Kör Mimarlık

Efe DUYAN / 31 Ağustos 2007

Mimari mekan olarak yalnızca, mimarın kaleminden çıkmış mekanları anlamaya eğilimliyiz. Doğa bir yana, insanın yaşadığı yerlerin çoğu mimari tasarım nesnesi olmayan yerler. Hatta, bir tasarım ürünü bile olsa, mimarinin bir dizi görsel prensibinin süzgecinden geçmemişse, yine üzerinde mimari mekan olarak konuşulmuyor genellikle.
Mimarlık tartışmalarında üzerine konuştuğumuz mekanlar, insan hayatının geçtiği mekanların çok azını oluşturuyor. İnsansa, aslında her yerde yaşıyor. Mekan tasarlanmış olsun, olmasın; bir dizi prensibe göre başarılı olsun, olmasın…
Mesela, otobüs durağında beklerken, yaşıyor... Durakta, ayakta kalıyor yorgun argın, araba gürültüsüne ve egzoz dumanlarına sövüyor. Eski bir tanıdığı ile ayak üstü bir şeyler konuşuyor… Konuşacak bir şeyin kalmamış olduğunu görüp hüzünleniyor. Geçen arabaları beğenip iç geçiriyor. Belki önünde bir kaza oluveriyor.
Durak yağmurdan ve biraz da rüzgardan koruyabilir ve belki üç beş kişinin oturmasını sağlar.. Hatta belki de insanların muhtemel hareketlerinin diyagramından yola çıkılarak özel olarak tasarlanmıştır. Ancak bu özellikler, durakta bekleyen insana dair oldukça az bilgi vermiyor mu?

Mesela, bankta yaşıyor insan. Deniz kıyısında sevgilisiyle oturuyor. Birazdan tartışmaya başlayacaklar. Yaşlı bir adam, gençliğini düşünürken, kuşları kaçırmaya çalışan bir çocuk yanı başında. Bir boyacı çocuk, ayakkabılarını çıkartmış uyukluyor yaz güneşinde az ötede.

Bankın heykelsi özellikleri, malzemesinin ilgili semtle olan ilişkisi, yandaki fotograftaki "mekan"a dair yeterince bilgi veriyor mu?



Ya da insan küçük bir atölyede, ayakkabı üretiyordur. Duvarlarda kilimler, duvar saatleri, dağınık eşyalar ve bir ayakkabı ustası.. Dalgın, belli ki yıllardır ayakkabı yapıyor ve iyi yapıyor. Hangi çizim programıyla anlatırdınız bu resmi?
Mekan, kolayca ifade edileceği gibi üç boyutlu soyut bir nesne değil, insan yaşamının ayrılmaz bir parçası.
Dünyanın ve kentin her yerini kavrayabilmek, insan hayatını saran mekanla daha yaratıcı bir ilişki kurabilmek için bir dizi kuramsal aracın gerektiği açık.
Öncelikle mimari mekan tanımına ilişkin birkaç kavram üzerine çeşitli sorular sorulabilir.
Yola çıkılması gereken nokta, mekan ile insanın ilişkisidir.
Mekan, yalnızca "barınak" değildir. Mimarlık, en genel anlamıyla "barınak" olarak yorumlanıyor. Mimarlar, kuşkusuz her şeyden önce barınak üretiyorlar. Bir insanın geceyi geçirmek için seçtiği ilk mağaradan bu yana böyle. Elbette mimarlık kendini asla "barınak" ile sınırlandırmamış, kenti ve coğrafyayı da göz önünde bulundurmuştur. Ancak fiziksel bir öğe olarak barınak ile, barınaktaki yaşam birbirlerinden farklıdırlar. Yaşanılan mekanın, yaşantıyı da belirleyeceği üzerinde anlaşılan bir konudur.
Ancak burada bir sınır söz konusudur.
