“İstanbul’un Nüfusu Artıyor ama Yerleşim Alanları Artmıyor”

mimarizm.com / 09 Kasım 2016
Yapı-Endüstri Merkezi’nde düzenlenen "Kentsel Dönüşümün Bilinmeyenleri" konferansında konuşan Dr. Özdemir Sönmez, İstanbul’un nüfus artışına vurgu yaparak, “İstanbul’un şu anda yerleşim sınırları sabitlendi. Kuzeyde ormanlar, güneyde deniz, su havzaları ve tarım toprakları var. Nüfus daha da artarsa yerleşim alanlarını büyütürüz diyemiyoruz” dedi.

Winsa ve Kalekim sponsorluğunda Türkiye Müteahhitler Birliği, Urban Land Institute (ULI) Türkiye ve Yapı-Endüstri Merkezi (YEM) işbirliğiyle düzenlenen konferansta ilk sözü ULI Türkiye Başkanı Ayşe Hasol Erktin aldı. Erktin, konferansın amacını anlatarak konuşmasına başladı. Erktin, kentin toprağını verimli kullanmak için paydaşlarla ortak akıl yürütmeyi planladıklarını ifade ederek, konferansta kentsel dönüşümde şimdiye kadar düşünülmeyenleri masaya yatırmayı planladıklarını kaydetti. Erktin, paydaşlarla kentsel dönüşümde şimdiye kadar ne tür hatalar yapıldığını ve bu sürecin toplumun lehine nasıl geliştirebileceğini de tartışacaklarını belirtti.

“Güvenli binalar konusunda olmamız gereken seviyede değiliz”

Kalekim’in Proje, Satış ve Kanal Geliştirme Müdürü Altuğ Tezel, Kalekim’i anlatarak sözlerine başladı. Ardından Türkiye’deki yapı stoğundan bahseden Tezel, Türkiye’de bulunan yaklaşık 6 buçuk milyon konutun güvenli olmadığını açıkladı. Tezel, yeni yapılan yapıların depreme dayanıklı olması gerektiğinin artık bilindiğini ifade ederek, planlanan yeşil binalar ile güvenlik kavramının yanından tasarruf ve sürdürülebilirlik kavramının da öne çıktığına vurgu yaptı. Tezel, inşaat sektöründe önemli gelişmelerin kaydedildiğini belirterek, “güvenli binalar konusunda olmamız gereken seviyede değiliz. Bu anlamda kentsel dönüşüm fırsatını iyi değerlendirmemiz lazım. Kentsel dönüşüm güvenli konutlarda yaşam ile beraber yaşam kalitesini de arttıracak” şeklinde konuştu.

“İstanbul anormal şekilde büyüyor”

İstanbul’da, Yıldız Teknik Üniversitesi Öğretim Üyesi, UCLG-MEWA GOLD III Türkiye Koordinatörü Dr. Özdemir Sönmez, ‘Yoğunluk-Planlama’ ile ilgili bir konuşma gerçekleştirdi. Sönmez konuşmasına “yoğunluğu” anlatarak başladı. Sönmez kent bilimciler açısından yoğunluğun hektar başına düşen kişi sayısı olduğunu anlatarak, yoğunluğun arsa maliyetlerine yansımasından bahsetti. Sönmez, göç ile meydana gelen nüfus artışının yaratığı yoğunluğun kontrol edilebilmesi üzerine kafa yormaya başladıklarını belirterek, arz-talep dengesizliğinden kaynaklı yoğunluğun da yaşanabildiğine dikkatleri çekti.

Arsa değerinin, kentsel mekanlarda yoğunluğu arttıran önemli unsurlardan biri olduğuna dikkatleri çeken Sönmez, merkezde bulunan arsaların değerinin diğerlerine oranla daha yüksek olduğundan bahsetti. Sönmez New York, Londra, Meksiko, Sao Paulo, İstanbul gibi dünya metropollerinin ülke içindeki nüfus, gayri safi yurtiçi hasıla ile yoğunluk değerlerini kıyasladı. Sönmez New York, Londra gibi şehirlerde yoğunluğun merkezlerde arttığına dikkatleri çekerek, İstanbul’da ise bu grafiğin değiştiğini kaydetti. Gelişmiş ülkelerdeki metropollerde kentli nüfusun ülke içinde payı ile kentin gayri safi yurtiçi hasılasının daha düşük olduğuna dikkatleri çeken Sönmez, Türkiye’de ise nüfusun yüzde 20’sinin İstanbul’da yaşadığını belirtti. İstanbul’un anormal bir şekilde büyüdüğünün altını çizen Sönmez, bu nüfus yoğunluğunun kontrolsüzlüğü doğurduğunu ifade etti.

