir ve yakın çevresiyle görsel ilişkiler kurmasını istedik, içerideki hayatı biraz dışarıya yansıtmaya çabaladık. Bununla ilgili epey didiştik ve hedeflediğimize oldukça yakın haliyle de gerçekleştirdik. Sonuçta da bir ödül aldık. Moskova’nın en iyi AVM’si seçildi. Bugün bile hala en çok iş yapan AVM. Loft Mimarlık’la ortak yaptığımız bir proje. Onlar daha çok plan ve iç donanımlarına baktılar, biz daha çok kabuğunu ve şehircilik çalışmalarını yaptık. Bu ortak çalışma sürecini de son derece verimli ve keyifli yaşadık.
Otel projeleriniz de var. Özellikle Palandöken’deki SWAY Kayak Oteli dikkat çekiyor…
O hayatımdaki en önemli eserlerimden biridir. İstanbul Erkek Lisesi’nden sıra arkadaşım Can Dikmen çok başarılı bir iş insanıdır. Onun girişimleriyle önce bir binayı restore etmek üzere bu işe girdik. Sonra o binanın çürük olduğunu anlayıp, yıkıp yerine gerçekten dört dörtlük bir bina yaptık. Bu da yine mal sahibinin kültürel düzeyi ve vizyonuyla ilgili bir şey. Sonuçta Bolu’daki yangında, kötü planlamanın ağır faturasını yaşadık maalesef. Gururla söylüyorum -tabii ki Can’ın da desteğiyle- şu anda Erzurum’da yangın önlemleri açısından eşi benzeri olmayan bir otel olduğu yönünde rapor verilmiş. İnsanların mutlulukla zaman geçirdikleri, oldukça üst düzey bir projedir. Projeye 2006’da başladık, otel de 2011’de açıldı. Burada bu otelin tasarımını özel kılan birçok faktörü dile getirmek gerekir. Öncelikle bir kayak oteli olması nedeniyle, Avusturya’nın kayak konusunda en önemli otoritelerinden Richard Möser’in eşsiz katkıları dikkate değer bir kalite getirmiştir tasarıma. Bunun yanı sıra, ülkemizin en iyi otel danışmanları ve şüphesiz otel tasarımı konusunda bana göre gerçek bir duayen olan babamın katkıları da kesinlikle yadsınamaz.


Bir de spor tesisleri projeniz var…
Bu spor tesisleri projesi, Dudullu OSB tarafından açılan davetli bir yarışmaydı. OSB içinde yarım kalmış bir spor salonunun tamamlanması ve yanına bazı tesislerin daha yapılması isteniyordu. Spor salonu 20 yıl önce yapılmıştı ve artık pek elle tutulur bir tarafı kalmamıştı. Bütün çelik ve beton konstrüksiyon çürümüştü. Biz bu nedenle iki öneri sunduk. Birinci önerimiz, yarım kalmış yapıyı kullanılabilir kadarıyla tutup güçlendirelim, etrafına sizin istediklerinizi yapalım şeklindeki bizleri çok da tatmin edemeyen bir yaklaşımdı. İkinci önerimiz ise, mevcut yapıyı tamamen yıkıp yeni bir tesis planlamaktı. OSB Yönetim Kurulu Başkanı Sn. Murat Önay’ın ileri görüşlülüğü ve destekleriyle ikinci önerimiz kabul edildi. Bildiğim kadarıyla Türkiye’nin en büyük kompakt ve çok işlevli spor tesisleri komplekslerinden biri olma kimliğini koruyor. Bir kapalı yüzme havuzu, uluslararası turnuva özelliği ve normlarına sahip spor salonu, çocuklar için ayrı bir fitness merkezi ve bunun yanı sıra 2 bin 800 metrekarelik bir alana sahip fitness bölümü ve stüdyoları var. OSB tarafından mükemmel bir şekilde işletiliyor. Hem taşıyıcı sistemleriyle hem de mekanik sistemleriyle çok sevdiğim ve başarılı olduğumuzu düşündüğüm bir projemizdir.

Bu projenin benim açımdan bambaşka bir anlamı daha olmuştur. OSB içinde sosyal hayatın canlanması, mesai saatleri dışında bölgenin çevresini saran konutların arasında kara bir leke olarak itici bir şehir parçası olmasının önüne geçen, mavi ve beyaz yakalı çalışanların ortak kullanabildiği, çevre konut sakinlerini bir araya getiren başarılı bir projedir bu kompleks. Tabii burada, yine OSB Yönetim Kurulu’nun biz mimarlara sağladığı son derece verimli ve yapıcı çalışma koşullarının bu başarıya giden yolu inşa ettiğini söylemeden de geçemeyiz.

