YTÜ'de aldığı planlama formasyonunun ardından, yüksek lisans eğitimi için gittiği Barselona'da mimarlık ve planlama pratiklerini eleştirel bir gözle incelemeyi sürdüren Banu Çiçek Tülü, New York seyahati sırasında bilfiil deneyimlediği 'The Miner and a Major' adlı mimari müdahaleyi aktarıyor.
Tarihten bahsederken ne demek istiyoruz? Günümüzde mimarların ve kent plancılarının (ya da kentteki fiziki değişimle yakından ilgilenen diğer mesleklerden kişilerin) tarihe gönderme yapması alışıldık bir durum. Peki bunun nedeni 'yeni'nin üretilemeyişi mi, yoksa geçmişin ilham kaynağı olabilme özelliği mi?
Tarihi yaşanmış, geçmiş zaman ya da bir bilim olarak ele aldığımızda var olandan etkilenme tasarım sürecinde kaçınılmazdır. Diğer taraftan tarihi entelektüel bir bakış açısı ile sorgulamak, 'yeni'nin imkansızlığını irdelemeye başlamak, sorunun cevabını bulmamızda bize yardımcı olabilir.
Ben burada tarihi, eski bir yapının değiştirilmesi, dönüştürülmesi, yenilenmesi sürecinde kendi tarihi ile yüzleşirken mimari bir objeye dönüşmesini örnekleyecek bir terim olarak ele almak istiyorum.
Kentlerin gelişmesi ile birlikte ihtiyaçların değişmesi her geçen gün mimari müdahaleleri daha da ön plana çıkarmakta. Bu çalışmalar kentsel politikanın bir aracı olmakla beraber ekonomik ve sosyal değerleri (negatif ya da pozitif olarak) etkilemekte mevcut tarihi bağlamda yeni bir kullanım alanı olarak düşünülmekte. Böylelikle bu tarz müdahaleler var olan belleğin üzerine yeni tarihler ekleyerek diğer bir binanın kullanımındaki devamlılığı sağlamakta. Eski kent parçalarına ya da mimari yapılara müdahale yeni bir fenomen değil, eski çağlardan bu yana binalar değiştirilerek kullanılmaya devam ediliyor.
2010 yazında bir proje nedeni ile ziyaret ettiğim New York şehrinde çok büyük bir şansla tam da bahsettiğim duruma örnek olabilecek bir yerde kaldım. Brooklyn'deki Greenpoint mahallesi, çoğunlukla kuzey Avrupalı göçmenlerin ikamet ettiği bir alan. Brooklyn'in gözde mahallesi Williamsburg'a komşu olan bu bölge, makul fiyatları ve bakımlı binaları ile birçok kişi tarafından tercih ediliyor.
Mahallenin genelinde iki-üç katlı konutlar mevcutken, sahil tarafında eski sanayi alanı bulunuyor. Hala küçük sanayi kullanımlarıyla karşılaşmanıza rağmen, fabrikalar çoğunlukla konutlara ve sanatçı stüdyolarına dönüştürülmüş. Yani sanayi üretiminin yerini daha güncel ve artistik bir üretim almış.
Yaklaşık bir ayımı geçirdiğim bina da bu bölgede yer alan üç katlı eski bir fabrika ve her katında üç ya da dört daire bulunuyor.
Üç genç mimardan oluşan The Objectionists'in (Jim Dreitlein, Serban Ionescu, Justin Smith) bu dairelerden birine yaptığı müdahalenin adı ise 'The Miner and a Major'.
Proje yaklaşık 70 metrekarelik bir stüdyoda birbirinden bağımsız olarak inşa edilmiş 5 farklı birimden oluşuyor.
Tasarımı kendileri yapan mimarlar, projenin inşasında birçok arkadaşlarından destek almışlar. Bu stüdyoyu bulduklarında binanın tarihi ve bulunduğu alandan çok etkilendiklerini her defasında ifade eden The Objectionists üyeleri, fabrikanın bir ortak çalışma alanı olduğunu ve bu projeyi de hep birlikte çalışarak yaptıklarının üzerinde duruyorlar. Proje sonucunda birlikte yaşamak sürecin bir parçası oluyor. Böylelikle de, projenin tüm artı ve eksilerini görebildiklerini belirtiyorlar.
Projede eski yapılardan kurtarılmış ya da başka projelerden artmış malzemeler kullanılmış. Aydınlatma elemanları ise bir şirket tarafından bağışlanmış. İhtiyaç duydukları diğer birçok malzeme ise mimarların kendi emekleri ile geri dönüşümlü ürünlerden türettikleri tasarımlarla karşılanmış. Eskiz aşamasından inşa sürecine kadar alanı ve tasarımı bir bütün olarak ele almışlar. Bu da her aşamada projede yenilik ve değişimi getirmiş. Bir süre sonra stüdyo artık kendi profesyonellikleri ile birleşerek tarihinden bağımsız mimari bir objeye dönüşmüş.
Sonuçta elde edilen beş farklı oda bir yap-boz gibi birbirine bağlı ama aynı zamanda da bağımsız. Her oda kendi özelini tasarımın başarısı ile korurken, aynı zamanda kolektif yaşama iyi bir örnek. Odalar minimum olarak bir yatak, çalışma masası ve dolaptan (yatağın altında, masanın yanında ya da tek başına) oluşuyor. Tasarıma ekledikleri kapılar, küçük pencereler, cam eklememler sayesinde stüdyonun içine giren gün ışığı her odada tam olarak görülebiliyor. Bu da dışarıdan bakıldığında uyandırabileceği klostrofobik etkiyi tamamen ortadan kaldırıyor. Ortak kullanım alanları, banyo ve mutfak, stüdyonun içinde odalardan ayrı bir alanda çözümlenmiş. Ayrıca küçük bir arka bahçe de mevcut. Proje, 2009 yılında, toplam olarak 6 aylık bir sürede tamamlanmış ve 4000 dolara mal olmuş.
New York'un kentsel dönüşüme uğramış her semtinde bu tarz binalarla karşılaşabilirsiniz. Ancak bu örneklerde, daha önce bahsettiğim ‘tarih' kavramı fazla dikkate alınmadan yapılan değişimler söz konusu. Bu anlamda bence kullanımı değiştirmek amaçlı başarılı bir mimari müdahale, özgünlüğünün yanında yapının tarihine, hatırasına gönderme yapabilmeli, eski ve yeni arasındaki ilişkiyi tasarımla birleştirebilmelidir. Böylelikle yeni tasarım daha görünür, yeni kullanım ise daha sürdürülebilir olur.
The Objectionists'in son çalışmasını aşağıdaki videodan izleyebilirsiniz.