“İstanbul’un nüfusu artıyor ama yerleşim alanları artmıyor”

İstanbul’da bulunan kentsel 111 bin hektarlık alanın 76 bininin konut alanı olduğunu bildiren Sönmez, istanbul’un batı yakasının daha plansız bir gelişme gösterdiğini belirtti. Sönmez, İstanbul’un nüfusunun artarak 2030’da 20 ile 25 milyon arası olarak öngörüldüğünü söyledi. Nüfus artışına oranla İstanbul’un fiziki alanlarının artmadığına dikkatleri çeken Sönmez, “İstanbul’un şu anda yerleşim sınırları sabitlendi. Kuzeyde ormanlar, güneyde deniz, su havzaları ve tarım toprakları var.  Nüfus daha da artarsa yerleşim alanlarını büyütürüz diyemiyoruz. Buradaki temel sorun bu sınırlar içinde çoğalma riski” dedi.

“Kentsel dönüşüm önemli bir fırsat”

Panelde söz alan diğer bir konuşmacı SAMPAŞ Genel Müdürü Selçuk Ilıkcan, yerel yönetimler için çalıştıklarını kaydetti. Yerel yönetimlerin de insan ve mekana hizmet verdiğine işaret eden Selçuk Ilıkcan, mekan ve insana dair yapılması gerekenleri yaptıklarını belirtti. Ilıkcan, riskin önlenmesi noktası çözüldükten sonra, kent ve insana hizmet için kentsel dönüşümün önemli bir fırsat olduğunu vurguladı. Kentsel dönüşüme pragmatik olarak yaklaşılması gerektiğini savunan Ilıkcan, Marmara depreminden sonra insanların kentsel dönüşüme daha gerçekçi baktığını ifade etti. Kentsel dönüşüm algısının yerleştiğinin altını çizen Ilıkcan, insanların artık sağlam yapı gerçeğini kabul ettiğini söyledi.

240 kentsel projeden 40’ının devam ettiğini ifade eden Ilıkcan, 200 projenin beklemede olduğunu, bunun nedeni de yerel yönetimlerin değişmesine bağladı. Kentsel dönüşümün ekonomiyi canlandırdığını ifade eden Ilıkcan, “Yeni bir hayat tarif eden, akıllı, sürdürülebilir ve yaşabilir kentler üretmek amacıyla kentsel dönüşüm yapıyoruz. Yapı, insan yaşamını çok etkiler. Bu etkileri konuşmamız lazım. İnsanlar yerel sorunlarla boğuşmamalı” dedi.

 “Kentsel dönüşüm bizi nitelikli yapılarla buluşturmadı”

Rönesans Gayrimenkul Yatırım Yönetim Kurulu Bşk. Yrd. Murat Özgümüş de kentsel dönüşüm odaklı bir firma olmadıklarını, bir mimar olarak kişisel düşüncelerini paylaşacağını aktardı. Kentsel dönüşümün sağlam yapılar getirdiğini; ama nitelikli yapılarla buluşturmadığına dikkat çeken Murat Özgümüş, kamusal ve sosyal alanların hiçbir şekilde artmadığını söyledi. Ulaşım aksları, eğitim yapıları, yol ve parkların ihmal edildiğine işaret eden Özgümüş, insanların büyük mekanlarda yaşamayı arzu ettiğini kaydetti. Kentsel dönüşümde kentsel servis ve ulaşım alanlarının düşünülmesi gerektiğine dikkat çeken Özgümüş, nitelikli yapı olmamasının kendilerini kaygılandırdığını vurguladı.