Fiziksel özellikleri ile bir mekan, içindeki yaşantının belli bir boyutunu etkileyecektir. Oysa, mekan, fiziksel özellikleri dışında pek çok yönü ile varolmaktadır. Burada mimarlığın tanımına bir sınırlama gelmektedir.
İkinci sınırlama, insan yaşantısının mekandan etkilenecek boyutunda saklıdır. Mimarlığın tanımladığı "insan yaşantısı" bir dizi temel gereksinim üzerine kuruludur. İnsan neredeyse, matematiksel olarak tanımlanmıştır. Bu temel ihtiyaçlar mekanın fiziksel özelliklerinin tasarlanması ile karşılanabilecek ihtiyaçlardır. İnsan yaşantısının bu gereksinimlerin ötesinde kalan dünyası genellikle mimarlığın ilgi alanına girmez. Oysa, mekan tüm boyutları ile insan yaşantısının her yönünü sarar.
Bir mimari mekana, eğer tasarlanmışsa, bir dizi kategoride yaklaşılabilir. Örneğin bir kahvehanede, mekana oranla doğru tuvalet sayısı, tuvaletlerin doğrudan mekan içine açılmaması, masalar arasında insan geçişini sağlayacak mesafelerin olması, sandalye ve masanın ergonomik olması, gelen mallar ve çöpler için ayrı servis giriş çıkışları, ısı yalıtımı ve ısıtma sistemleri yoluyla oda sıcaklığının tutturulması, bulaşık vs. işlemlerinin göz önünde yapılmaması için bir mutfak bölmesi diye uzatılabilir liste. Bu parametreler değişebilir ve arttırılabilir ancak hepsinin kendi içlerin matematiksel doğruluk değerleri bulunmaktadır.
Daha az matematiksel parametreler örneğin girişte ilk anda mekanın tümünün kavranması için bir giriş holü (ya da tam tersi sürprizli bir vista yakalamak), kahvenin sokak ile görsel ilişkisini kuracak boydan boya camlardan bir cephe (ya da gizli saklı olması girişi tamamen kapalı bir yer), uygun sohbet ortamı olması için oturma düzeni. Bu tarz bilgilerin çeşitli versiyonları Neufert'te kolaylıkla bulunabilir.
Bu parametrelerin yanına mekanın "estetiği" eklenmelidir. Yapının üç boyutluluğu, doku etkisi, iç mekanda renk düzenlemesi, yer kaplamaları, mobilya ve eşyalar… Bu parametrelerin içi, mekanın sağlaması gereken temel ihtiyaçları destekleyecek biçimde doldurulabilir, ya da "güzellik" nesneleri olara  kendilerini bir anlamda heykel olarak var edebilirler.
Ancak bu çerçeve, insanın yaşamını sürdüğü mekanı anlamaya ne kadar yeterlidir?
Bu çerçevede kavranan mekan, ister kimi teknik veya yaşamsal gereksinimler doğrultusunda bir düzene sahip olsun, ister bağımsız birer güzellik nesnesi olsun, yine de insan yaşantısının gerçek sınırlarına nadiren girebilir. Kuşkusuz burada çizilen ve eleştirilecek olan çerçeveyi aşan tasarımlar mevcuttur. Ancak bu durum, verili kategorilerde başarılı bir tasarım yapılmış olması ile ilgili değil, düpedüz verili çerçevenin aşılmış olması ile sayesindedir.
Tasarlanmamış, mimarın kaleminden çıkmamış mekanlar da yaşamın içindedirler ve üzerlerine konuşulabilmeleri gerekir. Öte yandan yakın dönemde yaygın biçimde kavrandığı üzere, tasarlanmış mekanın zamanda donmuş kalmadığı, süreç içinde başkalaştığı açıktır.
