İstanbul Sünger Şehir Olabilir mi?

Zuhal Nakay, Y. Mimar, İTÜ/ETH-Zürich / 09 Kasım 2022
Şehirleri iklim değişikliğine karşı kalıcı olduğu kadar radikal bir şekilde dirençli kılmak isteyen şehir planlamacılarıyla mühendis ve mimarlar günümüzde "Sünger Şehir" kavramını öne çıkarıyor.

İklim değişikliği ile birlikte kuraklıkseller ve sürdürülebilirlik gezegenimizin en yaşamsal kavramları haline gelmeye başladı. Yaz boyunca, özellikle Avrupa’daki çoraklaşmış alanlar ile birlikte kuruyan nehir ve göl manzaralarıyla irkilirken, Pakistan ve Florida’daki görülmemiş boyutlardaki sellerin yol açtığı afet görüntüleriyle sarsıldık. Su ile olan bağımızı artık sadece kuraklık veya sel üzerinden belirler gibi olduk.

Yeni tasarlanan Kopenhag’daki Hans Tvesen Parkı; üstte: normal zamanda, altta: şiddetli yağmur sonrasında. Görseller: Der Spiegel

Peki, bu dengesizliği gideren sürdürülebilir çözümler bulmak mümkün mü? 

Der Spiegel dergisi, “Su Yönetimi” (Wasserwirtschaft/Water Management) başlığı altında konuyla ilgili incelenmeye değer bir makale yayınladı. Yazıda yer alan saptamaları özetleyecek olursak: Bir tarafta kurumuş nehirler, diğer tarafta sel altında kalan kentsel alanlar Almanya’nın iklim değişikliğinin sonuçlarına hazırlıklı olmadığını gösteriyor. Berlin, 29 Haziran 2017’de, sonradan “yüzyılın yağmuru” olarak adlandıran yağışlarda 18 saat içerisinde üç aylık yağış miktarı aldı. Taşan atık su şebekesi, yağış suyuna karışıp yolları ve bodrumları sular altında bırakmakla kalmadı, Spree Nehrini de kirletti. Ancak bu sadece bir “ön afet” niteliğindeydi, 2021 yılında günlerce süren şiddetli yağışların ardından Ahren’deki sel afetinde 200 kişi yaşamını kaybetti. 

Geçici bir durum da değil söz konusu olan, uzmanların öngörülerine göre sera gazı etkisine bağlı her 1 derecelik ısınmayla birlikte global yağış miktarları %3 artacak. Meteorolojinin Almanya’da yeni seller öngörmesine rağmen, Çevre Bakanlığı’nın bir araştırmasına göre 2016 yılı itibarıyla Almanya’daki büyük şehirlerin sadece %50’si İklim Uyum Stratejisi geliştirmiş bulunuyor. (Türkiye'de, İklim Uyum Eyleminin Güçlendirilmesi Projesi çerçevesinde 2019-2023 yılları arasında, Ankara ve proje kapsamında seçilecek 4 pilot büyükşehirde, sektör ve kent ölçeğinde iklim değişikliğine uyumun güçlendirilmesi yoluyla toplumsal direncin arttırılması hedefleniyor.)

Görsel: Berliner Morgenpost

Sel tehlikesine önlem olarak çoğu zaman modası geçmiş yöntemler seçiliyor, örneğin Berlin’in merkezinde kazılan 16.750 m3 boyutlarındaki devasa çukur gibi. Böyle yapılarak Haziran 2017’deki gibi bir sel afetinin etkileri azaltılabilir, ancak bu çözümle şehri kalıcı bir şekilde iklim değişikliğine karşı dirençli kılmak mümkün değil diyor uzmanlar. Özellikle de afet sonucu oluşan “urban stream syndrome”, yani şehrin su şebekesinin çökmesi, bu yöntemle önlenemiyor.

