"Ekolojik" Mimarlık Yerine "Performatif Mimarlık": "Daha"ların Optimizasyonu

mimarizm.com / E. Seda KAYIM / 12 Mayıs 2009


Norman Foster'ın Swiss Re binası.

Performatif mimarlık anlayışının bir tür ana veya yan akım olmaktan öteye geçerek bir genel-geçer tasarım anlayışı haline gelmesi mümkün gözüküyor mu?

Bence zaten dönüştü. Mimar artık tasarım eylemini değiştirmek zorunda ve artık süreci tasarlamak zorunda. Son ürün çok önemli değil. Dolayısıyla mimar, süreci tasarlama eylemini de tasarlamak zorunda.

Burada Greg Lynn'in tasarım süreçleri bir örnek oluşturuyor mu?

Greg Lynn'in örneklerine baktığınızda, evet, performatif ama daha ziyade bir gösteri performansı niteliğinde işler görüyorsunuz. Ama aklımda performatif mimarlık örneği olarak iki çok iyi örnek geliyor: Bunlardan biri, çok iyi belgelenmiş bir örnek, Swiss Re. Bu, çevreciliğini tartışırız ama performatif mimarlık. Başlangıç fikri ‘70'lere dayanıyor, ama yapılamıyor. Sayısal teknolojilerle birlikte kabuğu ‘90'ların sonunda modellenebiliyor, çünkü çok karmaşık bir geometriye sahip. Daha sonra kabuk ve strüktür optimize ediliyor, daha hafif hale getiriliyor. Daha az malzeme, daha az gömülü enerji ile tasarımın birinci aşaması tamamlanıyor. İkinci aşamada yapının parametrik formu iklim, rüzgâr, güneş gibi bir sürü modelden geçiyor. Orada da bir ekip var ve entegre bir tasarım var. Sonrasında formun son hali çıkıyor; formal bir yaklaşım ortaya konuluyor. Üçüncü aşamada ise bulunduğu, seçilen yeri ve devamını kapsıyor. Burada kaç performans optimize edilmiştir diye sorarsanız, belgelenen üç performans var: Biri, rüzgâr formu –ki çevresindeki rüzgarı da doğru şekilde yansıtması önemli. Bu, rüzgâr koridorunu kapatmayan bir bina. Isı açısından da doğru bir bina. Ayrıca sayısal tasarlamanın önemini ortaya koyan bir ekip oyunu. Bu anlamda çok etkili olduğunu düşünüyorum.


Swiss Re

İkinci bir örnekten de söz ettiniz…

Rem Koolhaas'ın bölge planlamasını yaptığı, Almanya'da Zollverein isimli maden kasabası. Bu kasabanın yeniden yaşatılması gündeme geldiğinde bir yarışma açılıyor ve iki Japon mimar yarışmayı kazanıyorlar. Orada da –bence çok ilginç- tasarımın çıkış noktası beton bir küp. Beton bir küp ne kadar çevreci olabilir? Ama optimize edildikçe öncelikle yapı şeffaflaşmaya başlıyor. Çünkü strüktür hafifletilirken, güneş ışığının girmesi bir kriter oluşturuyor. İkinci kriter, binada aktif yalıtımın oluşturulması. Bu da madende soğutmada kullanılan suyun –bu bir zorunluluk- 30 C'de nehre akıtılırken doğal yaşama verdiği zarar düşünülerek binaya aktarılması ve yapı yalıtımında kullanılması şeklinde vuku buluyor. Burada yine bir ekip, bir öngörü ve çevreye bir katkı var. Bence süreci daha iyi tarifliyor. Bakın burada süreç değişik! Mimar o kadar çok parametreyi bir araya getirmiş durumda ki! "Ne kadar ekolojik?" sorusu bence ekolojiye hangi bakış açısı ile baktığınıza da bağlı. Çünkü dünyada yedi farklı ekoloji fikri var: Eko-sentrik, eko-kültürel, eko-medikal… Bunlara da birbiri ile yarışan kavramlar deniyor ve bu da yanlış! Bunlar performatif mimarlıkta birbirleri ile yarışmıyorlar; bir arada durmaya çalışıyorlar. Kaç tanesi durabilir? O, sizin sayısal ve bütünleşik tasarım beceriniz ile ilgili. Bir mimar başka hangi dilleri konuşabiliyor? Modeli aracı ile iletişim kurabiliyor mu? O sayısal model, acaba diğer disiplinlerin buluşması için bir ara yüz mü? O zaman model de, artık bir eskizden çıkıp, gerçekten bir benzeşim olan, farklı disiplinlerle şekillenen ve eş zamanlı bir model oluyor.


Swiss Re - Yapı içinden taşıyıcı sisteme bir bakış.

Bugün, gerçekten de, son üründen ziyade sürecin tasarlanması üzerine kurgulanan bir mimarlık ile karşı karşıyayız. Peki sizce ekolojinin "iyi" mi "kötü" mü, dayatma mı gereklilik mi gibi olduğuna dair sorunsallara, sizin bahsettikleriniz aracılığı ile / o terminolojiyi kullanarak bir yanıt getirilebilir mi?

Bu iki günden beri ekolojiyi konuşuyoruz ve daha net fark ediliyor ki, kavramın nasıl anlaşıldığı / anlaşılabildiği önemli. Geçenlerde Yapı Dergisi'nde çok ilginç bir şey gördüm: Ken Yeang "Yeşil mimarlık yeşil mühendislik midir? Yeşil mühendislik yeşil mimarlık üretebilir mi?" soruları üzerine... Bence bu soruyu sormak lazım ve her ikisi de doğru değil. Siz çok yeşil olduğunu düşündüğünüz bir şey yaparsınız ama kullandığınız mühendislik o kadar siyahtır, o kadar büyük bir bedel vardır ki, siz göremeyebilirsiniz. Ya da müthiş bir mühendisliğiniz vardır, ama o kadar beceriksizce kullanılmıştır ki o da yeşil olamaz. Bu işin bir boyutu! Ama bütünsel baktığımızda performans tabanlı tasarım– ya da "performance based design" dediğimiz şey, ne kadar çok kriterin optimize edildiğine, ne kadar çok kriterin insan için uzlaştırıldığına ve yapılı çevre ile doğal çevrenin nasıl etkileşime sokulduğuna bakıyor. Ve ancak o zaman sağlıklı bir meslek pratiği yapmış olunuyor. Burada mesela akıllı binalardan bahsediyoruz. Akıllı bina yok ki henüz! Ancak akıllı tasarım olabilir. Akıllı diye kullandığımız sistemler, yalnızca aktif kontrol yöntemleri. Dolayısıyla bunların nasıl kullanılması gerektiğinin önemli kazanıyor. Bu da hakikaten teknolojiyi tasarlama eyleminin içine katmak ile başlayan bir şey. Artık tasarlanan şeyin son örneğinin high-tech görünmesi, ya da çok yerel bir dil konuşması önemli değil. Onun performansı önemli. Performansı elde etme süreciniz çok karmaşık ve teknolojik olabilir. Bence asıl değişen de bu.
İlişkili Haberler
Bu Haberi Sosyal Medyada Paylaşın
Yorumlar
Henüz yorum yapılmamış.
Bu İçeriğe Yorum Yazın
Ad Soyad
E-posta
Yorum
Kalan karakter :