Muhtemelen dünyanın hiç tanıklık etmediği büyüklükte bir kentsel patlama yaşıyoruz. Her yıl dünya çapında 60 milyon insan şehir nüfuslarına dahil oluyor. Bir düşünün: Bu her beş günde bir dünya üzerine San Francisco büyüklüğünde bir metropol eklemek demektir. Bu nefes kesici tablo karşısında, son bir kaç yıldır hemen her sektörde, her toplumsal alanda karşımıza çıkan ‘ekoloji' ve ‘sürdürülebilirlik' kavramları kolay kolay gündemden düşebilir gözükmemekte. Dünya çapında devletlerin birbirleriyle giriştikleri sürdürülebilirlik yarışına anlamını veren de bu. Şaşırtıcı olan, bu yarışta şu an için en önde gibi gözüken devletlerin, kalabalık, hava kirliliği ve toksik atık kelimeleriyle neredeyse eş anlamlı hale gelmiş Asya- Pasifik devletleri oluşu. Post-endüstriyel devrimlerini hayli hararetli geçirdiğini söyleyebileceğimiz Asya coğrafyasında bazı yanlışları doğru yapmak için kollar sıvanmış gibi gözüküyor.
Ekolojik yapı tasarımının onlarca hatta belki yüzlerce örneği arasında belki en heyecan verici olanları sürdürülebilir şehirler, diğer daha yaygın tanımıyla ‘eko-polis' veya ‘eko-kent'ler oluşturuyor. Halihazırda üzerine konuşulan, tartışılan ve planlamaya çalışılan çok sayıda eko-şehir var. Los Angeles, Melbourne, Londra, Tokyo ve Şangay gibi metropoller, karbon emisyonlarının azaltıldığı, daha az toksit atığın üretildiği ve böylelikle sera etkisinin minimize edilmeye çalışıldığı ‘yeşilleştirme ' projeleriyle dönüşüme hazırlanıyorlar. Temiz enerji kullanımının da yaygınlaştırılması öngörülen bu dönüşüm projelerinden daha ilgi çekici olanları ise sıfırdan inşa edilecek olan eko-polisler. İşte bu arenada Asya başı çekiyor. Mimarlık alanında yeni ve uçsuz bucaksız bir mecranın ortaya çıkışını da müjdeleyen Asya-Pasifik eko-polisleri, coğrafyanın ani kentleşmesini kontrol altında tutmak ve yönlendirmek amacındaki uluslararası mimarlık firmaları için de büyük fırsatlar yaratıyor.
Bunlardan ilki ve belki de mimarlık medyasında en çok ses getireni Foster & Partners tarafından tasarlanan ve uluslararası bir yarışma sonucu çekilen Singapur Beach Road Projesi. Yüksek sürdürülebilir bir karmaşık kullanım şemasına sahip proje, Singapur'un Marina merkezi ile banliyö periferisi arasında kalan tüm bir kentsel doku bloğunu kapsıyor. Şema, şehir merkezinde yeşil çatıları ve yüksek bahçeleriyle 150 bin metrekare lik ekolojik bölge oluşturarak Singapurlu'ların ‘bahçe içindeki şehir' idealini gerçekleştirecek.
Projenin zemin kotunda insan sirkülasyonuna olanak sağlayan ve yarı-kamusal alan oluşturan kurdele formunda büyük boyutlu bir saçak bulunuyor. Bu ‘kurdele' sirkülasyon yönlenmelerinin olduğu noktalarda esnerken, köşelerde alt kotlara inerek işlev bağıntılı yeni düzenlemeler yapılmasına olanak sağlıyor. Saçak aynı zamanda şiddetli tropik hava koşullarına karşı korunaklık yapacak. ‘Kurdele', üstünde yükselen ikiz kulelerin doğu-batı cepheleri boyunca yükselerek düşey hava kanalları yaratıyor. Bu kanallar güneş filtrleyici olarak işlev görürken bir yandan da geliştirilecek düşey bağlantılı yeşil alanlar için strüktür oluşturuyor. Yaratılacak ‘gök bahçe 'ler, Singapur'un ‘bahçe içinde kent' konseptine kuşkusuz katkı sağlayacak.
Projedeki çok işlevli kulelerin boyut ve yönelimleri de tesadüfi değil. Yapıların hacmi ve açıları, doğal rüzgar akımıyla alt katların soğutulması ve belli bir miktar doğal havalandırma sağlayacak şekilde tasarlanmış.
