Mimar Evleri yazı dizisi, Bauhaus’un kurucusu Walter Gropius tarafından tasarlanan, Uluslararası Üslup’un Amerika’daki ilk örneklerinden Gropius Evi’nin kısa hikâyesi ile başlıyor.
Bauhaus’un kurucusu Walter Gropius, modernist mimarlığın en önemli öncülerinden biriydi. Ünlü mimar, Bauhaus'un Nazi Almanyası döneminde kapatılmasının ardından, 1930’lu yıllarda ABD’ye göç etmiş ve yaşamının sonuna dek çalışmalarına burada devam etmiştir. Bu olayın mimarlık tarihinde önemli bir yer edinmesinin nedeni ise Alman mimarın bilgi aktarımı sayesinde, yenilikçi mimarinin gelişimine Avrupa yerine ABD’nin önderlik etmeye başlamasıdır. Gropius, ABD’deki Harvard Graduate School of Design’da uzun yıllar mimarlık dersleri verdi. Kendi evini ise eğitim malzemesi olarak kullandı. Bu ev zamanla, eski dünyadan Amerika’ya ihraç edilen Uluslararası Üslup’un bir sembolü haline geldi.
Walter Gropius'un 1900’lerin ortasında, Harvard Üniversitesi’nde ders verdiği sırada kendisi ve ailesinin ikamet ettiği Gropius Evi, mimarın ABD’de hayata geçirdiği ilk projesidir. 1938 yılında inşası tamamlanan Lincoln, Massachusetts’teki ev, aslen geleneksel New England estetiği ile Bauhaus’un modernist öğretilerinin karmasından oluşmuştur. Tasarımında öncelikli olarak New England Çiftlik Evi estetiğini temel alan Gropius bir yandan da modern ve toptan üretim malzemeleri ile prefabrik unsurları yapıya entegre etmiştir.
Savaşın ortasında ve modern mimarlık hareketinin hızla yayıldığı bir dönemde yapılan Gropius Evi, ölçüleri ve fiziksel kimliğinin onu çevreleyen bölgeye göre tasarlanması nedeniyle son derece "mütevazı" olarak tanımlanabilir. Evin dış cephesinde kullanılan tuğla ve yerel ahşap kaplama malzemeler ile yan yana dizilen şerit pencereler (ribbon windows) ve cam bloklar; yeni ile eski, modern ile geleneksel, Avrupalı ile New England tarzı arasında bir denge kurulmasına yardımcı olmuştur.
Gropius, gelenekle bağ kurmaya çalışırken bir yandan da modernist estetiği yerel malzemeler vasıtasıyla yapıya empoze etmeye çalışmaktadır. Evi tamamıyla beyaza boyamış, dış cephede son derece Korbüzyen olarak tanımlanabilecek renkli şerit pencereler ve cam bloklar kullanarak peyzaj içinde evin tamamıyla yabancı bir obje gibi algılanmasını sağlamıştır.
Gropius, evin iç mekanlarında New England tarzının mimari dilini kullanmayı tercih etmemiş, bunun yerine Bauhaus uslubu fabrikasyon ürünlerle Marcel Breuer’in mobilya tasarımlarını bir araya getirmiştir. Avrupa’daki çalışmalarda da eşzamanlı olarak ortaya konan tasarım anlayışına benzer şekilde ev, geniş pencereler vasıtasıyla mekanların ışıktan maksimum derecede faydalanmasını sağlayacak bir tür açık alan organizasyonuna sahiptir.
Evin dış cephesiyle uyum gösterecek biçimde Gropius, iç mekanlarda da siyah, beyaz, açık gri, toprak ve çok az da kırmızı renk tonlarından oluşan minimalist bir renk paleti kullanmayı tercih etmiştir.
Yapı tamamlandığında Gropius Evi, Uluslararası Üslup’un Amerika’daki ilk örneklerden biri olması nedeniyle mimarlık çevrelerinde son derece büyük bir yankı uyandırmış ve tartışılmıştır. Gropius ise bunu ürkütücü bulmuştur:
“ABD’de kendime ait olan ilk evimi inşa etmeyi planladığımda New England mimarlık geleneğinin uygun ve hala geçerli olduğunu düşündüğüm tüm özellikleriyle kendi tasarım anlayışımı harmanladım. Bu yerellik yanlısı ruhla çağdaş yaklaşımın birleşiminden Avrupa’da asla inşa etmeye kalkışmayacağım bir yapı ortaya çıktı. Çünkü Amerika ile Avrupa birbirinden tamamıyla farklı iklimsel, teknik ve psikolojik geçmişlere sahip kıtalar.”
Walter Gropius’un 1969 yılındaki vefatına kadar kendisinin ve ailesinin ikametgâhı olan Gropius Evi’nin mülkiyeti daha sonraları arazinin sahibine geçmiştir. Mimarın çalışmasının bölgede sonradan inşa edilen modernist yapılara öncülük ettiğinin farkında olan arazi sahibi, Gropius’un gerçek bir hayranıdır. Gropius Evi, mimarın yaşamı boyunca ürettiği çalışmalara ithafen 2000 yılında Ulusal Anıt olarak kabul edilmiştir.
Kaynak, Archdaily