Şehirleri iklim değişikliğine karşı kalıcı olduğu kadar radikal bir şekilde dirençli kılmak isteyen şehir planlamacılarıyla mühendis ve mimarlar günümüzde sünger şehir (Schwammstadt/Sponge City) kavramını öne çıkarıyor. Yolların boydan boya sökülüp yeşillendirilmesi ve böylece bu yeşil kemerlerin yağışlarda olabildiğince çok su emip depolaması hedefleniyor. Bu yöntemle elde edilip alt katmanlara sızan suyun içindeki zararlı maddeler bitki örtüsü, toprak katmanı ve mikro organizmalar tarafından doğal bir şekilde arıtılıyor. Bu sayede Almanya’da yaz döneminde çokça yararlanılan yeraltı su kaynakları da beslenmiş oluyor. Diğer yandan suyu sünger gibi emen bu alanlardaki biyotop toprağı, kuraklık döneminde çevredeki bitkiler için çok değerli olan nemi salgılıyor. 

Görsel: ardalpha.de

Uzmanlara göre, şimdiye kadarki uygulamalarımızda ısrar edersek toprak alanlarımızı gittikçe daha da çok sugeçirimsiz hale getireceğiz. Avrupa’da her yıl Berlin büyüklüğündeki bir alan, kentsel alana dönüştürülüyor. Su, buralarda toprağa sızması mümkün olmadığından, yüzeyde akıp gidiyor ve bunun sonucunda da toprak katman asfalt ve beton altında fakirleşiyor/verimsizleşiyor. Başkent Berlin, %35 sugeçirimsizlik oranıyla tehlikeli seviyede betonlaşmış olarak kabul ediliyor. Hamburg’da bu oran %39’u, Münih’te ise %44’ü buluyor. (İstanbul’daki betonlaşma oranını araştırdım, bulamadım. Ancak park ve bahçe oranı verilmiş: Dünya Şehirleri Kültür Forumu’nun yayınladığı son rapora göre, İstanbul'daki kamuya açık yeşil alan yani park ve bahçelerin kentin yüzölçümüne göre oranı %2,2. Bu oran Moskova’da %54, Sydney’de  %46, Viyana’da %45,5 ve New York’ta %27 civarında. En düşük oran ise yüzde 2 ile Dubai. Ayrıca deprem toplanma alanlarının %75’nin imara açıldığı belirtiliyor.)

Geleneksel şehir planlama anlayışının vahim sonuçları artık dünyanın birçok yerinde kendini gösteriyor. Amerika’daki çöl şehir Las Vegas ve Çin’nin başkenti Pekin’in altında artık neredeyse hiçbir bir yeraltı su kaynağı bulunmuyor. Ayrıca bu iki şehir çoktandır var olandan çok daha fazla miktarda su tüketiyor ve sürekli sellerle boğuşuyor. Haziran 2012 Pekin’deki selde 80 kişi hayatını kaybederken, toplam bir buçuk milyar dolar zarar oluştu. Bu afet, günümüzdeki en radikal dönüştürme projelerinden birinin hayata geçirilmesine neden oldu: Çin hükümeti 2015’te 30 pilot şehri kapsayan Sünger Şehir Projesi’ni yürürlüğe koydu. Seçilen şehirler, 2030 yılında kadar yağmur suyunun %80’i yerinde depolayabilecek ve tekrar kullanabilecek şekilde dönüştürülecek. Bu nedenle Çin bir nevi umut elçisi olarak görülüyor; ancak dünya nüfusunun %18’ini barındıran, buna karşın global su rezervlerinin sadece %7’ine sahip olan bir ülke olarak bu adıma mecburdu deniliyor. Ayrıca Almanya’da uzun süreçler gerektiren bu gibi projeler, Çin’de çok hızlı hayata geçiriliyor. Çinliler, bir anlaşmayı imzalamalarıyla birlikte inşa etme sürecine başlayanlar olarak biliniyor.

