Bienal Notları 1- İstanbul Modern

mimarizm.com / 19 Eylül 2017
15. İstanbul Bienali kapsamında İstanbul Modern'de sergilenen işler; #iyibirkomşu temasını daha çok kent kültürü, kentsel dönüşüm, yersizlik, yer değiştirme ya da yerinden edilme gibi güncel kavramlar üzerinden sorguluyor. On dokuz farklı sanatçıya ait çalışmanın yer aldığı seçkiden öne çıkanları derledik.

15. İstanbul Bienali kapsamında on dokuz sanatçının enstalasyonu İstanbul Modern’in açık alanlı zemin katında sergileniyor. İstanbul Modern’in içinde bulunduğu alan bugün yeni bir dönüşümün içinden geçiyor. Bu süreç, bienal kapsamında müzeye yerleştirilecek işlerin seçiminde de önemli rol oynamış. Müzede büyük ölçekli heykellerin yanı sıra “ev” ve “mahalle” kavramlarına eğilen tarihi işler yer alıyor. 

Young-Jun Tak 

Young-Jun Tak’ın İstanbul Bienali için ürettiği The Silence and Eloquence of Objects (Objelerin Sessizliği ve Belagatı, 2017) başlıklı enstalasyonu, ev ortamının kişisel kimlikle, hareketlilik ve gezicilik durumlarıyla nasıl üst üste bindiği üzerine düşünüyor. Tak, eskiden Seul’de oturduğu dairenin orijinal ölçülerdeki bir kopyasını, başaşağı şekilde İstanbul Modern’in tavanına yerleştirmiş. 

***

Rayyane Tabet

İnsanlığın ilerlemesi için yıkım zorunlu mudur? Rayyane Tabet’in yapıtları, eski çağlar ve günümüz, ekonomik ve ‘kültür’ü oluşturan sembolik müdahaleler arasındaki beklenmedik yakınlıklara işaret ediyor. Tabet’in bir dizi mermer sütun ve beton silindirden oluşan heykel enstalasyonu; eski ve yeni ev alanları arasındaki ortak özellikleri, binaların ve mimarilerin yıkımı ile doğal entropisini, kapitalist kar etme ile bunun yarattığı yıkım süreçlerini ele alıyor.

*** 

Lydia Ourahmane

Lydia Ourahmane’nin (Cennet’in en tepesinden Cehennem’in en dibine kadar) adlı yapıtı, mülkiyet haklarının fiziki mülkiyet alanının aşağısındaki ve yukarısındaki dünyaya da uzandığını bildiren Latince bir deyişten ( Cuius est solum, eius est usque ad coelum et ad inferos) geliyor. Yapıtı oluşturan 4 x 4 m büyüklüğündeki arazi, kıyısına kurulmuş ağır sanayi tesisleri yüzünden ciddi düzeyde kirlenme ve zehirli gaz salınımıyla boğuşan küçük bir liman şehri olan Arzew’den çok ucuza satın alınmıştır. Cezayir’de gayrimenkul piyasasının kuralsızlığı, yolsuzluklar ve iyice büyümüş olan karaborsa gibi faktörlerin de eklenmesiyle, toprağı kirlenmiş küçük araziler çok ucuza satın alınabilmektedir. Ara sıra platforma uğrayan bir trompetçi, sanatçının kendisinin bestelediği kalk borusunu ya da bir hayvanın öldürülmesi gibi bir ritüeli çağrıştıran vakur, tören havasında bir ezgi çalıyor. 

***

Mahmoud Obaidi 

Obaidi’nin büyük boyutlu resimleri hafızalarda hala taze olan savaşın ve yurdunu yitirmişliğin yanı sıra sanatçının yaşadığı şiddet deneyimini geri çağırıyor. 

Sevişme Savaş. 3. Bölüm 2013-15

***

Klara Liden 

İstanbul Bienali’nde Liden’in sokak ile burjuva ev yaşamı ve bekleme odalarına ait bazı öğeleri bir araya getirdiği üç başlıksız yapıtı yer alıyor. 

