İstanbul, Valencia, İstanbul, Barcelona…

Ali Olgu CEYLAN / 04 Aralık 2009
Ali Olgu Ceylan, Erasmus Öğrenci Değişim Programı’yla gittiği Politecnica de Valencia’nın Mimarlık Fakültesi'nde (E.T.S.A.V.) yaşadıklarını anlatıyor; Barselona’daki Politecnica de Catalunya’da edindiği yüksek lisans deneyimleri ile karşılaştırıyor.

Mimarlık eğitimimin üçüncü senesiydi. Proje dersinden sonra olsa gerek, Y.T.Ü.'nün eğitim biçimini eleştirmeye başlamıştık ki, kendimizi bilgisayarın başında Erasmus Öğrenci Değişim Programı'yla seneye nerede okuyabileceğimizi araştırırken bulduk.

Karar kesindi, ama bir o kadar da zordu. Portekiz, İtalya, Hollanda, Belçika, Çek Cumhuriyeti seçenekleri bir yana kondu, hedef İspanya'ydı. Politecnica de Valencia.

Erasmus'un yoğun ve uzun başvuru, kabul edilme, vize işlemleri süreçlerinin ardından kendimizi Politecnica de Valencia'nın Mimarlık Fakültesinde (E.T.S.A.V.) bulmuştuk, güneşli bir Eylül gününde. Fakülte bomboştu, erken gelmiştik belli ki. Hemen uluslar arası ilişkiler ofisine gittik ve sekreterle konuştuk. Diyalog bize nasıl bir Erasmus süreci geçireceğimizin ipuçlarını verir gibiydi:

- Erken geldiniz, okul henüz açılmadı.
- E, napacağız peki şimdi?
- Bilmem, plaja gidin…



İspanya tercihim, düşünülerek verilmiş bir karardı: Bir yanda çağdaş İspanyol Mimarları'nın örnekleri beni kendine çekerken, diğer yanda onların okuduğu eğitim sisteminin içinde yer alıp, dünyanın en çok konuşulan dillerinden biri olan İspanyolca'yı İspanya'da öğrenecektim. (Tamam, kabul ediyorum, İspanyol "fiesta"larını da düşünmedim değil)

Politecnica de Valencia deneyimim –maceram- başlangıcından sonuna kadar çok farklıydı. Dersleri ve projeyi seçtikten sonra anladım ki öğrenciler arasında "Erasmus öğrencileri" ve "İspanyollar" diye keskin bir ayrım vardı. Elbette bu keskinlik zamanla azaldı, ancak ayrım her zaman sürdü.

Öncelikle dikkatimi çeken öğrencilerin bizden yaşça hayli "geçkin" olmalarıydı. Örneğin restorasyon dersinde oluşturduğumuz beş kişilik çalışma grubunda tek Türk Erasmus öğrencisi bendim ve de grubun içinde benden sonra en genç öğrenci 28 yaşındaydı. 22 yaşında olduğumu ve son sınıfı okuduğumu zor söyleyebilmiştim.



Proje dersleri bir senelikti, benim yer aldığım ders üç ayrı projeyi kapsıyordu ve Y.T.Ü.'deki proje dersleriyle ciddi anlamda çakıştığı noktalar vardı. Bunu bir olayla örneklemek isterim: Rutin bir proje dersi gününde proje yürütücüsüyle görüşmek istemiştim. Bir önceki ders konuşmuştuk projem hakkında, o derste de konuşacaktık, ondan sonraki derste de… Ya da benim düşüncem buydu, ve de şimdiye kadar gördüklerim… Elimde çıktılarla yürütücünün karşısına geçtiğimde bana baktı:

- Seninle geçen ders konuşmadık mı?
- Ee, evet?
- O zaman biraz daha devam et projeye, daha sonra konuşuruz.

Proje yürütücüsünün projeye müdahalesi oldukça azdı, bu açıdan tam bir serbestlik söz konusuydu, aynı projenin tasarım sürecinde de olduğu gibi. Kimi maket yapıyordu, kimi üç boyutlu modelleme programlarını kullanıyordu sadece, kiminde ise bol bol eskizle karşılaşıyordum. Hepsinin sunumları ise son derece etkiliydi.

İnsan Erasmus programına neden katılır, bilemiyorum, ama düşününce şimdi; kazanılan dostluklar, gezilen görülen yerler, yeni karşılaşılan bir dil, kalabalıklar arasındaki yalnızlık, mimarlığın olmazsa olmazı –hem İngilizce, hem İspanyolca- tartışmalar, eğlenceler, farklı, çok farklı düşünceler ve de tüm zorluklar… Ayrılırken hayatımın ve çok uzun sürecek mimarlık öğrenimimin en önemli, en faydalı deneyimlerden birinin bitmiş olduğunun farkına varınca, bu soru da cevabını bulmuştu zaten.

Politecnica de Valencia'da gördüğüm bir senelik eğitimin ardından, İstanbul'a dönüş, bocalama, kalan ve saydırılamayan dersleri bitirme ve mimarlık ofisinde çalışma evreleri geldi geçti ve sıra artık daha önceden de planlanan yurtdışında eğitimin ikinci etabındaydı. Politecnica de Catalunya, Barcelona'da yüksek lisans.