Dong'daki Sulak Alan Parkı, Jiyang Bölgesi, Sanya Şehri, Hainan Adası. Görsel: Turenscape 

Avrupa’nın kuzeyinde de dersini alıp harekete geçen ülkeler var. 2 Haziran 2011’de Danimarka’nın başkenti Kopenhag’da yaşanan sel afeti sonucunda birkaç milyar euro zarar oluştu. İstatistiklere göre 480 yılda bir yaşanan bir felaketti söz konusu olan, ancak sadece üç yıl sonra tekrarlandı. Bunun üzerine Kopenhag Belediyesi eyleme geçti; diğerlerinin yanı sıra, Sankt-Kjelds Meydanı’nın etrafında yer alan kentsel bölgede de 35 bin metrekare beton ve asfalt alan sökülüp yağmur suyu koruma alanlarına dönüştürüldü. Bisiklete binmeyi çok seven Kopenhaglılar, bunun için bisiklet yollarının bir kısmını bile feda etmeye razı oldu.  

Kopenhag artık tüm dünyadaki şehir planlamacılar tarafından örnek sünger şehir olarak kabul ediliyor. Ağaçlar ve bodur bitkiler, semtteki yeşil adaların büyük yağış miktarlarını da emebilmesini sağlıyor. Yapay tümsek ve çukurlarla, süngerin yüzey alanı büyütülüyor. Toprak tarafından emilemeyen su, zemine döşenen yeni boru hattıyla doğrudan denize iletiliyor.

İster Kopenhag’da, ister Pekin’de olsun, bu yeni anlayışın arkasında slow-water hareketinin destekçileri yer alıyor. Ana ilkeleri, suyu yenmenin mümkün olmadığı, bu nedenle doğal akışına izin verilmesi gerektiği. Bu anlayışa göre, bugüne kadar uygulanan kanal inşası, barajlar ve baraj gölleri üzerinden su yönetimi temelden yanlış. Bu hareketin manifestosunu Amerikalı gazeteci Erica Gies Water Always Wins kitabıyla yazdı: “Su her zaman kazanıyor”. Kullanılamadan akıp gitmesinde olduğu gibi.

Almanya’daki uzun kuraklık dönemleri ve ardından gelen şiddetli yağışların toprak tarafından emilememesi sonucunda çoğu yerde yeraltı su kaynaklarının seviyesi düşüyor. Ancak bu yeraltı rezervleri en önemli temiz su kaynakları. Ne yazık ki, bu yaşamsal kaynaklar çoğu zaman ev kullanımında, örneğin sifon suyu olarak israf ediliyor. Buna yönelik olarak çamaşır makinesi ve banyoların atık suyunu arıtıp sifonlarda gri su olarak kullanımı önerilse de, Almanya’daki kullanıcıları buna ikna etmenin henüz pek mümkün olmadığı belirtiliyor. Oysa böylesi arıtılmış gri suyu balıklar için süs havuzunda bile kullanmak mümkün. Singapur’daki bir arıtma tesisi ise siyah atık suyu, yani doğrudan kanalizasyondan gelen suyu kapsamlı filtreleme işlemleriyle içme suyu temizliğinde arıtabiliyor. Bunun kabul görmesi imkânsız, ancak kuraklık ve sel döngüsü böyle devam ederse, gelecekte siyah suyun arıtılıp şişelenmiş içme suyu olarak tüketilmesi o kadar da imkânsız olmayabilir deniliyor. 

Ancak tüm bunların ötesinde tek kapsayıcı bir çözümü uygulamanın mümkün olmadığı, her şehrin kendi yerel çözümünü geliştirmesi gerektiği vurgulanıyor. Her ne kadar benzer boyuttaki kuraklık ve sel afetleriyle mücadele etmek zorunda olsak, benzer çözümleri uygulamak mümkün olmayabiliyor. Ülkelerin ve toplumların bilinçlenmesi ve önlem alabilmesi, gelişmişlik seviyeleriyle olduğu kadar ekonomik imkânlarıyla da doğrudan bağlantılı. Belki de bu nedenle iklim değişikliğinin beraberinde getirdiği global sorunlara karşı sürdürebilirlik konusunda yerel çözümlerin gerekliliği, konuyla ilgili her etkinlikte en çok vurgulanan nokta oluyor.