***

Fernando Lanhas 

Soyut resim Portekiz’de 1940’lı yıllarda ağırlıklı olarak Fernando Lanhas’ın çalışmaları sayesinde tanınmaya başlamış. Günümüzde ressam olarak bilinse de, Lanhas aslında bir mimar. İstanbul Bienali’nde Lanhas’ın üç mimari sunum tahtası üzerindeki yapıtlarının yanı sıra ilk defa sergilenecek olan üç parçalı bir kolajı yer alıyor. Üç parçalı kolajda Lanhas’ın kendi ailesi için tasarlayıp inşa ettiği ev yer alıyor.

***

Alper Aydın

“İlerleme” ya da insanın tarihinin gelişimi, yıkımlara ve tahribatlara yol açan sayısız eylemle birlikte ortaya çıkar. İnşa ve yıkım süreçleri birbiriyle yakından ilişkilidir. Alper Aydın, gerek doğal ortamlara incelikli müdahalelerde bulunduğu, gerekse doğrudan, inşa ve kentsel gelişim gibi insani eylemlere giriştiği yapıtlarında insanın doğayla etkileşimlerini konu edinir. Aydın'ın doğal çevre alanlarında gerçekleştirdiği geçici müdahaleler, insan eliyle inşa, ekolojik yıkım ve kaynakların tüketilmesi arasındaki bağlantılara işaret eder. Örneğin geçmişteki bir projesinde, Karadeniz kıyısındaki kayaların üzerine su bazlı boyayla ağırlıklarını yazmıştır. Böylece rasyonel bir sisteme indirgenen doğal kaynak, aynı zamanda sömürü ve metalaşmayı temsil eden bir soyutlamaya dönüşür. Aydın'ın İstanbul Bienali için ürettiği D8M (2017) başlıklı projesi için İstanbul Modern’in içine bir kepçe yerleştirildi. Toprağı dümdüz edip başka yere taşımakta kullanılan bu araç, mevcut evlerin de yerinden edileceği bir inşaat projesi kapsamında, İstanbul’un kuzeyinde yapılacak havaalanı için kesilen gerçek ağaçları sürüklerken gösteriliyor. İnşaatla el ele giden kökünden imha sürecinin bir simgesi olan bu kepçe, kükreye kükreye bir gerinip bir bükülüyor. D8M, doğal yaşam ortamlarımızı nasıl kendi ellerimizle yıkabildiğimiz, yadsıyabildiğimiz ve unutabildiğimizin bir canlandırması olduğu kadar tüm bunların bilfiil gerçekleştirilmesi de. 

***

Latifa Echakhch

Bu politik ve ekonomik altüst oluşlar çağında, çoğu zaman etrafımızdaki dünya parçalanıp dağlıyormuş gibi hissediyoruz. Peki ilerleme ve yıkıma dair bu kolektif anlatıların öznel, kişisel deneyimlerimizle nasıl bir ilişkisi var ve bunları birbirinden nasıl ayırt edebiliriz? Latifa Echakhch'in yapıtları aidiyet ve ilerleme, demokrasi ve isyan üzerine yorumlardır. Sanatçı İstanbul Bienali için, İstanbul Modern'de karşılıklı duvarlar üzerinde yer alan iki büyük freskten oluşan Crowd Fade (Silinen Kalabalık) başlıklı bir enstalasyon tasarladı. Fresklerin yüzeyi çentiklerle dolu ve yere dökülmüş boya parçaları, bir bütün olarak mimarinin kendisinin parçalanıp dağılmakta olduğu izlenimini uyandırıyor. 

Echakhch'ın enstalasyonu, kaos eğilimleri, şans ve çürüme kavramlarını ve daha özelde, son dönemde dünyanın her yerinde demokrasi, protesto ve politik ilerleme gibi ideallerin kötücül güçlerin darbeleri altında nasıl bir bozulmaya uğradığını araştırıyor. Doğrudan duvarın üzerine yapıldıkları için sanki “ötesi” ya da "ardı” yokmuş gibi görünen bu freskler, geçmiş ve gelecek arasında bir sıkışıp kalmışlığı yansıtıyor ve dikkatlerimizi, inşa edilmiş çevrelere ve yanılsama olduğunu bildiğimiz şeyleri nasıl bir türlü görmezden gelemediğimize çekiyor. Parçalanıp dağılmış boyalar, yanılsamaların yerle bir olmasının yarattığı duygulara, kaybetmeye, güvensizliğe ve sarsıntılara açıklığa ve tüm bunların yanında ortak bir demokratik gelecek hayalinin çürüme ve çökmesine işaret ediyor. 