Birçok uygulamada tasarım anlamında hak sahibini memnun etme duygusunun hakim olduğunu dile getiren Özgümüş, iyi şehirciliğin kimin savunacağına dair sorunların da varlığına değindi. Avrupa’da metrekareler düşünülerek yapılan konutlarda insanların mutlu olmadıklarının gözlemlendiğine işaret eden Özgümüş, “Deprem olacak, herkes ölecek duygusu insanları sağlam binalara yöneltti. Ama bu durumda insanlar nitelikli ve sosyal dokusu olmayan binalarda yaşıyorlar. Sağlam bina isteği bizi bu noktaya getirdi” dedi.

“İstanbul’da düşük yoğunluğun yaşandığı yerlerde de ciddi yapılaşma eğilimi var"

İstanbul’un 2015 yapı stoğundan bahseden Sönmez, şehirde bina sayısının yaklaşık 1 milyon, konut sayısının ise 3.900.000 olduğunu bildirdi. Sönmez, mevcut yapı stoğunun yüzde 50 ile 60 arasının standart dışı plansız olduğunu anlatarak, deprem riskine bağlı olarak acilen yıkılması gereken 275 bin bina ile 1.1 milyon konut olduğunu ifade etti. Bunun yaklaşık 4.2 milyon nüfusa denk geldiğini vurgulayan Sönmez, kentsel dönüşümün hızla yapılmaya çalışıldığını kaydetti. Sönmez, bu hızın bir takım endişeleri beraberinde getirdiğine de vurgu yaptı. Gelecek öngörülerini de paylaşan Sönmez, “İstanbul’da düşük yoğunluğun yaşandığı yerlerde de ciddi yapılaşma eğilimi var. Kanal İstanbul, Üçüncü köprü, üçüncü havalimanı, boşalan askeri alanlara yapılacak projelerde çok hızlı değişim gerçekleşecektir” şeklinde konuştu. Gelecekte yaşanması olası su sıkıntısına da değinen Sönmez, “Gelecekte su bulmak ciddi sıkıntılar yaratabilir. Sorunun dünya genelinde olacağı öngörüldüğü için bir yerlerden su getirmek de olası olmayacak. O yüzden sürdürülebilirlik kavramı öne çıkıyor. Sürdürülebilirliği ülke bütününde düşünmemiz lazım” dedi.

“Yapıların insan sağlığı üzerinde çok etkisi var”

“Sürdürülebilirlik ve Sağlıklı Kentler” oturumu için video ile canlı bağlanan Urban Land Institute Başkan Yardımcısı Rachel MacCleery insanların; fiziksel, zihinsel ve sosyal refahını desteklemek için tasarlanmış, inşa edilmiş ve programlanmış sürdürülebilir ve sağlıklı ortamları gündeme taşıdı. Rachel MacCleery, Urban Land Institute (ULI)’nın uzun yıllardır, sağlığın toplum yaşantısının en önemli unsuru olduğu bilinciyle hareket ettiğini söyledi. İnsan sağlığına yönelik tüm projelerde aktif olarak rol aldıklarını belirten MacCleery, yaşanabilir yerleşimler için öncelikle insanı düşünmek gerektiğini ifade etti. Dünyada, pek çok toplumun yapılı çevre ile ilgili önemli sağlık sorunları yaşadığına dikkat çeken MacCleery, insanların yaşadıkları yerin özelliklerine bağlı olarak yaşam sürelerinin değişiklik gösterdiğini kaydetti.

Dünya çapında kamu sağlığı ile ilgili ciddi sorunlar yaşandığına işaret eden MacCleery,” Bisiklet ve yürüme yolları çok az. Ucuz ve kalitesiz gıdalara erişim hızlı bir şekilde olurken, kaliteli gıdalara erişim düşük. 2030 yılında dünyada 160 milyon kişinin diyabet, kanser ve solunum hastalıklarına yakalanacağı öngörülüyor. Kentlerin inşa şekilleri dolaylı ya da dolaysız bir şekilde bu hastalıklarda rol oynuyor. Çalışma ve yaşam koşullarımız sağlığımızı çok etkiliyor. Burada kent içinde tıp merkezlerine erişimin de önemli. ULI, sağlıklı mahallelerin nasıl tasarlanacağı konusunda söz sahibi” dedi.

