Ünlü İngiliz iktisatçı Thomas Malthus, 1798'de kendi isminin de önüne geçen bir gelecek tahmininde bulunur. Malthus ta o yıllarda, birkaç yüzyıl sonra dünya nüfusunun giderek artacağını, buna karşılık gıda kaynaklarının tükeneceğini ve sonuçta büyük bir kıtlık yaşanacağını söyler. "Malthus kabusu" olarak literatüre geçen bu kehanet defalarca demografik felaketleri işleyen distopya senaryolarına uyarlandıysa da Malthus'un söylemlerinin hiçbir zaman tam olarak gerçek olabileceğine inanılmadı.
Ancak şimdi, üçüncü dünyanın megakentleri yüzyıllar sonra Malthus'u haklı çıkarabilecek gelişmeler yaşıyorlar. Tam olarak bir kitlesel kıtlıktan söz etmek mümkün değil, ileri tarım teknolojileri bu senaryonun gerçekleşme ihtimalini zayıflatıyor. Ancak, dünyanın geleceğine pembe gözlüklerle bakılacak bir durum da pek yok. Şehirleşme bugünki hızıyla devam ederse, dünya nüfusunun yüzde 60'ı, 2030 yılında gelişen dünyanın yeni büyük şehirlerindeki dev varoşlarda yaşayacak ve ne yazık ki, kentleşmenin getirdiği belki de kıtlıktan da beter kentsel hastalıklarla boğuşmak zorunda kalacaklar.
1900'de dünyanın en büyük şehri, 6 buçuk milyon nüfusuyla Londra'ydı. İlk 10 listesinde 7. sırada yer alan Tokyo ise, 1, 5 milyon nüfusuyla Avrupa ve Amerika dışında listeye girebilen tek dünya kentiydi. Tokyo bugün, 32,5 milyonu bulan nüfusuyla dünyanın en geniş kenti. Birleşmiş Milletler'in nüfus tahminlerine göre Tokyo 2015 yılında 35.5 milyonu görecek. Ancak Tokyo'nun dışında esas demografik tehlike Mumbai, Şangay ve Dhaka'dan bekleniyor.
Dünya nüfusunun 10 milyar kişide sabitleneceği düşünülse de, megakentler genişlemeye devam edecek, yoksulluk taşradan kentlere taşınacak. Köylerde kasabalarda yaşayan insanlar, kentin suç, kirlilik, kalabalık, altyapı yetersizliği gibi sorunların onları beklediğini bile bile büyük şehre göç etmeye devam edecekler ve şaşırtıcı biçimde köylerine geri dönmek yerine şehirde kalmayı isteyecekler.