Bir de cami projeniz var, Ambarlı Liman Camii…
Ambarlı Liman Camii için benden bir proje istendiğinde -benim için din kavramı doğrudan tevazu ve tutumluluk ifade ettiğinden- ilk önerim dikdörtgenler prizması şeklinde son derece mütevazi bir yapı kütlesiydi. Küp şeklinde, içeriye ışığı çok özel sistemlerle alan bir yapıydı. Limanın yönetim kurulu da çok beğenmişti bunu. Geçmişteki camileri incelediğimizde de görüyoruz, camide illa kubbe olmak zorunda değil. Ancak bir kubbemiz olmayacak mı benzeri sitemler yükselince, yine son derece basit bir geometrik yaklaşımla kürenin ortasından kesildiği ve ince ışık bandıyla iç mekânın aydınlatıldığı bir öneri sunduk. Benzer sadelikte, sembolik bir de minare tasarladık. Bunu yaparken de, o kürenin düzgün ve atölyede kolay imal edilebilmesini sağlayan bir taşıyıcı sistem önerimiz oldu.
Ancak ülkemizin ciddi sıkıntısı olan mimarı sadece cephe çizen bir meslek adamı olarak görme konusu, önerimizin pek de dikkate alınmamasına ve üretimin çok niteliksiz ve işi bilmeyen kişilerce yapılmaya çalışılmasına neden oldu. Detaylarımızı -son derece basit detaylardı- kaybolan geometrik disiplin sonucunda gerektiği şekilde yapamayınca, bizi tekrar tekrar bizleri sahaya çağırmak zorunda kaldılar. Sonunda bitti tabii, ama olması gereken bütçenin en az hatırladığım kadarıyla üç-dört katı bir bedel ödendi.
Bir de Sabiha Ulusoy Kütüphanesi projenizden bahsetmek isterim…
En son gerçekleştirdiğim projemdir. O bina belki de hayatımdaki en pırıltılı projelerimden biridir, anaokulu ile birlikte. Bu kütüphane aslında çok güzel birtakım tesadüflerin üst üste gelmesiyle oluştu. Düzce Belediye Başkanı’nın eskiden gazino olan ve uyuşturucu ticareti gibi işlerin döndüğü yerin yıkılıp tam tersine oraya bir kültür yapısı koyma fikriyle başladı tüm proje. Çok güzel bir arazi; yeşillik ve ağaçları da var.
Bu projeyle ilgili olarak Belediye Başkanı, Nobel İlaç için bizim tasarladığımız bir fabrika binasının temel atma töreninde, Nobel İlaç’ın sahibi Sn. Hasan Ulusoy’a konuyu açtı ve yapmak istedikleri bir kütüphane binası için kendisinden destek vermesini rica etti.
Temel atma töreni sonrası Hasan Bey, böyle bir projeyi tasarlamak isteyip istemediğimi sordu. Hasan Bey’in ofisinde bu konuyu görüşürken, kendisi böyle bir bağışı yapmak istediğini söyleyince, ben de projenin ilk aşamalarını bağış olarak yapmak istediğimi kendisine aktardım. Böylece projeye başlamış olduk.

Tüm meslek hayatımın en süzülmüş bilgilerini yansıtmak istediğim bir proje oldu. Böyle bir çalışmadan sonra ilk eskizlerimizi sunduk. Belediye de bize, belki yardımı olur diye, daha önceden tasarlanmış bir projeyi vermek istedi. Ben tamamen kafamdakini yansıtabilmek istediğimden, projeye bakmak istemedim. Sonradan gördüm, kemerli ve ortasında 3 metre genişliğinde 6 metre yüksekliğinde avlusu olan bir binaymış. Öyle bir yaklaşımın karşısında benim tasarımıma nasıl bakacaklarını merak ederek sundum. Belediye Başkanı şaşırtıcı derecede beğendi, çok olumlu yaklaştı. Sn. Hasan Ulusoy Alman Lisesi mezunu, Almanya’da okumuş, öyle bir kültürün insanı. Zaten başından beri çok barışık böyle bir projeyle. Her iki taraf da projeyi onaylayınca, belki de Türkiye’nin metrekare başına maliyeti en yüksek olan binalarından birini gerçekleştirdik. Çok özel malzemeler kullandık ve çok özel mekanik sistemler geliştirdik. Döşeme altından giden emişler, kumaş kanallarla içeriye verilen taze hava çözümleri ve yine çok özel cephe tasarımları üzerinde hassasiyetle, ama tarif edilemez bir keyifle çalıştık.


Annesi adına bu bağışı yapan Sn. Ulusoy’un bir kere bile işin bütçesiyle ilgili konu açmaması ve olabilecek en iyisinin yapılmasının ortak hedefimiz olduğunu her toplantımızda samimiyetle hissettirmesi, bu binayı özel kılan en önemli faktördür. Her zaman, “Elinize sağlık, çok güzel gidiyor, çok beğeniyorum” diyerek bizlere güç ve motivasyon verdi. Şu anda da karşılığını şöyle alıyoruz bu projenin: Ben sık sık gidiyorum, ama açıldıktan bir sene sonra kızımla beraber gittiğimizde binanın içini gezdik ve tam kapasite dolu olduğunu gördük. 80 kişilik kapasitesi var, 90 kişi alıyorlar. Saat 17:00-18:00 civarıydı, içeride öylesine bir sessizlik hâkimdi ki, merdivenden aşağı inenlerin ayak seslerini duyabiliyorduk. O bir senenin sonunda ne bir koltukta, ne bir korkulukta, ne bir mobilyada çizik veya en ufak leke yoktu. İlk gün nasıl açıldıysa, aynı temizlikte, aynı tazelikte kullanmaya devam ediyor çocuklar. Bu demek oluyor ki, siz insana değer verip güzel bir şey sunarsanız, karşılığını da böyle alıyorsunuz. Ve bu sağduyu, bizim güzel Anadolu insanımızın vazgeçilmez bir özelliği... İşte o yüzden ben Anadolu’ya gidip çalışmak istiyorum.