“Projelerin odağında insan olmalı”

ULI olarak sağlıklı yapılar girişimi başlattıklarını sözlerine ekleyen MacCleery, projelerin insan sağlığını nasıl etkilediğinin belirlenmesi gerektiğinin altını çizdi. ULI olarak sağlıklı yaşam için 10 temel prensip belirlediklerini söyleyen MacCleery, bu prensiplerde en temel noktada insan faktörünün yer aldığını kaydetti. Sağlıklı yerler inşa etmek için KİT oluşturduklarını ifade eden MacCleery, bu KİT’de üyelerinden gelen soruların cevapları olduğunu belirtti. MacCleery, KİT’e ULI’nin web sitesinden ücretsiz ulaşılabileceğini sözlerine ekledi. Sağlıklı kentler için öncelikle bisiklet, yürüme yollarının yapılması ve teşvik edilmesi gerektiğine dikkat çeken MacCleery, bisikletlerin motorlu araçlara göre daha az maliyetli ve sağlıklı olduğunu vurguladı. Gayrimenkullerin aktif ulaştırma noktalarına yakın olmasının önemine de değinen MacCleery, “Aktif ulaştırma yerleri iyi pazarlanmalı. Yaşam alanlarının yürünebilir olması o bölgedeki gayrimenkul değerini de artırıyor. Bu şu an çok çekici bir konu. Aktif ulaştırma konusunda özel ve kamu birlikte çalışmalı. ABD’de otomobilden çok bisiklet satılıyor. Yeni bisiklet yollarının açılması, çevresindeki yapıya, alışveriş noktalarına değer katar” dedi.

Gıda ve gayrimenkul konusuna da odaklandıklarını dile getiren MacCleery, yerel ve sürdürülebilir gıdayı korumanın önemine değindi. Bahçe ve tarım alanlarına mutlaka yer ayrılması gerektiğini ifade eden MacCleery, sözlerini şöyle sürdürdü: “ Özellikle lokal gıdaya önem vermek gerekiyor. Uzak mesafeden gıda ürünlerinin gelmesini önlemiş oluruz. Böylece hem sağlıklı gıdalar tüketilmiş olur hem de motorlu taşıtlarla gıdaların taşınmasının önüne geçilmiş olur.”

“Projelerde sanatsal vurgular ön plana çıkarılmalı”

Sağlıklı kentler için kreatif projeler de oluşturduklarını ifade eden MacCleery, sanatsal vurguların ön plana çıkarılması gerektiğini belirtti. Kamu ve özel alanları canlandırarak, insanların yaşabileceği yerler yapmanın önemine değinen MacCleery, kreatif alanların insanları bir araya getirdiğini ve sosyal etkileşimi sağladığını söyledi. Dünyadaki sağlıklı ve sürdürülebilir projelerle ilgili de bilgi veren MacCleery, “Kopenhag’da 28 tane özel bisiklet yolu açıldı. Bu bisiklet yolları, kent etekleri ve merkezi birleştiriyor. Bu bisiklet yolları sayesinde trafik kazası oranı düştü, insanlar daha çok bisiklet kullanıyor. Bisiklet kullanımı hareketlilik sağladığı için sağlık açısından da önemli. Varşova’da da yayalara yönelik iyi bir master plan hazırlandı. Yeni yürüme ve bisiklet yolları tasarlandı. 4-5 katlı binalar yapıldı ve doğal aydınlatma tercih edildi. Bisikletle kesintisiz seyahat söz konusu, aktarma yapılmasına gerek kalmadı. Bu mahallede doğum oranı ve insan ömrü yüksek” dedi.

Sağlıklı yerleşimler için insanlara erişilebilir, güvenli ve uygun taşıma seçenekleri sunan yerleşim yerlerinin yapılması gerektiğinin altını çizen MacCleery, konuyla ilgili sözlerini şöyle sürdürdü: “İnsanların sağlığını gözeten malzemelerden yapılmış yapılara ihtiyacı var. Yapılar, doğal çevre anlayışına göre, sosyal alanlar düşünülerek yapılmalı. Sürdürülebilir ve sağlıklı yapıların olduğu mahallelerde sosyal etkileşim daha fazla oluyor. İnsanlar bu tür mahallelerde yaşamak istiyor. Yapılan bir araştırmaya göre, Amerikaların yüzde 63’ü araba kullanmak istemiyor. Bisiklet yollarının az olduğunu düşünüyor. Yüzde 16’sı da sağlıklı gıdaya erişimi yetersiz buluyor. ABD gibi ekonomisi gelişmiş bir ülke için bu veriler kaygı verici.”