Her halükarda, mekanın belli bir yaşantı profiline uygun yaşayan "olumlu kahraman"lara göre ele alınması eksikli bir bakış olacaktır. Bu noktada, mekanın insana önerdiği yaşantının, başka bir ideolojik eleştiriye konu olması gerekmektedir. Bu noktayı bu metinde bir kenara bırakacak olursak, bir soru ile devam edilebilir. Mekanda geçen ve mekandan koparılamayacak insan ya da insan yaşantısı, bu "temel gereksinimler"den mi ibarettir?
Mimarlığın tanımladığı insan nedir? Ortada bazı ihtiyaçlar ve bazı özelliklerle neredeyse matematiksel olarak tanımlanan ve sınıflandırılan "kullanıcılar" vardır ama insan var mıdır? İnsan yaşantısı bu gereksinimlerin ötesinde (ki bu gereksinimlerin kendisi de kısaca değinildiği üzere ideolojik bir tartışma konusudur) devam eder ancak mimarlık kendi tanımladığı insanın ötesine çok nadiren geçer. Öte yandan, insan, böyle bir prototip halinde düşünülebilir mi? Bu durum, romandaki "olumlu karakter" hastalığına denk düşüyor sanırım. Mimarlıkta, çoğu zaman, "olumlu karakterler"le çalışılıyor. Başka bir deyişle "matematiksel kullanıcılar" için tasarım yapılıyor aslında.
Bunun sonucu olarak kullanıcının temel gereksinimleri içinde tanımlanamayacak ama hayatın ve mekanın parçası olan pek çok insani içerik mimarlığa dışsal kalıyor.
Kullanıcı-insan ayrımı bizi iki ayrı modele götürecektir.
Birincisi, eninde sonunda bir çizelgedir. Sınırlı parametre ile tanımlanmış bir "var-yok" çizelgesi ile karşılaşırız. Bu hem kullanıcı için geçerlidir hem kullanıcının mekanı için.
Bu durum ister istemez, mimari "ortalamalar" doğuracaktır. Tasarım sürecinde bu çizelgenin dışına çıkmak elbette  mümkün olabilmektedir belirli örneklerde. İnsanı, mekanize eden bir bakış açısından sıyrılır sıyrılmaz, başka bir mimarinin ortaya çıkması da doğaldır.
Tasarlanmış ile tasarlanmamış mekanlar arasındaki, hatta bahsi geçen çizelge uyarınca başarılı-başarısız ayrımlarının da "didiklenmesi". İnsanın nefes alıp verdiği her mekanın değeri vardır ve aynı ölçüde mimari ilgiyi hak etmelidir.
Bu metnin asıl amacının, tartışma dışı kalmış mekanların tartışmaya dahil edilmesi olduğu düşünülürse bunun "kullanıcı"nın, "olumlu kahraman"ların olmadığı başka bir modelle yapmak gerektiği ortadadır.
Bu noktada, bir benzetme yapılabilir sanırım.
Anna Karenina'nın açılış cümlesi şöyledir: "Mutlu evlilikler birbirlerine benzerler, ancak mutsuz evliliklerin mutsuzlukları kendilerine özgündür."
Yani mutlu evlilik bir dizi temel kategoride uyumu gerektirir. Bu kategorilerde verilecek farklı tek cevap bile, evliliğin mutlu olmasını engelleyecektir (bkz. Jared Diamond; Mikrop Tüfek ve Çelik).
- Cinsellik: Karşılıklı cinsel arzu uyandırma
- Mali konular: Para problemi yaşamamak
- Çocuk terbiyesi: Mutabakata varabiliyor olma
- Din: Aynı din
- Akraba eş dost ilişkisi: Karşılıklı çevrelere uyum sağlama
Mutlu evlilik, bu alt başlıklarda uyumluluğu, yani çeşitli konuların iyi yürümesini gerektirir. Mutlu evlilik, bu kriterlerin hepsine sahip olunursa mümkündür. Oysa mutsuz evlilik, herhangi bir kriterdeki bin bir farklı ihtimalde bir sorundan kaynaklanır. Mutluluğun nedenleri net biçimde tanımlanabilirken, mutsuzluğun binlerce farklı nedeni olabilir. Her kategoride doğru cevap tektir, yanlış cevaplarsa sonsuz.