Bu bağlamda başlıktaki sorumuza cevap verecek olursak, sünger şehir olmak İstanbul için artık bir seçenek olmaktan öte zorunluluktur. Yeşil alanlarını hızla kaybeden bir mega kent konumundayız. Değil suyu kendi doğal akışına bırakmak, halen dere ve nehir yataklarında konut inşa etmenin ve buna bağlı can ile mal kaybının önüne geçebilmiş değiliz. Kentsel dönüşüm sürecinde çoğunlukla gökdelenler inşa edildiğinden, betonlaşma oranı ve doğal kaynakları tüketim ihtiyacı daha da büyüdü. Su ise hiçbir ihtiyacımıza benzemiyor, yokluğu yaşamımızın sonu anlamına geliyor. 

Bu acı gerçeğe rağmen, sünger şehir için hangi yollarımızı feda edebiliriz sorusu, pek gerçekçi gelmiyor. Yine de farklı bir çözüm söz konusu olabilir: Şehir plancısı Faruk Göksu’nun İstanbul için önerdiğin Yeşil Yol projesinde, TEM ile E5 arasındaki 50 km uzunluğunda ve 200 metre genişliğindeki yaklaşık 10 milyon metrekarelik alanda, 5 milyon metrekare yeşil alan oluşturulması öngörülüyor. Bu yeşil kuşakta, sünger şehir ilkesine uygun olarak gerekli oranda yağmur suyu koruma alanları planlanabilir. Böylesi bir çözüm bize şu an için belki çok uzak hatta ütopik gelebilir, ancak yaşamsal su kıtlığı ufukta gözükmeye başladığı anda bu gibi projeler can simidine dönüşüp, çok hızlı bir şekilde uygulamaya sokulabilir. 

Buna karşın mevcut bir “doğal sünger” alanımız da var: Kuzey Ormanlar bölgesindeki sulak alanlar veya onlardan geriye kalanlar. Zaten İstanbul’u besleyen tüm yeraltı su kaynaklarımız da orada bulunuyor. O nedenle söz konusu bölgeyi planlanan Kanal İstanbul projesi hattı boyunca imara açmak demek, var olan yegâne doğal süngerimizi kurutmak demek. Kanal boyunca öngörülen (ve ne kadarına gerçekten de yer verileceği belirsiz olan) yeşil alanlar asla doğal yaşam alanının yerini alamaz. Yukarıdaki makaleden de görüldüğü üzere, artık değil yeni alanları imara açmak, şehirlerdeki mevcut beton ve asfalt alanlar sökülerek yeşil adalar haline getiriliyor. Çünkü başka türlü kuraklık ile sel afet döngüsünde yağış suyunu depolamak mümkün değil. Ayrıca buna rağmen emilemeyen boyutlardaki yağış miktarını yeni boru hattı döşeyerek denize iletmek de gerekiyor. 

Sünger şehir konusunda birçok makale bulmak mümkün; Der Spiegel dergisinden alıntı yapmamın nedeni makalede afetlerden ders çıkaran şehirler ve gerçekleştirdikleri projelere yer verip, konuyu daha somut ve anlaşılır hale getirmeleri.  Uzmanlar iklim değişikliği ve sürdürülebilir çözümler konusunda devletlerin global ölçekte halen sadece söz verme aşamasında kaldıklarını belirtiyor. Oysa somut adımlar atmak bir seçenek olmaktan çoktan çıktı. Bu konular öyle ya da böyle gündemimizin en önemli maddesi haline gelecek. 

Hem de tahmin ettiğimizden çok daha hızlı bir şekilde.

Kaynaklar

Der Spiegel: Das erratische Element

TC Dışişleri Bakanlığı, Avrupa Birliği Başkanlığı: Türkiye'de İklim Uyum Eyleminin Güçlendirilmesi Projesi

Berliner Morgenpost: So wappnet sich Berlin gegen Starkregen

İleri Haber: Taşı toprağı beton: İstanbul'da park ve bahçe oranı yüzde 2,2

- Yeşil Yol


İlişkili Haberler
Etiketler
Bu Haberi Sosyal Medyada Paylaşın
Yorumlar
Henüz yorum yapılmamış.
Bu İçeriğe Yorum Yazın
Ad Soyad
E-posta
Yorum
Kalan karakter :