***

Kemang Wa Lehulere

Kemang wa Lehulere, heykel, performans ve enstalasyonlarında, gerek kendi ülkesi Güney Afrika gerekse başka bir yerden, farklı renkli ve farklı geçmişlere sahip insanların eğitimde ya da deneyimlerinde hissettikleri bölünmeleri ele alıyor. Bunu yaparken kültürel ve kurumsal mekânlara ait sıradan nesnelerden yararlanır. Yapıtlarındaki okul sıraları, kitaplar, duvar resimleri ya da karatahtalar, sanatçının kendi deyişiyle, Güney Afrika tarihinden "silinmiş manzaralar”ı belgeler ve ortaya koyar. Lehulere, tarihsel anlatıların nasıl seçildiğini, gizlendiğini, üzerlerinde nasıl oynandığını ve nasıl silinip imha edildiklerini hem çağrışımsal hem de açık seçik bir şekilde ele alır. Lehulere'nin İstanbul Bienali için ürettiği Kuşların Konferansı (2017) başlıklı enstalasyonu, karşıtlıklar, kimlikler ve inanç sistemleriyle yarılmış olan bir dünyadaki güncel grup dinamiklerini inceliyor. Adını Dave Holland Quartet'in bir albümünden alan enstalasyonda, tarihten silme girişimleri, artık var olmayan unutulmuş ülkelerden esinlenilerek yapılmış on altı karatahta aracılığıyla araştırılıyor. Tahtaların üzerindeki çoğu silinmiş yazılar, bir yandan okul gibi eğitim alanlarının tarihyazımlarını aşılayabildiği, revize edebildiği ve çarpıtabildiğine işaret ediyor, ama bir yandan da insanın görmezden gelme ve çarpıtmaya dayalı bu gibi revizyon girişimlerine direnebileceğini vurguluyor. “Karatahta“nın siyah beyaz ikonografisi ise bize ırk ilişkilerini hatırlatıyor. Yapıtın ikinci kısmında Türkiye siyaseti ve eğitim sistemi, Lehulere'nin ırk siyaseti ile etnografik ve etnik mutlakçılık mirası üzerine incelemesi ile yan yana getiriliyor. Bu enstalasyonda, Türkiye'dekiler gibi bir okul sırası ile göçmen varlıklara bir barınak ve durak olarak hizmet eden kuşevleri yer alıyor. Bu okul sırası, pek çok akademisyen, öğretmen ve araştırmacının işlerinden atılmaya devam ettiği Türkiye'deki mevcut politik ortamı akla getiriyor. Lehulere'nin yapıtı, bu "hakikat sonrası" çağda dikkatlerimizi kurumsal ırkçılığa ve adaletsizliğe çekiyor. 

***

Volkan Aslan 

Volkan Aslan'ın Evim Evim Güzel Evim (2017) başlıklı video enstalasyonu, yerinden edilme gerçeklikleri üzerine derin bir düşünme niteliğinde. Zaman ve perspektif ayrılıklarının, su ve yolculuk görüntülerinin kullanıldığı yapıt, göçmenler veya evini yitirmiş olanlar gibi uzun yolculuklara çıkmak zorunda bırakılan bireylere adanmış. Evim Evim Güzel Evim, aynı zamanda, her birimiz farklı biçimde deneyimliyor olsak da aslında hepimizin aynı seyyar ve kırılgan insanlık koşulu içinde bulunduğumuzu anlatan şiirsel bir kıssa. 

İstanbul Boğazı'nda yer alan bu üç kanallı video yerleştirmesi, kendine başlangıç noktası olarak insanın seyyarlığının trajik bir imgesini alıyor: Büyük kentlerin yoksul bölgelerinde sıkça rastlanan türden, sular üzerinde geçici barınaklar oluşturmak için kullanılan tekne-ev karışımı bir yapı. Teknenin önüne oturmuş bir kadın, gözün sudan hiç ayırmadan, önünde akıp giden manzarayı izlemektedir. Ev içi ve gündelik rutin görüntüleri, manzaraların, kıyıların ve kentlerin görüntülerine karışır. İzledikçe acı tatlı bir ironiyle anlarız ki filmde başta ayrıymış gibi görünen üç yer aslında birbiriyle bağlantılı gerçekliklerin farklı bakış açılarından temsilidir. 

