'İstanbul Dönüm Noktasında' deklarasyonunda imzası bulunan küratörler; 3. Havalimanı, Kanal İstanbul, Yeni İstanbul gibi büyük ölçekli müdahalelerle İstanbul'un kritik öneme sahip alanlarının büyük bir baskı altına gireceğini belirterek, mevcut imar planının, kentin Marmara Denizi boyunca yatay doğrultuda büyümesini öngördüğünü, ancak gündeme gelen bu yeni projelerle kentin büyüme yönünün kuzeye çevrildiğine işaret ediyorlar. Bu gelişmeler, İstanbul'un bir kent olarak sağlıklı yaşamı ve sürdürülebilirliğinin tehlike altına gireceği anlamına gelmekte. Dünyanın en gözde şehirlerinden biri olarak uzun bir tarihe sahip olan İstanbul, bugün kritik bir dönüm noktasında.
İstanbul bir kâbusa mı dönüşecek; yoksa karşısına çıkan sorunların önüne geçebilen ve yeni kentleşme hareketleri ile herkes için daha iyi hayat standartları ve sağlıklı çevre hedeflerini dengeli bir şekilde bir arada tutmayı başaran çekici ve tekil bir 21. yüzyıl metropolü mü olacak?
Bu sorular çerçevesinde kaleme alınan deklarasyonun tam metni şöyle:
İstanbul Dönüm Noktasında
'Making City' temasını taşıyan 5.Uluslararası Rotterdam Mimarlık Bienali (IABR) kapsamında Türkiye'den, Hollanda'dan ve Belçika'dan uzmanların katılımıyla oluşan bir proje grubu İstanbul'un Arnavutköy İlçesi ile birlikte Arnavutköy alanının sürdürülebilir gelişimini konu edinen bir stratejik plan çalışması yaptı.
Bu çalışma kentleşme, tarım alanları ve içme suyu havzaları yönetimi konularını Arnavutköy'ün Sazlıdere Havzası özelinde birarada ele alarak Bolluca'da ekolojik koridor ve Hadımköy çevresinde atık suyun tarımsal kullanıma kazandırılması için pilot projeler geliştirdi. Rotterdam Belediye Başkanı Ahmed Aboutaleb bu plan çalışmasını meslektaşı Kadir Topbaş'a Aralık 2011'de sundu. 5.IABR'nin gözde projelerinden olan bu çalışma 12 Ekim'den bu yana İstanbul Modern'de 1.İstanbul Tasarım Bienali Musibet Sergisi'nde sergilenmekte.
İstanbul Modern'de İstanbul'un kentleşmesine ilişkin farklı ve yeni bir vizyon getiren bu çalışma sergilendiği günlerde Arnavutköy'ün belirli kısımlarını Çevre ve Şehircilik Bakanlığı'nın kontrolüne alan Bakanlar Kurulu kararı yayınlanmıştı. Nerelerin Bakanlık kontrolüne alındığına baktığımızda hükümette olan AKP'nin 2011 seçimleri sırasında İstanbul'a ilişkin ilan ettiği büyük-ölçekli altyapı projelerinin hayata geçirilmeye başlanacağını varsaymamız mümkün. Bu alanların bu şekilde yerel idareden alınarak merkezi idareye bağlanması, Marmara ile Karadeniz arasında ikinci bir Boğaz açmak isteyen kanal projesinin, kentin kuzeybatısında yer alacağı söylenen yeni İstanbul şehri projesinin, batısında yer alan üçüncü havalimanı projesinin ve bütün bu altyapıları Boğaz'ı geçerek birleştiren uluslararası bir otoyol projesinin ön adımı olarak değerlendirilebilir.
