Las Vegas'ı Unutmak ve Detroit'ten Öğrenmek Zamanı Gelmiş Olabilir mi?

E. Seda KAYIM / 18 Mart 2010

Foto: Films of Record

Michael Moore belgesellerinin pek çok ortak noktasından biri, Amerikan toplumsallığını ve ekonomik sistemini eleştiren yönetmenin, filmlerinin bir noktasında mutlaka doğduğu yerlere dönmesi ve konuyu, kendi şehri ile bağdaştırması olarak gösterilebilir. Moore filmlerine aşinalığınız var ise aklınıza gelecek görüntüler yıkık evleri, ıssız sokakları ve terk edilmiş fabrikaları bir tür "kayıp şehir"i size anımsatacaktır. İşte bu görüntüler, Detroit'tendir.

Neredeyse, distopik bir gelecek tasvirini kanlı canlı karşımıza çıkaran Detroit, sadece Amerika'nın değil post-endüstriyel dünyanın tamamı için kentsel ve toplumsal boyutta örnekler –ve hatta dersler- içeren bir kent. Robert Venturi ile Denise Scott Brown'un "Learning from Las Vegas"ında irdeledikleri kentsel inşaatı, belki farklı bağlamlarda ancak tamamen ters bir güzergahta yaşayan bu kenti, 1950'lerin "Amerikan Rüyası"na mekanlık etmiş Detroit'i yönetmeni Julien Temple The Guardian için değerlendirdi.



Film yapımcısı Roger Graef geçtiğimiz sene, Detroit'in yükselişi ve düşüşü üzerine bir film yapmam için bana ulaştığında, kent hakkında pek az ön fikre sahiptim. Diğer herkes gibi, burasının "Motor Şehir" olduğunu biliyordum –20'inci yüzyıl müziğinin merkez üssü ve Amerikan arabasının anavatanı. 21'inci yüzyılın Detroit'inin geçirdiği "tam teşekküllü" kültürel kaza ise, ancak şehre vardığımda tamamen görünürlük kazandı.


General Motors'un finansmanı ile kalkınan 1950'lerin Detroit'inden bir görünüş.

Şehir merkezinin bugünkü görünüşü.

"Büyük Üçlü" otomobil üreticilerinin hediyelik eşya mağazalarını, Motown pazarını ve artık dile düşmüş uluslararası havalimanının garip şelalelerini geride bırakırken, her şey daha da tuhaflaşıyordu. Tekinsiz ve boş "hayalet otoyol"lardan geçerek Detroit şehir merkezinin yıkıntıları arasına uzanan yolculuk, ciddi anlamda distopik bir geleceğe doğru sürdürülen Alice-vari bir macera…

Terk edilmiş otomobil fabrikalarının paslanmış, muazzam büyüklükteki enkazlarına, parlayan bir çim denizi sahil olmuş. Yüzlerce yanmış evin kararmış iskeletleri, doğanın yeşil dokunaçları tarafından yeniden toprağa teslim edilmiş. Yalnızca, yüzlerce hektarlık alana yayılmış yaban çiçekleri ve bozkırla ile birlikte "tek adım marş"taki telgraf direkleri, tam olarak nerede bir zamanlar arabaların cirit attığı caddelerin bulunduğu konusunda ipucu verebiliyor.



Detroit şehrinin harap çekirdeğine yaklaşırken, ıssız gökdelenlerin tepesini yırtarak yükselen yetişkin ağaçların tepelerini görüyoruz. Onların gölgesinde, cadde "zombi"lerinin camlı gözleri görüş açımıza giriyor ve arabamızdan yansıyor. İnsan yapımı bir Katrina hissiyatı veren bu yere ulaşırken hissettiğimiz heyecan, sadece bir zamanlar ABD'nin en büyük dördüncü kenti olan bir yerin dünya yüzünden silinme sürecinde olabileceğine dair duyduğumuz inançsızlıktan kaynaklanıyor. İstatistikler sarsıcı: 36 bin hektarı kapsayan şehir içi sınırlarının 10 bin hektarı çoktan doğa tarafından teslim alınmış.

Her beş konuttan biri artık boş… Geçtiğimiz üç sene içerisinde gayrimenkul fiyatları da %80'lik bir düşüş yaşamış. Albany Caddesi'ndeki üç odalı bir ev, hala 1 Dolara pazarda…

İşsizlik derseniz %30'a varmış durumda; Detroit nüfusunun % 33,8'i, çocukların ise %48,5'i fakirlik sınırının altında…


Foto: Time için Fransız fotoğraf sanatçıları Yves Marchand ve Romain Meffre.

Ancak istatistikler hikayenin yalnızca bir kısmını anlatıyor. Detroit'in gerçekliği çok daha derinlere zuhur etmiş. […] Kanun ve düzen şehir merkezinde tamamen saf dışı bırakılmış, uyuşturucu ve hayat kadınlığı yaygın ve birini öldürmediğiniz sürece polis size dokunmuyor. Bu durum şehri film çekmek için şahane bir yer haline getiriyor –dilediğin yere park et, istediğin yerde dur- ancak gerçekten burada yaşıyorsanız pek de değil… Terk edilmiş evler uyuşturucu müptelaları için iyi birer "mağara" haline geliyor ve seks suçları ya da çocuk kaçırma gibi olaylar için saklanma olanağı sağlıyor. Burada büyüyen tek endüstri, harabelerden bakır ve çelik çalan kargaşaya meraklı çetelerin endüstrisi… Azgın köpekler sokaklarda korku salıyor. Tüm uluslararası market zincirleri şehir merkezinden çekilmiş. İnsanların gerçek anlamı ile taze ürün alabileceği hiçbir yer yok. Starbucks mı? Daha neler!