Film, çöküşün çeşitli biçimlerinden bahsediyor: Evin sunduğu güvenliğin çöküşü, içerisi-dışarısı mimarisinin çöküşü. Evim Evim Güzel Evim, çoğumuzun hareket halinde ve bir keşmekeşin içinde olduğu, bizi etkileyemeyecek kadar uzak görünen trajedilerin bile düşündüğümüzden daha yakın olduğu ve belki de tanımadığımız komşuların aslında hemen yanı başımızda bulunduğu tepetaklak ve tersyüz olmuş bir dünyayı derinlemesine yansıtıyor. 

***

Yonamine 

Yonamine’nin yoğun katmanlı kolajları, Afrika ve Avrupa kentlerinde tanıklık ettiği kültürel etkileşim, ayrımcılık, gezginlik, toplumsal farklılaşma ve kentsel dönüşüm olgularından yola çıkıyor. Gazete kağıdı üzerine siyah çini mürekkebiyle elde edilen bu kolajlar, doğrudan sokaktan ve kent alanlarından alınmış yerel imgelerden oluşuyor. Bunu tamamlayan bir şekilde, içlerinde duvar yazıları, dövme sanatı, sokak sanatı, tutkalla yapıştırma tekniği, markaların kendine özgü yazı stilleri, amblemleri ve sokak afişlerinden birçok öğe barındırıyor. Bu gündelik imgeler ve görsel teknikler, örneğin "Procura-Se” sözcüğü (Aranıyor) ya da sanatçının kendi adının logolaştırılmasında olduğu gibi, internet kültürüne ait öğelerin birleştirilmesi için kullanılır. Angola, Portekiz, Fransa ve Almanya’dan sonra Yonamine, şu anda Zimbabwe'de yaşıyor. Bu nedenle yapıtları, hem Avrupa hem de Afrika’nın kentlerinde yaşamış ve bir dizi farklı kültürle tanışmış olan bir bireyin kente dair keşfettiği gerçeklikleri resmeder. Küreselleşme ve kapitalizmin görsel ve ikonlarını öne çıkarmakla birlikte, bu yapıtlar aslında farklı mekân ve zamanlara yayılmış olan hafızaların ve tarihlerin birikimine ve silinip yok edilmesine, Yonamin’in farklı kültürler, uluslar ve kent yaşamları "ara”sında olma halini hem bedeninde hem de ruhunda nasıl deneyimlediğine işaret ediyor. 

***

Candeğer Furtun

Candeğer Furtun, insan bedenini incelerken ve tasvir ederken geleneksel seramik tekniklerinden yararlanıyor. Yapıtlarında çoğunlukla vücudun çeşitli kısımlarının röprodüksiyonlarına yer veren sanatçı, bu parçaları bütünü temsil edebilecek ya da daha geniş bir manzara, tarih, fikir ya da mekan sunabilecek şekilde bir araya getiriyor.

Furtun'un İsimsiz (1994-96) adını verdiği seramik serisinde, dokuz tane çıplak insan bacağı, kürsü benzeri bir yapı üzerine yerleştirilip yan yana dizilmiştir. Bir vitrin mankenine aitmiş gibi görünen, vücuttan kopuk bu tüysüz erkek bacaklarından birine bir el dokunmaktadır. Bu sıralı vücutlar, Türkiye'de insanların şifa bulmak ve dinlenmek için gittikleri hamamlarda sıraların üzerinde yan yana oturmalarına bir göndermedir. Ama bu manzara, insanların bir toplu taşıma aracındaki, bekleme odasındaki ya da başka kamusal-özel alanlardaki oturuşlarını da çağrıştırabilir. Ya da belki de, oturur vaziyette iki yana açılmış bu erkek bacakları, erkeklerin kapalı kapılar ardında görüşmeler yapıp anlaşmalar imzalamak için toplanmalarında olduğu gibi, eril gücün gizli kapaklılığına ve dışlayıcı taktiklerine işaret etmektedir.
 


İlişkili Haberler
Etiketler
Bu Haberi Sosyal Medyada Paylaşın
Yorumlar
Henüz yorum yapılmamış.
Bu İçeriğe Yorum Yazın
Ad Soyad
E-posta
Yorum
Kalan karakter :