İstanbul, Hayaller, Tarih ve Gelecek Üzerine

Neslihan KÜÇÜKASLAN / 22 Kasım 2012
Mimarlık biraz da hayal kurmaktır derler, kente ve insana dair… Yanından geçtiğiniz yerleri yeniden yaratmaktır, kafanızda doğru olan ne varsa onunla var olanın yerini değiştirmektir.

Mimarlık biraz da hayal kurmaktır derler, kente ve insana dair… Yanından geçtiğiniz yerleri yeniden yaratmaktır, kafanızda doğru olan ne varsa onunla var olanın yerini değiştirmektir. Kenti gözden geçirmek, kente dair düşler kurmak, yapıları yeniden yeniden yaratmak… Kimi zaman aynı yapı kafanızda birden fazla şekle bürünür, kendi hayalinizi bile yeniden hayal eder bulursunuz kendinizi...


 
Yazının devamında bahsedeceğim çalışma da hep bu hayaller sonucunda ortaya çıktı aslında, sürekli bir şeyleri yeniden gözden geçirerek. Tabi Yıldız Teknik Üniversitesi'nde aldığım yüksek lisans derslerinden biri olan "Mimari Söylem İlişkisi" başlıklı dersin asıl itici güç olduğunu da belirtmem gerek. İnsanları, var olan şeyleri yeniden düşünmeye iten dersler, her zaman en sevdiklerimden olmuştur, bu da onlardan biriydi. Yeri gelmişken belirteyim; bu çalışmanın bilimsel dayanağı biraz sayılara biraz da benim hayal gücüme dayalı... 



 
Gelelim kurduğum hayale… Bir vapur yolculuğu sırasında siluete bakarken aklıma geldiğini çok net hatırlıyorum. Kat kat yükselen İstanbul silueti ve kimsenin göz ardı edemeyeceği aşırı kalabalık İstanbul nüfusu beni bu konuda düşünmeye teşvik etti. İstanbul sınıra ulaştığında, yani daha fazla yapı yapılacak yer kalmadığında, ancak nüfus artmaya devam ettiğinde kentin yapısal durumu ne hale gelir? Halihazırda üst üste binen binaların oluşturduğu, gökdelenler, tarihi yapılar, nitelikli ve niteliksiz birçok yapı türünün ürünü olan İstanbul siluetinin durumu o zaman ne olurdu diye düşünmeye başladım. Sonra bir düşünce diğerine yol açtı ve bu yazının da konusu olan çalışmanın ana sorusu çıktı ortaya:

İstanbul 1. Dünya Savaşı dönemindeki sınırları içerisinde kalsaydı ancak nüfus aynı hızla artmaya devam etseydi, yapılaşmanın durumu ne olurdu? 1914 yılında, yapıların bulunduğu sınıra bir duvar çizilse ve insanlara yaşam sınırlarının bu olduğu söylensey, artan nüfusun barınma ihtiyacını karşılamak için ortaya çıkacak yapısal kütle nasıl bir yükseklikte olurdu?

 

Birçoğumuzun bildiği gibi o zamanlar İstanbul'da yaşam, tarihi yarımada ve çevresi ile boğaz kenarında devam etmekteydi. Daha sonra kaçınılmaz olarak nüfus artmış, git gide yaşam alanı genişlemiş ve iç taraflara doğru yayılmıştı. Nüfusun hızlı artışına ayak uydurmak zorunda kalan yaşam alanları da hızla genişlemek zorunda kaldı desem daha doğru bir ifade olacak sanırım. Zira göçler ve aile planlamasındaki 'eksiklik' özellikle 80'li yıllarda İstanbul'un halihazırda hızlı olan nüfus artışına büyük bir ivme kazandırdı (5 yılda %14.58'lik artış). 

Aşağıdaki grafikte, 330 yılından bu yana İstanbul nüfusundaki değişimi görebilirsiniz:

 
39 ilçeye sahip İstanbul'un, Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) tarafından hazırlanan 2009 yılı Adrese Dayalı Nüfus Kayıt Sistemi (ADNKS) sonuçlarına göre toplam nüfusu 12.915.158 kişidir.


İstanbul'un 1990-2005 yılları arasında, arazi yüzeylerine dair değişimi.




Yazının devamı için ilerleyiniz >>>>>


Bu Haberi Sosyal Medyada Paylaşın
Yorumlar
Henüz yorum yapılmamış.
Bu İçeriğe Yorum Yazın
Ad Soyad
E-posta
Yorum
Kalan karakter :