Foto: Time için Fransız fotoğraf sanatçıları Yves Marchand ve Romain Meffre.

Tüm bunların anlaşılmasını bu denli zor kılan şeyi Detroit'in "Amerikan Rüyası"nın öncü şehri olduğu gerçeği –sadece otomobil değil, 20'inci yüzyıl Batı medeniyeti ile ilişkilendirdiğimiz hemen her şey buradan geliyordu. Seri üretim, üretim bandı, trafik lambaları, otoyollar, alışveriş merkezleri, banliyöler ve yükselen bir orta sınıf üretim gücü: Tüm bunlar Detroit'te öncülük ediyordu.

Ancak Motor Şehri'nin düşüşünün tohumları, uzun zaman önce ekildi. Otomobil sektörünün "Üç Büyük"ünün tükenmez şekilde "altın yumurtlayan bir tavuk" olduğu ve sonsuz para akışını garantilediği şeklindeki kör inanış, şehrin tek bir endüstriye sırtını dayaması ile sonuçlandı. Kaderi ise ölümcül şekilde otomobilinki ile birlikte örüldü. Otomobil patronlarının Metropolis-vari üretim bantlarının başına koymak üzere Amerika'nın güneyinden siyah işçileri şehre akıtmaktaki hırs dolu merakları ve sonra da onlara "insan-altı" vatandaşlarmışçasına muameleleri, sonuçta da şehrin varsayımsal "apartheid" sınırları ile donanması, ırk ayrımcılığına bağlı bir bomba yarattı. 1943 ve 1967'deki siyah isyanları Detroit'e, "kendi sokaklarındaki ayaklanmayı bastırabilmek için iki kez Amerikan ordusunu çağıran ilk şehir" gibi garip bir unvan kazandırdı ve doğrudan 50'ler, 60'lar ve 70'lerdeki talihsiz "beyaz kaçış"a –ki böyle adlandırıldı- yol açtı.


Detroit'in limandan bugünkü görünüşü. Foto: Businessweek

Bugün Detroit nüfusunun %81,6'sı Afrikalı-Amerikalı ve toplam nüfus –50'lerdeki zirvesine kıyasla- neredeyse 3'te birine düşmüş durumda… Şehrin mali gücü, vergi güvenirliğini kaybettiği için çimlerin kesilmesine, sokakların aydınlatılmasına yetmiyor. Kaldı ki vatandaşlarının doyurulmasını ya da eğitilmesini de karşılayamıyor. Amerikan Birleşik Devletleri'nin geri kalanı, Detroit'e hükmeden bu ekonomik felaket karşısında inkar halinde ve bu insan-üretimi "hastalığın" başka şehirlere bulaşmasından korkar vaziyette. Ama insan bir yandan da beyaz çoğunluklu nüfusu olan bir başka şehrin aynı akıbete mahkum olabileceğini hayal edemiyor.



Detroit, pek çok açıdan, endüstrileşmiş dünyanın geri kalanı için önemsenmesi gereken uyarılar içeren bir çözümsüz felakete benziyor. Ancak filmimizi çekerken şehrin içinde –şaşırtıcı şekilde- bastırılamaz bir iyimserlik sezinledik. Çocukları için taze gıda almaktan yoksun insanlar, artık kendi yiyeceklerini kendileri yetiştiriyorlar, yıkılmış mahallelerin parsellerini kentsel çiftliklere dönüştürüyor ve Amerika çevresinde en hızlı büyüyen piyasalardan birin, harekete geçiriyorlardı. Her ne kadar şehrin nüfusu hala kan kaybetse de, ülkenin dört bir yanından genç insanlar Detroit'e akıyorlar. Sanatçılar, müzisyenler ve toplum öncüleri, terk edilmiş kentsel alanı yeniden değerlendirmenin ve beraber yaşamanın yeni yollarını arıyorlar.



20'inci yüzyıl medeniyetinin çöküşü ile birlikte çoğu Detroitli, "yeniden tutunma"ya dair coşkulu bir hissiyat geliştirmiş; birlikte çalışmak için ırk/etnisite tanımaz bir toplumsal anlayış inşa etmiş, geçmişin çoktan "iflas etmiş" kurallarını reddetmiş ve kendi yaşamlarının kontrolünü kendi ellerine almışlar. Hala Amerikan Rüyası vitrininde duran Detroit, hızlı bir şekilde ilk "post-Amerikan" şehri haline geliyor. Ve Motor Şehri'nin yıkıntıları arasında öncü bir kılavuzun, hepimizi bekleyen post-endüstriyel geleceğe yönelik haritasını bulmak mümkün.

Yani belki de Detroit, Maya'nın başarısızlığa uğrayan kayıp şehirlerinin kaderini paylaşmak zorunda değildir ve bir Zümrüdüanka gibi küllerinden doğabilir. Bu nedenle filmimize "Detroit için Ağıt?" (Requiem for Detroit?) ismini verdik; sonundaki kocaman soru işareti ile birlikte…

Fransız fotoğraf sanatçıları Yves Marchand ve Romain Meffre tarafından Time için çekilen Detroit fotoğrafları için lütfen devam ediniz   >>>>>>

Bu haber, The Guardian'da yer alan makaleden Türkçe'ye çevirilmiştir.


İlişkili Haberler
Bu Haberi Sosyal Medyada Paylaşın
Yorumlar
Henüz yorum yapılmamış.
Bu İçeriğe Yorum Yazın
Ad Soyad
E-posta
Yorum
Kalan karakter :