"Neoliberalizmin ‘bireyi ve bedeni' ön plana çıkaran ideolojisini mimari üretim ve mimarlık eğitiminde de görmek mümkün. 'Bedensel deneyim', ‘haz', ‘kışkırtmak', ‘aura' vb. bireye ve bedene yönelik kavramlar üzerinden üretilen bir mimarlık eğitimi ile karşı karşıyayız. Günümüzde toplumu oluşturan bütün, sınıf mücadelesi temelli kavranmak yerine sadece kalabalıklar olarak algılanıyor. Bu durumun tasarım atölyelerindeki karşılığı ise sadece tasarımcının kendi iç dünyası içinde anlamlandırmanın mümkün olduğu, kerameti kendinden menkul kavramlar ve bu kavramlara tekabül eden tuhaf, amorf formlar dizisi..." diye devam eden metin, mimarlık ortamında dikkat çekti. "Proje Dikdörtgen" için kaleme alınan metin, ne bir manifesto ne de 19. yüzyıl Marksizmine bir çağrı. Sadece, mimarlık ortamında üstü örtüleni açığa çıkarabilmek, konuşulmayanı konuşmak için bir dil yaratma çabası olan "Proje Dikdörtgen"e çağrı.
Garanti Galeri, Osmanlı Bankası Müzesi ve Yapı-Endüstri Merkezi'nin desteğiyle gerçekleştirilecek "Proje Dikdörtgen"in fikir sahipleri İstanbul Kültür Üniversitesi Mimarlık Bölümü'nden Yrd. Doç. Dr. Hakkı Yırtıcı ve Araş. Gör. İlke Tekin ile "Proje Dikdörtgen"i konuştuk.
Proje Dikdörtgen nasıl doğdu?
Hakkı Yırtıcı: Her şey gibi bir rahatsızlıkla doğdu. Bu rahatsızlığın temelinde mimarlığın bugün bir şekiller oyununa dönüşmüş olması var. Aslında pek çok kişi böyle düşünüyor ama bunlar serzenişten öteye gidemiyor ve daha çok arkadaş sohbetleri ile sınırlı kalıyor. Tam olarak neden rahatsızlık duyuluyor, buna karşı nasıl tavır alınabilir ya da tavır alınabilir mi gibi soruların cevabı ise bir türlü verilemiyor.
İki yıldır İlke ile aynı üniversitedeyiz. İlke de, ben de proje derslerine giriyoruz ve ortak verdiğimiz "Sinema, Modernlik ve Mimarlık" isimli bir dersimiz var. Ayrıca diğer üniversitelerin proje jürilerinde bulunma fırsatım oldu. Bu süreçte hem kişisel hem benzer deneyimlerimiz ve ortama ait rahatsızlıklarımız bizi ortak bir noktada buluşturdu. Sanırım önce bu süreci anlatmalıyım:
Mimari tasarım derslerinde sürekli kültür merkezi, sanat merkezi, müze, alışveriş merkezi gibi proje konuların ele alınması, bu arada görüyorum ki bir öğrenci eğitimi boyunca en az 3-4 "merkez" tasarlamak zorunda bırakılıyor ve bunlar üzerinde yapılan tartışmalarda da kentin sadece bir kültürel toplam, oradaki insan yığınlarının sadece basit kalabalıklar olarak değerlendirilmesi, genelde metropol, gündelik hayat, deneyim ve daha bir çok kavramın gerçek bağlamları dışında, yüzeysel ve moda kavramlar olarak kullanılması bana ciddi bir rahatsızlık ve bıkkınlık vermeye başlamıştı.
Son iki dönemdir mimari tasarım stüdyomda trafik hastanesi, itfaiye, 2. el oto satış, kargo dağıtım ve matbaa yapısı gibi daha gerçek, yaşamın içinden ve başka tür tartışmalara imkan verecek konulara yer veriyorum. Bu konulara bakarsanız hepsinde programatik zorunluluklar daha belirgin, kullanımında asla taviz veremeyeceğiniz durumlar söz konusu ve hepsi kesin eylem, işleyiş, üretim ve servis bantları içeriyorlar. Bu noktada öğrencilerin tepkisi çok ilginç oluyor. Şimdiye kadar biçim oyunlarına dayalı edindikleri tasarım bilgi ve alışkanlıkları bir anda gereksiz, faydasız bir durummuş gibi geliyor. Öğretilmiş daha doğrusu ezberletilmiş bilgilerini burada kullanamadıklarını görüyorlar, sıfırlanıyorlar. Bu tam da arzuladığım, bir çeşit sıfırlanma anı oluyor. İlk başta pek de burada mimarlık yokmuş duygusuna kapılıyorlar. Sanki mimarlık sadece büyük, gösterişli, prestijli yapı yapma sanatıymış ve gündelik olan da bunun dışındaymış gibi. İlk başta programatik zorunlulukların baskınlığı öğrenciye tek bir şey yapılabilirmiş, işlevsel çözümlemeler teknik bir işlemden başka bir şey değilmiş izlenimi veriyor. Süreç içinde her öğrenci programın nasıl farklılaşabileceğini ve bunun ucuz biçim oyunlarına girmeden de nasıl biçimsel karşılıkları olabileceğini ve stüdyodaki her öğrencinin bu kısıtlamalara rağmen ne kadar farklılaşabileceklerini görüyorlar. İki dönemin sonunda stüdyonun şöyle bir sloganı oldu: Biçim, işlevin bir kullanımıdır!
"Sinema Modernlik ve Mimarlık" dersinde ise mekanın ekonomi politiği diyebileceğim bir tema sinemanın güçlü görsel dili aracılığı ile ele alınıyor. Üç alt başlık var: Kapatılma mekanları, kontrol mekanları ve beden – mekan. The Island, Truman Show, Gattaca, Dogville, eXistenZ bu bağlamda gösterilen filmlerden birkaçı idi. Kapitalizm, küreselleşme, emperyalizm, fordizm ve esnek birikim üretim modelleri gibi büyük söylemlerin lisans düzeyinde daha anlaşılır olması ve öğrencinin stüdyodaki kendi tasarım pratiği ile ilişkisini kurma çabası içinde mekanın ekonomi politiği ve tasarım bilgisi gibi ilk bakışta iki farklı konu dikey olarak bağlandı. Sanırım Proje Dikdörtgen bu süreç içinde ortaya çıktı.
yapi.com.tr'de yayımlanan haberin devamını okumak için lütfen tıklayınız.