Planlanan bu müdahalelerle İstanbul'un kritik değerlerinin büyük bir baskı altına gireceğini belirtmek isteriz. Mevcut İstanbul masterplanı kentin Marmara Denizi boyunca yatay büyümesini öngörmekte. Bunun nedeni büyümeye devam eden metropolün hem kentsel hem de ekolojik değerlerini koruyarak gelişmesini sağlamak. Ancak planlanan bu yeni müdahalelerle kentin büyümesinin yönü kuzeye çevrilmekte. Bu da kentin kuzeyinde yoğunlaşan ve İstanbul'un tümünün sağlıklı yaşamı ve sürdürülebilirliği için elzem olan doğal varlıkların tehlike altına gireceği anlamına geliyor. Açılmak istenen kanal en alçak zeminlere doğru ve dolayısıyla Sazlıdere içme suyu havzasına doğru, Terkos gölüne neredeyse değerek açılmak istenecek. İstanbul'un içme suyunun en az yüzde onu böylece kaybedilecek ve yerine yeni kaynaklar aranmak durumunda kalınacak; bu da suyun giderek daha da uzak yerlerden getirilmeye çalışılması anlamına gelmekte. Tarım daha da marjinalleşecek, tarımsal alanlar gayrımenkul yatırımcıları için daha da cazip hale gelecek ve İstanbul bugün sahip olduğu endersiz şansını, tarım ürünlerini yakınından elde etme şansını, kaybedecek. Bunlar kadar önemli başka tehlike, kuzeyde yoğunlaşan bu yeni yapılaşmanın güneye doğru yayılması, ve kentte tüm dikkatler kuzeyde toplanmışken kentin diğer alanlarında kentleşmenin kendi kaderine terk edilmesi.
Gazetelerde çıkanlardan anladığımız kadar kuzeyde yapılacak yeni şehir bugün İstanbul'da eksikliği hissedilen ekolojik çözümler ve yaşam kalitesini artıran avantajlarla donanacak. Yeni şehrin bir uydu gibi orda yalıtılmış bir şekilde kalacağı anlamına mı gelmekte bu? Yoksa mürekkep lekesi gibi kaçınılmaz bir şekilde güneyine doğru yayılırken etrafındaki ormanları ve tarım alanlarını, su havzalarını yalayıp yutacak mı? Her şekilde bu yeni şehri ‘yeşil' yapmak bu kentsel müdahalelerin tüm İstanbul için yaratacağı tahrip edici etkisini telafi etmeye yetmeyecektir.
Öyle görünüyor ki dünyanın en gözde şehirlerinden birisi olarak uzun bir tarihe sahip İstanbul bugün belirleyici bir dönemeç noktasında. İstanbul'un karşı karşıya olduğu seçim basit aslında: dünyanın bir çok megakenti gibi olmak, ya da, Mumbai, Jakarta ya da Nairobi gibi megakentlerden farklı olarak, sorunların önüne geçebilen ve büyüyen kentleşme,herkes için iyileşen hayat standartları ve sağlıklı çevre hedeflerini dengeli bir şekilde birarada tutmayı başaran çekici ve tekil bir yirmibirinci yüzyıl metropolü olmak.
Istanbul bir kabusa mı dönüşecek yoksa ilham verici bir örnek mi teşkil edecek? İşte bugün karşı karşıya olduğumuz soru budur. Bu bakımdan önümüzdeki bir kaç sene bundan sonra gelecek İstanbullu nesillerin refahı ve mutluluğu için belirleyici olacak. Eğer söylendiği gibi bu yeni ve müthiş iddialı kentsel projeler İstanbul'un coğrafyasına paraşüt gibi iniverecek olursa birinci senaryo gerçekleşecektir. Buna karşılık, bahsi geçen devasa yatırımlar kentin mevcut özelliklerinin gelişimi için değerlendirilecek olursa çevresiyle, hayat kalitesiyle İstanbul'un korunması ve çekici kılınması mümkün olacak.
