Bugünlerde, Manhattan Adası'nın iç kesimlerindeki eski bir terminal binası, bambaşka bir şeye dönüştürülüyor. 2005 yılında benzer bir konseptle ele alından İsveç Stockholm'deki Faergfabriken yapısı gibi, bölgenin ‘landmark'larından sayılan Battery Maritime de dev bir enstrüman olarak kullanılacak. ‘80'lerin ünlü gruplarından Talking Heads'in kurucularından, grafik tasarımcı ve sanatçı David Byrne, bu 9 bin metrekarelik interaktif ve ‘site-specific', yani yerine özel yerleştirmesinde, bir binanın sesini keşfe çıkıyor ve yapıyı, tüm ziyaretçilerin oturup çalabileceği dev bir ses heykeline dönüştürüyor.
Son derece anlaşılır şekilde ‘Playing the Building' (Binayı Çalmak) adı verilen yerleştirme, 99 yıllık Battery Maritime binasının, aslen yolcu bekleme salonu olarak kullanılan ikinci kat galerisinin uzun süre sonra ilk kez ziyaretçiye açılmasını da sağlıyor. Buraya yerleştirilen eski ve elden geçirilmiş bir org/piyano, yapının metal kirişleri, elektrik tesisatı, ısıtma ve su borularına bağlanan bir dizi gereci kontrol ediyor. Bu ‘makineler' binanın elemanlarını titreştirerek, onlara vurarak ve üfleyerek, titizlikle ayarlanmışçasına hoş tınılar ve özgün harmoniler yaratıyor.
Yerleştirmeye ev sahipliği yapan Battery Maritime, son yarım yüzyılda neredeyse sürekli olarak terkedilmiş ve atıl durumdaydı. 1938 yılından beri hiçbir önemli sefere ev sahipliği yapmayan, Manhattan'ın en görkemli ‘antika'larından Battery Maritime'in yeniden işlevlendirilmesi ise hemen her zaman gündemde olmuş. Çocuk müzesinden dans merkezine ve ofis binasına kadar yürütülen her tasarı, yıllar içinde havada kalmış. Şimdilerde ise bir üstlenicinin, terminali rehabilite ederek üzerine bir otel konduracağı konuşuluyor.
Ne var ki, önümüzdeki 2 buçuk ay boyunca bu bina, demirden yapılmış dev bir Barok orkestra olarak hizmet verecek. Kamusal sanat organizasyon şirketi Creative Time tarafından üstlenilen enstalasyonun çalışma prensibi ise kısaca şöyle: Byrne tarafından yapının merkezine yerleştirilen orgun iç aksamı, röleler, teller ve hava borularıyla değiştirilmiş. Böylece bir tuşa bastığınızda, mekanın tavanında, çelik kirişlerden birine sabitlenmiş olan 110 voltluk motor titreşiyor; sonuç olarak kirişi ‘çalıyor'. Oluşan, neredeyse sağır edici baslıktaki uğultu, ‘Üçüncü Türle Yakın İlişkiler' filminden hatırlanabilecek ana geminin çıkardığı tuba seslerine benziyor. Siz tuşlara basmaya devam ettikçe uğultular, vızırtılar, takırtı ve çınlamalar tüm hacmi dolduruyor.
Bir zamanlar yapının 14 metre yüksekliğindeki tavanında bulunan ışıklığı destekleyen kirişlere bağlı bu motorların yanı sıra, bir yığın hortuma bağlı olan elektrikli bir pompa da mevcut. Bu hortumlar, yapının miladi su ve ısıtma boruları ve kablo kanallarının içine kıvrılarak, oldukça ilkel flüt sesleri çıkarıyorlar. Kolonlara guguk kuşları gibi tutturulmuş bir düzine mıknatıslı, sarmal bobinler, metal çubuğun ancak doğru bir noktaya temas etmesi halinde şaşırtıcı, tumturaklı bir ses çıkaran devasa radyatör de cabası...