Yeni bir kentsel buluşma noktası oluşturması hedeflenen Beach Road projesi, ticaret, konut, rekreasyon mekanları ile iki de oteli içinde barındırıyor.
Kıta Asya'sında sürdürülmekte olan ‘yeşil kent' projeleri elbette bununla sınırlı değil. Asya'nın ciddi ekolojik sorunlarından yola çıkarak ‘Bazı çevresel kirlilik değerlerini optimize etmekten daha fazlasını yapabilir miyiz?' sorusuyla harekete geçen New York meşei'li mimarlık grubu ShoP, Sektör 61 projesiyle önümüzdeki yıl inşaatına başlanacak bir high-tech kent tasarlıyor. Hindistan'ın Gurgaon bölgesindeki bu eski tarım kasabası, high tech ofis kampüsleriyle ve konut bloklarıyla sınırlanmış yoğun bir yapı koridoruna dönüştürülerek kabuk değiştirecek.
Yeni Delhi'nin barındıramadığı popülasyonun bir kısmının aktarılması düşünülen Sektör 61 projesi, çok amaçlı ve özel parselasyona sahip sınırları içinde 73 bin kişi ikamet ettirecek. ShoP, proje dahilindeki yüz adet yapının tamamını tasarlarken, ‘yeşil' teknolojileri yerlerini ağırlıklı olarak güneş yönlenmeleri ve yaya hareketleri gibi sürdürülebilirlik stratejilerine bırakacak. Bu kararın verilmesinde, Hindistan'daki yapım-inşaat maliyetlerinin çok ucuz olması ve batılı teknolojilerin ithalinin bütçeyi aşırı zorlaması etkili olmuş gibi gözüküyor. Fakat ofis, doğru planlama ile teknolojik desteğin mümkün kılabileceğinden fazla karbon emisyonu azalması gerçekleşebileceğini belirtiyor.
New York çıkışlı bir diğer şirket, peyzaj ve kentsel planlama bürosu ‘Balmori Associates' de bu kapışmanın içinde. Güney Kore'de başkent Seul ile Busan arasındaki güney sahil şeridinde tasarlanacak olan ‘multi-fonksiyonel yönetim şehri' için açılmış olan yarışmayı, yerli mimarlık grupları Haehn Architecture ve H Associates ile birlikte kazanan mimarlık grubu, kısaca PAT (Public Administration Town ) adı verilen bu kentsel alanı ve bir kaç anahtar yapısını projelendirecek.
Ülke başkanı tarafından bazı hükümet yapılarının başkent merkezinden koparılması için başlatılmış proje, Balmori tarafından ikonografik bir karaktere kavuşturulacak. Toplamda 9.7 milyon metrekare kat alanına sahip binalar kamusal dolaşıma açık olacaklar ve varolan topoğrafyaya eklemlenerek sürekli bir çatı peyzajı oluşturacak. Fotovoltaik panellerin ve bitkilerin yerleştirildiği bir düzlemsel çatı, PAT projesinin ekolojik özelliklerinden yalnızca biri. Şehir bunun dışında, kirli su geri dönüşümü, titanyum-dioxid kaplama ve organik atıktan metan üretimi gibi sürdürülebilir yaşam mekanizmalarını barındırıyor. Tasarıma ilişkin olarak savunulan ise, endüstriyel sistemler yerine yaşam sistemlerinin kullanıldığı bir kentin daha yüksek yaşamsal bir kalite sunduğu yönünde.
Yapımına önümüzdeki yaz başlanacak olan projenin iki sene içinde tamamlanması bekleniyor.
Sürdürülebilir mimarlığa doğru katedilen yolun kamusal ve toplumsal anlamda daha çok ifade bulduğu bu günlerde Arup'un Çin'in Dongtan bölgesi için tasarladığı eko-kent'e de bir göz atmak gerekiyor. Tasarımlar, özellikle yüksek teknolojinin nimetleriyle, gittikçe daha bilim-kurgusal nitelikler kazanıyorlar. Fakat bu mimari dil, göründüğünün aksine ne ucu kübizme, ne post modernist teoriye ne konstrüktivizme uzanıyor. Bu dili oluşturan yaşamsal kaygıların ta kendisi. Ve şüphesiz, Asya'nın gelecekteki kentleri ister teknolojik yenilikler sayesinde ister daha pasif metodlarla ‘yeşil' olsun, en yeni nesil tasarımcılar, Arup ve William McDonough gibi öncü ekolojistlerin tasarımları kaynaklığında yol alacaklar.