Kentsel Strateji Kurucu Ortağı Ali Faruk Göksu

Etkinliğin üçüncü bölümünde Kentsel Strateji Kurucu Ortağı Ali Faruk Göksu, ‘Dönüşümün Sosyal Etkileri”ni konuşmak üzere sahneye davet edildi. Göksu konuşmasına, kentlerimizin üçüncü dönüşüm sürecini yaşamakta olduğunu dile getirerek başladı. “1950 ile 80 arasındaki birinci dönüşüm sürecinde hızlı kentleşme ile planlı ‘apartman’ ve plansız ‘gecekondu’ tipolojileri, kentlerimizin büyük çoğunluğuna hakim oldu. İkinci dönüşüm sürecinde ise Islah İmar Yasası ile gecekondu alanlarımız on beş-yirmi yıllık süreç içinde parsel bazında apartman tipolojisi ile yoğun, yetersiz donatı alanları ile çarpık kent dokularına dönüştü. Ortaya çıkan en temel sorunsa düşük yapı ve yaşam kalitesi oldu” şeklinde sözlerine devam eden Göksu, 1999 Büyük Marmara Depremi’nin ortaya çıkardığı bilanço ile kentsel dönüşümün yeniden gündeme geldiğini belirtti. “Tüm bu süreçte vizyonu göz ardı ettik. Tasarımın gücünü kullanamadık. 50 yıl boyunca yapılan yanlışları kentsel dönüşümle 10 yılda düzeltemezsiniz.” diyen Göksu, proje alanı olarak belirledikleri İstanbul’daki 10 bölge için kendi ürettikleri çözüm odaklı süreçlerden söz açtı. Göksu ayrıca, kentsel sorunların çözümünde kentliler, tasarımcılar, gönüllüler, öğrenciler ve destekçilerin birlikte fikir ürettikleri ve ürünlerini kamuoyu ile paylaştıkları yenilik ve yaratıcılık mekanı olan TAK’ın çalışmalarına değindi.

"Proje geliştirenler, bölgedeki mahalleliyle empati kurmalı,en önemlisi iş potansiyeli yaratmalı”

Oturumun ilerleyen dakikalarında Kentsel Strateji Kurucu Ortağı Ali Faruk Göksu, Sosyal Etki Değerlendirmesi (SED)’in önemine değinerek dinleyicilerle bu önemli raporun nasıl bir yaklaşımla hazırlanması gerektiğine dair kısa notlar paylaştı. Sosyal Etki Değerlendirmesi’nin yurtdışında olduğu gibi Türkiye’de de yasalarla zorunlu hale getirilmesi gerektiğinin altını çizen konuşmacı, değerlendirme raporunun Etkileşim, Empati, Denge, Tanımlama, Tarama, Tahlil, Tasarlama ve Takip gibi ana başlıklar üzerinde temellendirilmesi gerektiğini belirtti. Projelendirme öncesinde “Ne Yapılmalı?”, “Neden Yapılmalı?” ve “Nasıl Yapılmalı?” gibi soruların gündeme taşındığı bir Sosyal Etkileşim Matrisi’nin oluşturulması gerektiğini açıklayan Göksu, “Proje geliştirenler, bölgedeki mahalleliyle empati kurmalı, tasarımı çeşitlendirmeli, kayıpları engellemeli ve en önemlisi iş potansiyeli yaratmalı” dedi. Sosyal Etki Değerlendirmesi’nde araştırmanın önemini vurgulayan Göksu, sorunları tespit etmede katılımın çok önemli olduğunu belirtti. Beklentileri ve gerçekleri saptamada bir araya gelerek çözüm aramanın önemine dikkat çeken konuşmacı, Yapı-Endüstri Merkezi’nin de bir sosyal etki merkezi olduğunu sözlerine ekledi.

Mahallelinin sorunlarını keşfetmek için bir film atölyesi kurduklarını dile getiren Göksu, videolar sayesinde mahallede yaşayanların gereksinimlerini doğrudan aktarmalarına yardımcı olduklarını belirtti ve dinleyicilerden gelen soruları yanıtlayarak oturumu sonlandırdı. 