Şunu belirtmeliyiz ki İstanbul bir çoklarının kıskanacağı bir şekilde, ikinci yolu seçebilecek durumdadır. Gerekli bilgi, kaynaklar ve peysaj kalitesinin hepsi burda mevcuttur. Politik vizyon derseniz aslında o da mevcuttur: AKP'nin 2011 seçim bildirgesinde Türkiye 2023 için ortaya koyduğu beş ana hedeften birisi yaşanabilir çevre yaratmaktır. Tam da bunu sağlamak için, Arnavutköy için geliştirmiş olduğumuz kentleşme ile su havzalarının korunması arasında çözülemezmiş gibi görünen çatışmayı ele alarak ikisini karşılıklı birbirini besleyen bir bütünün parçaları olarak kurgulayan yaklaşımımızın, İstanbul'da somut olarak neyin elde edilebileceğini modelleyen bir yaklaşım olarak değerlendirilmesini önermekteyiz. İstanbul'un geleceğine ilişkin ilginin bu kadar arttığı bir dönemde metropolün karşı karşıya olduğu sorunlar sistematik ve ilişkisel bir şekilde ele alınmalıdır. Tehlikede olanın ne olduğu sorusundan başlayacak olursak yapılması planlanan müdahalelerin sonuçlarının neler olacağını kapsamlı bir şekilde hesaplamalıyız. Biyoçeşitliliğe, ormanlık alanlara, tarıma, suyun teminine, ham maddelerin ulaştırılmasına ve kentlilerin rekreasyon ihtiyaçlarına kadar bir çok başlıkta nelerin tehdit altına gireceğini değerlendirmeliyiz.Bu tehditlerle başa çıkılabilir mi? Mevcut kentsel altyapının daha etkin ve optimal kullanımı söz konusu olamaz mı, hele ki yeni afet alanları kentsel dönüşüm yasası ile gelişen kentsel dönüşüm dinamiği bağlamında? Böylece gereksiz harcamaları kısmak ve zarara yol açmamak söz konusu olmaz mı? Mevcut kentsel alanların sürdürülebilir büyümesi sağlanabilir mi? Kentin ihtiyaç duyduğu yeni altyapılar İstanbul'un sürdürülebilirliğini tehdit etmeyecek yeni yaklaşımlarla sağlanamaz mı?
Soru şöyle de sorulabilir: tüm alanın gelişimi entegre bir şekilde ele alınacak olduğunda bundan İstanbul'un kazanacağı artı değer nedir? İçme suyunun tedarikinin geleceğine, ekolojiye, ormanların parçalanarak ufalanmasının engellenmesine, tarımsal üretimin geleceğine, kısacası iyi kentsel planlama ve iyi mimarlığın yanısıra geleceğin kentini çekici kılan bütün bu diğer konulara da birlikte bakılacak olursa İstanbul için çok farklı, sürdürülebilir ve daha cazip bir mekansal düzenleme ortaya çıkarılabilir; bizim hipotezimiz bu. Altyapı ile entegre bir şekilde çalışarak sürdürülebilir alan gelişimi elde edilebilir.
Dolayısıyla biz İstanbul'da yeni bir koalisyonun kurulması gerektiğine inanıyoruz. Geleceğin kentinin hayat kalitesini beşeri, ekonomik ve ekolojik boyutlarıyla ele alarak iyileştirmeye çalışan kurumların, bireylerin ve şirketlerin bir araya geldiği bir koalisyon. Bu koalisyon sadece yorum yapmakla, politik ve entellektüel olarak pozisyon geliştirmekle kalmamalı, gerekli durumlarda planlama yapmak üzere kolları sıvamalı: mevcut planlara alternatif olacak dinamik bir eylem planını geliştirmekle başlayarak kent yapmak işine aktif olarak katılmalı. Biz İstanbul için ikinci seçimin yapılmasından yanayız; yaşanabilir bir İstanbul için, İstanbul'un yapımına aktif olarak katılmaya devam konusunda istekliyiz.
İmzalayanlar
5. Uluslararası Rotterdam Mimarlık Bienali, Making City sergisi küratörleri
Asu Aksoy (İstanbul), George Brugmans (Amsterdam), Joachim Declerck (Brüksel), Kristian Koreman, Elma van Boxel (Roterdam), Fernando de Mello Franco, Marta Moreira, Milton Braga (Sao Paulo), Henk Ovink (Hague)
6. Uluslararası Rotterdam Mimarlık Bienali, URBANbyNATURE sergisi küratörü
Dirk Sijmons (Amsterdam)
1. İstanbul Tasarım Bienali, Musibet sergisi küratörü
Emre Arolat (İstanbul)