Bu sefer alıştığım ve bildiğim bir eğitim sistemine gidiyordum. Gittiğimde ilk olarak Bologna sürecinin karmaşıklığı protestolar arasında karşıladı beni. Doktora yapmak için aynı kürsünün belirlenen yüksek lisans programını tamamlamak gerekiyordu ki, 5 senelik eğitimin ardından bu onlara "fazla" geliyordu. (Bu tabi ki protesto edilen sürecin sadece bir bölümüydü)



Dersler başladığında dil olarak geride olsam da, Güney Amerikalı ve İspanyolların yardımseverliği ve de zaman bunun ilacıydı. Mimari tasarım kürsüsünün (Departament de Projectes Arquitectònics) yüksek lisans programında ilk dönem dersleri ortakken, ikinci dönemde sadece özelleşilen bölümün dersleri alınmaktaydı.

İlk dönem, ortak derslerin kısa oluşundan ve de kalabalık sınıflardan dolayı çok verimli geçmedi. Bu kısa deneyimi dikkate alarak ikinci dönem daha çok ilgimi çeken bir bölüm seçtim. "Kitle toplumu" teması üzerine kurgulanan derslerde, bir yandan film ve sanat eleştirisi yaparken diğer yandan "tekrarlılık" ve "standartlaşma" özünde yaklaşarak endüstri devriminin getirilerini sorguluyorduk. Okulun en yaşlı ve saygın hocalarından Soldevila'nın deneyimlerini bizimle paylaştığı, mimarlıkta geçiciliği konu alan ders ise bizde kalıcı etkiler bırakıyordu. Cerda'nın planını, Eixample'yi "tekrarlı" biçimde özümserken, aynı derste "sinemada mekan"ı tartışıyorduk. Birbirinden farklı üç karakterde üç mimar, üç ders ve bir ortak çatı olarak Kitle Toplumunda Mimarlık…

Dersler ve program, belki de çoğu yüksek lisans programında olduğu gibi, her ne kadar tatminsizlik yaratsa da, Barcelona'da mimarlık eğitimi alıyor olmak çok büyük bir tatmindi. Kentin kendine özgü kaotik ortamı, tarihi kent merkezi içine saklanmış büyülü mekanlar, neredeyse her köşe başında bulunan heykeller ve hatta kent mobilyaları, sayısız mimari etkinlikler ve organizasyonlar, muazzam Eixample dokusu, herkes için, ama özellikle mimarlar için burayı yaşanabilir bir kent haline getiriyordu.



Üniversitede de Barcelona'nın kaotik ortamından söz etmek mümkündü. Mimarlık fakültesinde Barcelona'nın en önemli mimarlarından ve Team X üyesi J.A. Coderch imzası taşıyan ek yapının içerisindeki dersliklerde çok farklı kültürlerden ve bölgelerden mimarlar birlikte ders görmekteydik. Aynı zamanda fakülte bünyesinde bulunan öğrencilerin ve öğretim görevlilerinin sayıca fazlalığı da organizasyonları oldukça zorlaştırmaktaydı. (Aynı durumu Politecnica de Valencia için de söyleyebilirim)

Bir başka önemli husus da şu ki, aynı Politecnica de Valencia'da proje derslerindeki yürütücülerin tutumuna benzer şekilde, tez danışmanları bizlere mümkün olduğunca az müdahale etmekteydiler. Ders içindeki ve sunumlara ilişkin yorumları da oldukça az ve ölçülüydü. Grup koordinatörü seminer dersleri dışında tezle ilgili herangi bir konuda konuşmak üzere buluşma kabul etmiyordu. Bu tarz anlayışla ilk defa karşılaşmadığımdan, bu ise beni çok da şaşırtmadı.

Tüm bu Politecnica de Valencia ve Politecnica de Catalunya deneyimlerim, elbette bu kadar kısa bir yazıya sığdırılamaz. Genç bir mimar adayının, mimar olma yolundaki adımları, çabaları da… Farklı bir dilde, hem de İspanyolca mimarlık eğitimi almak oldukça zorlu bir süreci de beraberinde getiriyor elbette. Ancak İspanya'nın tasarım alanındaki önderliği ve özgünlüğüyle birlikte elde edilen öğretiler, bireysel gelişim bu zorlukların üstesinden gelmeye imkan sağlıyor.

Hem Akdeniz, hem Avrupa ülkesi olması, çok kültürlü yapısı ve birçok farklı hususta Türkiye'yle fazlasıyla benzeşmesi, gösterdikleri, öğrettikleri ve kazandırdığı tüm deneyimleri ile İspanya belki de Türkiye'de mimarlık adına yapılacaklar için bir temel kaynak oluşturuyor.

 


Bu Haberi Sosyal Medyada Paylaşın
Yorumlar
Henüz yorum yapılmamış.
Bu İçeriğe Yorum Yazın
Ad Soyad
E-posta
Yorum
Kalan karakter :