“Kentsel dönüşümde ne konuşulmadı?”

Oturumların ardından “Kentsel dönüşümde ne konuşulmadı?” başlıklı panel kapsamında kentsel dönüşüm ve gayrimenkul alanının önde gelen kuruluşlarının yöneticileri söz aldı. Panel; Ekonomist Dergisi Yazarı Levent Gökmen moderatörlüğünde, Rönesans Gayrimenkul Yatırım Yönetim Kurulu Bşk. Yrd. Murat Özgümüş, SAMPAŞ Genel Müdürü Selçuk Ilıkcan ve GOPAŞ Genel Müdürü Zeyyat Gümüş'ün katılımıyla gerçekleşti.

GOPAŞ Genel Müdürü Zeyyat Gümüş, Gaziosmanpa Kentsel Dönüşüm Projesi hakkında bilgi verdi. 13 mahalleyi kapsayan GOP Kentsel projesinin 2013 yılında başladığını söyleyen Zeyyat Gümüş, kamusal alanları artırarak dönüşümü hedeflediklerini belirtti. Ulaşımıyla, konutuyla, okuluyla, yeşil alanıyla, otoparkıyla, sosyal donatı alanlarıyla modern bir Gaziosmanpaşa inşa etmek istediklerini ifade eden Gümüş, yenileme çalışmalarının bütün hızıyla ilerlediğini kaydetti. Kentsel dönüşüm kapsamında İstanbul'da 1100 hektarın üzerinde alan riskli ilan edilirken, bunun 432 hektarlık bölümünün Gaziosmanpaşa'da yer aldığına dikkat çeken Gümüş, bölgede dönüştürülmesi gereken bina sayısın 11 binin üzerinde olduğunu belirtti. Gaziosmanpaşa'nın yüzde 40'ının kentsel dönüşümle yeniden inşa edildiğinin altını çizen Gümüş, zorlu bir süreci geride bırakarak, ilçede yeni projelerin temelinin atıldığını kaydetti. Bölgede, kentsel dönüşüm için master plan çalışmaları yürütülürken, vatandaşlarla yapılan sözleşmeler, müteahhit firmalarla olan ilişkiler ve hukuki süreçlerin de sürdürüldüğünü dile getiren Gümüş, “Karşılaştığımız en büyük zorluk, vatandaşların dairesinin metrekaresinin düşmesini istemiyor. Metrekarenin küçüleceğini; ama daha nitelikli konut sahibi olacaklarını söyleyerek ikna etmeye çalıştık. Bu süreçte birçok sosyal sorunla uğraştık. Vatandaşların talepleri ve hukuki boyut bizi en çok engelleyen şeyler oldu” dedi. Kentsel dönüşümde en önemli kriterin kamusal ve yeşil bir proje olması gerektiğine değinen Gümüş, sosyal alanların yeterli ve çevre ile etkileşim içinde olmasının önemi üzerinde durdu.

 


İlişkili Haberler
Etiketler
Bu Haberi Sosyal Medyada Paylaşın
Yorumlar
  • nedim demirbaş 7 yıl önce doğayla içiçe yaşanacak bölgeler değer kazanacak, özellikle karadeniz kıyıları. buralar düzenli şehirleşmeye açık bölgeler. kanal istanbul ayrı bir hinterland oluşturmaya aday proje. çevre katliamı doğaya değer kazandırmaz. alt yapı hizmetleriyle birlikte düzenli yapılaşma sağlanmalı. bu da ancak planlı şehirleşmeye önem vermekle olur. turizme açık bu bölgeler şehirle bağlantısı kurulacak bir kentleşme olgusuyla doğa turizmi için elverişli hale gelir. koylar ve kıyılar temiz kalacak şekilde korunmalı. tabiatın tahrip edilmesi yaşam için risk oluşturur. 10 yıl zarfında istanbul göç kaldırmayacak şehir niteliğine bürünecek yeşil alanlar için bir tasarı hazırlanarak kanunla bir yönetmelik oluşturulmalı. aksi taktirde çevre felaketleri yaşanılması kaçınılmazdır.
Bu İçeriğe Yorum Yazın
Ad Soyad
E-posta
Yorum
Kalan karakter :