Turgut Alton’un mimar olarak 60 yıla varan çalışma hayatının ardından, belli bir tarih dilimine denk düşen hem mesleki hem de özel anılarını paylaşarak, bir döneme tanıklık etmek amacıyla hazırladığı kitabı "MİMAR" yayımlandı.
Mimar Turgut Alton’un 80 yıllık hem kişisel hem meslek yaşamını ayrıntılarıyla paylaştığı kitabı Mimar yayımlandı. Turgut Alton, Bursa’da başlayan çocukluk günlerinden Akademi’den Almanya’ya ve Zürih Teknik Üniversitesi’ne uzanan mimarlık eğitimine, Birleşmiş Mimarlar Ortaklığı’ndan TAM – Turgut Alton Mimarlık’a ve bugünlere uzanan yaşam öyküsünü samimi ve pozitif bir dille aktarıyor.
“Türkiye’de mimarlığın yakın geçmişine bizzat tanıklık etmiş bir kişi olarak sevgili büyüğüm Doğan Tekeli’nin dediği gibi, ‘mimarlığın zor bir sanat’ değil, ‘keyifli bir zanaat’ olduğunu söylemek istiyorum. Zaman zaman bazı binalarda bir sanat esintisi yaratabilmişsem ne âlâ... “ diyen Turgut Alton, bu kitabı yayıma hazırlama gerekçesi özetle şöyle:
“Bir mimar olarak altmış yıla varan çalışma hayatımın ardından, belli bir tarih dilimine denk düşen hem mesleki hem de özel anılarımı paylaşarak, bir döneme tanıklık etmek amacıyla hazırlandı bu kitap.
Mimarlığın en güzel tarafı her projenin kendi içinde farklı bir özelliğe sahip olması, meslek heyecanını diri tutmasıdır. Her proje kendine özgü bir çalışma olanağı sunar mimara. Üslup da mimarlıkta sıklıkla gündeme gelen bir konu ve önemli bir değerdir. Büyük mimarların kimliklerini yansıtan bir üslupları olması beklenir. Ne var ki, Türkiye’de çalışan mimarlar yapı sektöründe ciddi yanlışlara neden olan bir dizi sorunla karşı karşıya kalırlar. Bu sorunların başında, İmar Yasası, yönetmelikleri ve bunlarla ilgili uygulamalardaki öngörülemez pürüzler gelir. Türkiye’deki niteliksiz yapılaşmanın en büyük nedenlerinden biri hiç kuşkusuz İmar Yasası’dır. O kadar yapıcılıktan ve yaratıcılıktan uzak, yasaklayıcı bir yasadır ki, yatırımcılar da yasanın her tür açığını bulmayı, kaçağından yararlanmayı iş edinirler. Sorunlardan bir başkası ise müteahhit, işveren ve kamu kurumlarından oluşan farklı paydaşların çoğu kez birbiriyle çelişen beklentileridir. En çok da mimarlık ilke ve doğrularına yeterince saygı ve güven duyulmamasından kaynaklanan sorunlarla karşılaşırız ki, bu bağlamda ülkemizde biz mimarların üslup kaygısından çok, doğru olanı yapmaya odaklanmalarını fazlasıyla önemsiyorum. Hiç hata yapmadık mı? Yaptık, tabii ama yapılan her hata bir sonraki proje için bir daha yapılmayacağına dair güvencedir. Hatalardan öğrenilir, onun için tecrübe mühimdir. Eğer bir büronun arşiv çalışması doğruysa tabiatıyla tecrübesi de zengindir.
