Matthew Frederick’in Türkçe baskısı YEM Yayınları’ndan çıkan “Mimarlık Okulunda Öğrendiğim 101 Şey” adlı çok satan kitabından esinlenerek bu kez mimarlara, kendi mimarlık okullarında öğrendikleri ilk 3 şeyi sormak istedik. İşte mimarlardan gelen çarpıcı yanıtlar...
Mimar Esen Akyar Karoğlu, IGLO ARCHITECTS KURUCU ORTAĞI
Üniversitedeki ilk günümün üzerinden çok zaman geçti. Ama öğrencilik zamanlarımın her anını çok detaylı hatırlamasam da o ilk gün dün gibi aklımda.
1- Basic Design stüdyosunda ilk gün, bizden kendimize gazete kağıdından şapka yapmamız istendi. ODTÜ’ye girmek için devirdiğim kitaplar, çözdüğüm testlerden sonra “Bu biraz hafif değil mi?” diye kendi kendime düşündüğümü anımsıyorum. Ancak aynı gün olmasa da 1-2 ay geçtikten sonra, bu ilk ödevin planlı bir tasarım eğitimi programının ilk basamağı olduğunu ve o ilk basamağın yalınlığının, sonraki aşamalarda tasarım süreci içinde kaybolmamızı engellediğini anladım. İlk öğrendiğim şey buydu diyebilirim: Basit düşünmek…
2- Ancak tabii ki bu tasarlarken konsepti oturtup, detaylara çok da takılmamak anlamına gelmemeli. İşte bu da ikinci öğrendiğim şeydi ve aslında en önemlisiydi bence: Mükemmellik ayrıntılarda gizlidir… Bunu özellikle vurgulamak istiyorum çünkü son 2 yıldır başladığım eğitmenlik işindeki gözlemlerime göre öğrencilerin son sınıfa kadar tam olarak anlamadığını düşündüğüm bir konu bu. Son sınıfta mecburen anlamak zorunda kalıyorlar ancak bu konunun içselleştirilmesi üniversiteden mezun olduktan çok çok sonra, çalışma hayatında belirli bir süreyi geçirdikten sonra gerçekleşebiliyor ki bu da bence, genç mimarlar ve sektör açısından vakit kaybı.
Esen Akyar Karoğlu, ODTÜ Mimarlık Fakültesi'nden arkadaşlarıyla
3- Ayrıntılar ve mükemmellik konusuna dönecek olursak; detaylarda yalınlığı yakalamak ve ustalığa yaklaşmak için çok ve sürekli çalışmak, araştırmak, gözlemlemek ve aslında bu üçlüyü yaşam biçimi haline getirmek gerekiyor. İşte daha öğrenciyken anladığımı düşündüğüm ama aslında sonradan yaşayarak da gördüğüm şey ise öğrenmenin hiç bitmediği, aslında bitemeyeceği. “Uyuma donarsın” derler ya... Araştırmadığın, öğrenmediğin zaman dilimi belirli bir süreyi aşarsa, aslında işi bırakmışsındır. Bildiğin yöntemlerle o işi yapmaya devam ediyor olsan dahi, bırakmışsındır. Dolayısıyla öğrendiğim üçüncü şey de bu oldu diyebilirim: Gözlem, araştırma ve tabii analiz mimarlığın temeli.
Esen Akyar Karoğlu üniversite yıllarında
Bitirirken şunu dile getirmek istiyorum: bir mimar, mimarlık şemsiyesi altında o kadar farklı işler yapabilir ki... Bu işleri yapma biçimini de sonsuz şekilde geliştirebilir ve farklılaştırabilir. Bu her çağda böyleydi aslında ama hiç bugünkü kadar heyecan verici olmadı. Farklı sanat ve bilim disiplinleri her dönem birbirinden beslendi ama hiçbir dönemde bu kadar iç içe geçmedi. İçinde bulunduğumuz çağın ruhu olan “hız ve değişim”in yapı ve mimarlık sektörüne getirdiği zenginlik, mimarlar için harika bir platform oluşturuyor. Genç mimarlara bunun değerini bilmelerini öneririm.
Yudum Boytorun, BOYTORUN MİMARLIK
1- Louis Kahn’ın bir sözü ile başlamak istiyorum: Mimarlık mekânı düşüncede yaratmaktır. Bir projeye başlarken plan şeması ile eş zamanlı olarak kesit üzerinde çalışmak hayat kurtarır.
2- Sonuçtan çok süreç odaklı çalışmak önemlidir. Aşamalı olarak çiz. Belli bir yol kat ettikten sonra detaylandırma aşamasına geç. Geldiğin noktayı sürekli tart.
3- Bir yaratım sürecinde ortaya atılan her fikir eldeki işe uygun olmayabilir. Çöpe atmaktan çekinme. Yeniden başlamaktan korkma.
Dr. Mimar Onur Özkoç – MOTTO MİMARLIK KURUCU ORTAĞI
1- Mimarlık okulunda belki de ilk öğrendiğim (ama benimsememin uzun zaman aldığı) şey, bir sorunun birden fazla doğru cevabı olabileceği gerçeğiydi. Özellikle formüller üzerinden kurgulanmış bir öğrenim sürecinden çıkıp mimarlık eğitimine başladığınızda sizi doğruya götüren kesin bir formül olmaması, daha ziyade bir araştırma süreci sonunda muhtemel doğrulardan birine ulaşmanızın beklenmesi küçük bir travma yaşamanıza neden olabiliyor. Öte yandan, mimarlık mesleğinin en güzel taraflarından birisi de bu; her probleme taze bir bakış açısıyla yaklaşmak mümkün. Dolayısıyla soru aynı olsa bile, cevabı sorunun sorulduğu bağlama uygun olarak, farklı şekillerde tasarlayabiliyorsunuz.