Dönersek, aslında tasarlanmamış mekanlar ya da prototip kullanıcılar için tasarlanmamış mekanlar, sanılanın aksine mutsuz evliliktir, bütünüyle standardize edilmesi pek olası değildir. Mutlu evlilikler, kendi içlerinde tanımlanabilir olanlardır. İnsan, hangi durumda yalnızca kullanıcı prototipine bütünüyle uyabilir ki? Dahası, bu uyumsuzluğun sonsuz nedeni olacaktır.  Çıkış noktası bu sonsuz çeşitlilik olmalıdır. İnsan yaşantısı, mekanda çoğalırken mekanı da çoğaltacaktır. Bu zenginliğin, önceden biçilmiş kalıba uyumsuzluk göstereceği açıktır.
Dahası, hangi şekilde planlanmış olursa olsun, insan yaşantılarının çeşitliliği herhangi bir planlamaya tümüyle uymayacaktır. Bu durum, her mekanı, aslında mutsuz bir evlilik yapmaz mı?
Mekanda, hayatın bin bir ayrıntısı ve derinliği zaten vardır. Sorun, mimari dilin, bunu ortaya koymayı, ortaya çıkarmayı ve ona eşlik etmeyi ne oranda becerebileceğidir. Ortalamaya hapsolmuş, prototiplerle düşünen, "kullanıcı" için üretilen ve böyle kavranan mimarlık, bu derinliği ve ayrıntı zenginliğini atlayacaktır. Ancak mekanın doğal ruhunu açığa çıkartacak şekilde, mekanın ruhunu belirleyen bir iktidar biçimi olmaktansa ona eşlik etmeyi seçmiş mekansal tanımlar mimari ortalamadan ayrılabilir.
Sonuç olarak, mekanı, fiziksel öğe olarak tasarlanmış bir boşluk olarak görmekten uzak durmak gerekmektedir. Tasarlanmış olsun ya da olmasın. Hatta mimarlık tüm görsel öğelerden arındırılıp bütünüyle kör bile olabilir. Fark etmeyecektir. İnsanın hikayesine es geçmeden düşünülebilir ancak mekan.
Bu anlamda, mekan, çizilebilir olmaktan çok yazılabilirdir. Başka bir ifade ile, metinseldir mekan, görsel değil. Bu anlamda, mimarinin körleşmesi gerekmektedir belki de.
Saramago'nun ünlü romanın geçtiği üzere, hayatı görebilmek için önce kör olmak gerekebilir.
Görmezden gelinen, ama aslında üzerinde yaşanan gezegenin büyük bölümünü oluşturan mekanlar böyle bir kavramsal çerçeveden bakıldığında, görülür, üzerinde konuşulabilir ve eşit değerde olabilecektir.
Yine bir benzetme yapılabilir. İlk evcilleştirilen bitkiler (buğday, arpa, bezelye vb.) yaban hayatın içinde mutasyon sonucu tohumlarını dökemeyen tek tük bireyler ortaya çıkarttıklarında, bu durum o bitkinin tohumlarını saçmasına engel oluyordu. Ancak tarladaki tahıl bitkisi için, tohumların dökülmemesi onların insanlar tarafından toplanabilmesinin tek koşuludur. Ölümcül bir mutasyon, sonradan hayati bir değere sahip olmuştur (yine bkz. J. D., Mikrop, Tüfek ve Çelik).


İlişkili Haberler
Bu Haberi Sosyal Medyada Paylaşın
Yorumlar
Henüz yorum yapılmamış.
Bu İçeriğe Yorum Yazın
Ad Soyad
E-posta
Yorum
Kalan karakter :