Mimarın, yatırımcı/işveren ile ilişkisi de çok önemlidir. Yatırımcı, mimara güven duyduğu zaman mimar daha rahat çalışır. Mimar üstlendiği her projede farklı bir işveren/ yatırımcı profiliyle karşılaşır. Bir örnek vermek gerekirse, müteahhitlik geçmişi olan bir müşterim, kuzey ülkelerin birinde karşılaştığı, ancak uygulamadaki incelikleri hakkında bilgi sahibi olmadığı bir tatil köyünün benzerini güney kıyılarımızda yapmaya girişmişti. Başka bir müşterim, gene bir dış ülkede gördüğü istiridye kabuğu şeklindeki bir havuzu, kaba inşaatı tamamlanmış bir projeye uygulama isteğiyle gelmişti. Biz, ‘Tabii yaparız ama şu kadar milyon daha harcamak gerekir,’ deyince vazgeçmişti. Planlı iş süreçleriyle çalışan, dünyayı tanıyan bir müşteriyle çalışmak mimarın her zaman daha kaliteli bir yapı ortaya koymasını sağlar. Tarafların rollerinin ve sınırlarının net olduğu bir iş birliği ortamında mimar, evrensel tasarım ilkelerinden ödün vermeden ama müşterinin kurallarını ve isteklerini gözeterek daha verimli çalışır.
Şahsen mimar olarak ben, meslek hayatımda ‘sanat yapma’ fırsatı bulmakta zorlandığımı belirtmeliyim. 1958’den itibaren aktif olarak çalıştığım yıllarda işveren/yatırımcı genellikle mimara bu hakkı vermezdi. İşveren, ‘Bana bir sanat eseri yap,’ diye değil, ‘Bana en ekonomik ve imar hakkından en fazla yararlanacağım bir proje yap,’ diye gelirdi. Bir dönem yurtdışında yaptığımız işlerde de benzer durumlarla karşılaşmıştım. Türk müteahhitler dış ülkelerde iş almaya başlayınca biz de onların arkalarından gitmiş, Türk ve yabancı yatırımcılarla çalışmıştık. Sonuçta ister Türk ister yabancı olsun, yatırımcının parasını hangi amaçla, nereye yatırdığını iyi anlamak ve ona göre bir yaklaşım geliştirmek gerektiğini görmüştüm.
İşveren/yatırımcı, yatırımının yerine ulaşmasını bekler. Mimarın da bu gerçeği göz ardı etmeden yapabileceği tek şey, onu doğru yönlendirmek ve ikna etmek, kötü örneklerden uzak tutmaya çalışmaktır. Mimarın her şeye rağmen ‘sanat yapma’ konusunda ısrarcı olması işi adamakıllı çığırından çıkarabilir. Kimi zaman harcanan para da yapının işlevselliği de boşa gidebilir. Ne yazık ki, bu tür sorunlar yüzünden ülkemizde üretilen yapıların çoğu doğru yapılamamıştır. Özetle Türkiye’de bir mimarın yapabileceği şey, işvereni/yatırımcıyı ikna etmek, en az tavizi vererek doğru olduğuna inandığını yapmaktır. Benim de bunca yıllık deneyimlerim sırasında yapmaya çalıştığım, yüzyılımız mimarisinin öğrettiği kurallarla bağdaşan yapılar gerçekleştirmek olmuştur…”
Kitapta da yer verilen, Alton’un, Birleşmiş Mimarlar Ortaklığı ve TAM T-Turgut Alton Mimarlık çatıları altında tasarımını yaptığı, proje sürecine dahil olduğu yapılardan bazıları şöyle: Kemer Tatil Köyü, Çırağan Sarayı, Swisotel, Lütfi Kırdar Kongre ve Sergi Sarayı, Eczacıbaşı Yönetim Binası, Üçgen İnşaat, İber Otel, Müşir Fuat Paşa Yalısı, Turkuaz Şirketler Topluluğu, Mercedes Benz Genel Müdürlük Binası, Mövenpick İstanbul, M1 Meydan Alışveriş Merkezi, Four Seasons Bosphorus, Yedikule Rezidansları, Perge Jewels, TEB Operasyon Merkezi, CVK Park Otel ve Rezidansları…