2- Mimarlık okulunda öğrendiğim, daha doğrusu hissetiğim ilk 3 şeyden bir diğeri ise mimarlığın icrasında görgünün çok önemli olduğu gerçeği. Başta temel bir yetenekle sürdürülebileceğine inandığınız tasarım süreçleri aslında sanatla, politikayla, güncel olaylarla veya ne ilgisi var diyebileceğiniz herhangi bir alanda yaşadığınız bir tecrübeyle, çok daha olgun bir tavırla geliştirilebiliyor. Dolayısıyla çevresindekilere karşı merak ve heyecan duyan bir insan olmak, dolaylı yoldan da olsa kendinizi geliştirmek daha iyi tasarım yapmanızın da yolunu açıyor.
3- Son olarak bahsetmek istediğim, mimarlık okulunda önemini ilk öğrendiğim şeylerden bir diğeri de iletişim kavramı oldu. Eğer düşündüğünüz şeyi diğer insanlara (hocalarımıza veya diğer öğrencilere) doğru şekilde anlatamazsanız, ne kadar başarılı bir öneri tasarladığınızın pek bir önemi kalmıyor. Profesyonel hayatta da aynı kuralın devam ettiğine inanıyorum. Fikirlerinizi etkili bir şekilde sunmak, hitap ettiğiniz insanların sizi doğru anlaması, hayal ettiğiniz ürünün hayal ettiğiniz şekilde gerçekleşmesi için çok önemli. Doğru iletişim kurabilmek için de pek çok farklı ortam kullanmanız gerekebiliyor; bazen bir maket, bazen teknik çizimler, bazen görseller, bazense iyi bir cümle en güçlü silahınız haline gelebiliyor.
Mimar Mehmet Fatih Çınar, BOYTORUN MİMARLIK
1- “Genius Loci” kavramı; yani yerin ruhunu hissedebilen mimar, kendisini de içine alan bir bağlam, coğrafya ve çevre endişesi ile tam da oraya ait olanı tasarlamışsa bir adım öndedir. Bu kavramlar arasındaki organik bağın gücü yersizlik ya da yer edinme eylemlerinin gücüne referans verir ki, bu da aidiyet konusuna büyük bir kapı açar.
2- Mimarlığın sadece mimarlığı değil, aynı zamanda sosyolojiyi, şehirciliği, siyaset bilimini ve daha birçok disiplini içinde barındırması ve bunun aslında teori dışında tasarımın ilk çizgisinden uygulamanın son noktasına kadar tüm pratik noktalarda da kesinlikle iç içe oluşu.
3- Fakültenin; ikinci döneminde ‘Less is more’ a bağlanıp, altıncı döneminde ‘Less is bore’ gerçeğiyle karşılaşmak.
Yüksek Mimar Nail Egemen Yerce, YERCE MİMARLIK KURUCU
Aslında bu sorudaki öğrenme ya da öğrenmeleri, başlayıp biten ve öğrenilmiş olan tanımlı süreçler yerine devam eden süreçler olarak düşünme eğilimindeyim. O yüzden konuya dair deneyimlerimi, “öğrendim” yerine “farkına vardım” ya da “gördüm” diye paylaşmak isterim.
1- Mimarlık okulunda, üç boyutlu düşünmeye daha bilinçli bir şekilde adım attım. Daha önceden de belki belli bir ölçüde hayatımda vardı bu düşünme şekli ama okulla birlikte doğal olarak bir odak kazandı diyebilirim. Nesnelerin, hacimlerin, prizmaların birbirleriyle ilişkilerini görmeye bir araya gelip nasıl bir bütünü oluşturabilecekleri konusunda fikir yürütmeye, denemeler yapmaya başladım. Etrafımda gördüğüm binaları, objeleri bu şekilde daha dikkatli değerlendirmeye başladım. Bu, yeni bir süreç olmasına rağmen oldukça keyif vericiydi de.
2- Sabrın ne kadar önemli bir nitelik olduğunu gördüm. Tasarladığımız bir kütle komposizyonunu, 50x70 cm boyutlarındaki pafta üzerine, sadece kalemin ucu kadar noktalardan oluşturmak; sabrın önemli bir nitelik olduğunu fark etmek için ilginç bir deneyim yaşatıyordu. “Nasıl biter? Bitmez bu!” gibi ulaşamayacağımızı düşündüğümüz sonuca adım adım sabrımızla birlikte yaklaştığımızı ve sonrasında ona ulaştığımızı gördüm.
Okul yıllarına ait bir fotoğraf
3- Aklımıza gelen fikirler, ne kadar parlak ve heyecan verici olsa da konuya çözüldü gözüyle bakmamak gerektiğini gördüm. Bir an önce fikirleri somut hale getirmek ve öyle bakıp değerlendirmek gerektiğini fark ettim. Aklımızdaki parlak fikirlerin, somutluk aşaması içerisinde “işe yaramaz” olabileceğini de gördüm. Tasarımın, bunlar üzerinden alternatiflerle birlikte çok çalışarak gelişebildiğini fark ettim. Son olarak başka bir konu olsa da çevremiz, gittiğimiz gördüğümüz yerler, insanlar, binalar, bitkiler kısacası varlığını fark edebildiğimiz her şey üzerine ayrıntılı, dikkatli gözlem yapmanın ne kadar önemli olabileceğini gördüm. Bunun, mekânların senaryosunu oluşturmakta iyi veriler oluşturduğunu fark ettim.