Bir Yeniden İşlevlendirme Hikâyesi: 100 Yıllk Çırçır Fabrikası'nın Tarsus - Gözlükule Kazı Araştırma Merkezi'ne Dönüşümü

Tuba Tellioğlu Şeren / 08 Temmuz 2019
Avrupa’nın önde gelen kültürel miras ağı Europa Nostra tarafından bu yıl, “Koruma Dalı"nda ödüle layık görülen Boğaziçi Üniversitesi Tarsus - Gözlükule Kazı Araştırma Merkezi'nin restorasyon ve yeniden işlevlendirme sürecini, bölgedeki kazı çalışmalarını yürüten B.Ü. Tarih Bölümü öğretim üyelerinden Prof. Dr. Aslı Özyar’dan dinledik.

Tuba Tellioğlu Şeren: Boğaziçi Üniversitesi Tarsus - Gözlükule Kazıları Araştırma Merkezi, 2019 yılında Europa Nostra tarafından "Koruma Dalı"nda ödüle değer görüldü. 100 yıllık Çırçır Fabrikası'nın Tarsus - Gözlükule Kazıları Araştırma Merkezi’ne dönüşümünün hikayesini öncelikle sizden dinlemek istedik. 

Prof. Dr. Aslı Özyar: Evet, restorasyon projesinin "Koruma Dalı"nda Europa Nostra tarafından böyle bir ödüle layık görülmesi bizi çok gururlandırdı. Bu, yapının restorasyonuna yönelik bir ödüldü ama ödülün kazanılmasında yeniden işlevlendirilme projesinin çok paydaşlı yapısının ve kentle uyumlu bir biçimde ilişkilendirilmesinin de önemli rolü olduğunu düşünüyorum. Bu paydaşların her biri o kadar eşsiz işler ortaya çıkarıp o kadar büyük bir uyum içerisinde çalıştılar ki... Çok kıymetli ve kalıcı bir iş ortaya çıkarılmış oldu. Asıl önemli olan da bu.    

Boğaziçi Üniversitesi’nin bu işlevsiz haldeki fabrikayla yolu nasıl kesişti?

Üniversite olarak 18 yıl önce Tarsus’taki kazı çalışmalarına başladığımızda, diyebiliriz. Tabii, süreç kolay tamamlanmadı; bu 18 yılda projenin zaman zaman uykuya daldığı, sonra tekrar silkinip toparlandığı dönemler oldu. 

Çırçır Fabrikası'nın asıl sahibi kimdi? Boğaziçi Üniversitesi’ne tahsisi nasıl gerçekleşti? 

Kültür ve Turizm Bakanlığı Çırçır Fabrikası'nı kamulaştırmıştı. Her şeyden önce, teşekkürü Kültür Bakanlığı hak ediyor çünkü fabrika kamulaştırılmamış olsaydı zaten bu yapı bugünkü şekliyle kullanılamazdı. 19. yüzyıl sonunda yapılan fabrika, 1980’lerde terk edilmiş ve işlevsiz kalmış. O güne kadar da özel mülkiyet olması nedeniyle birkaç kez el değiştirmişti. Son sahibinin Tarsuslu Çiğdemler ailesi olduğunu biliyoruz, onlarla da bu süreçte irtibat içindeydik. Sonrasında da devlet kamulaştırıyor yapıyı dediğim gibi. 

Tarsus, geniş bir düzlük alan üzerine kurulu bir kent. Buradaki höyüğün tabakalaşmasında bilinen ilk yerleşmesi olan köy kalıntıları günümüzden 9 bin yıl öncesine tarihleniyor. Dümdüz bir alüvyon ovasında yer alan, kültür katmanlarının toplamı 32 metreye ulaşan ve bugün sadece 22 metresi açıkta olan bir höyükten bahsediyoruz. Zaman içinde köy kente evrilmiş ve bilinen ilk antik adı Tarsa olan Tarsus şehri ilk kez burada kurulmuş. Zaman içinde höyük yükselip genişleyerek etrafa yayılıyor; bir noktada höyük gelişen antik kentin dış çeperinde kalıyor. Etrafında oluşan alüvyon dolgu neticesinde ise höyük tabakaları kısmen günümüz ova seviyesinin altında kalıyor; biz arkeologlar, kazı alanında sadece höyüğün görünen üst kısmını değil alt katmanlarda bulunan tabakaları da inceliyoruz. Yani Tarsus böyle kadim bir kent... İşte, harap haldeki Çırçır Fabrikası da üzerinde çalıştığımız bu höyüğün çok yakınında, hatta Osmanlı dönemi son dönem tabakasının uzantısı olarak düşünebileceğimiz eteklerinde yer alıyordu. 

Tarsus-Gözlükule

Gözlükule kazısı, Anadolu arkeolojisinin kurucularından doktora hocam Machteld J. Mellink’in de katıldığı, Amerika’da Arkeoloji bölümü ile ünlü Bryn Mawr College’ın 1930’lu yıllarda Hetty Goldman’ın yönetiminde başlattığı bir bilimsel kazıdır. Cumhuriyet kurulduktan sonra Türkiye’de yapılan ve prehistorik katmanların incelendiği ilk beş kazıdan biridir. Kazı çalışmaları 1949 yılında sona erdiğinde henüz Tarsus’ta bir müze bulunmadığından elde edilen tüm buluntular Adana’ya gönderilmiş. 2000’lerin başında, kazı projesini başlattığımızda Adana Müzesi'nin depolarında muhafaza edilen etütlük malzemeyi doğal olarak Tarsus’a geri getirtmek istedik. Bu malzemeleri nerede arşivleyebileceğimiz sorununa çözüm aramakla başladı merkezin hikayesi. Derken kazı alanının hemen yakınındaki terkedilmiş Çırçır Fabrikası'nın bir malzeme arşivi görevi üstlenebileceği fikri Kültür Bakanlığı bünyesinde Adana bölgesinde görevli mimar Erol Doğan tarafından ortaya atıldı. Hangarların tahsisi için Kültür Bakanlığı’na başvuruda bulunmamız gerekiyordu. Prof. Dr. Sabih Tansal’ın Rektörlüğü sırasında, merhum hocalarımızdan mimar Prof. Dr. Günhan Danışman ve arkeometri konusunda yürüttüğü araştırmalar ile tanınmış Prof. Dr. Hadi Özbal’ın desteği ile başvuruldu. Dönemin Kültür Bakanı İstemihan Talay talebimizi olumlu karşıladı ve önce fabrikanın yalnızca bir bölümü bize tahsis edildi.  

Fabrikaya sizden önce farklı bir yeniden kullanım önerisi getirilmiş miydi?

Kullanılmayan fabrika bir noktada kamulaştırılmış ancak onarılmadığı ve kullanılmadığı için giderek yıkılmaya başlamıştı. 1990’ların sonunda bizim renovasyon projemizi gerçekleştiren mimarlık firması Sayka İnşaat Mimarlık tarafından fabrikanın bir kültür merkezine dönüştürülmesine yönelik bir öneri getirilmiş ve projelendirilmiş ancak kaynak bulunamadığından uygulanamamış. Daha sonra bizim yapıyı bir kazı araştırma merkezine dönüştürme talebimiz ortaya çıktı, Bakanlık uygun buldu. Sonrasında, Kültür Bakanlığı ilk olarak hangarlardan birincisinin onarımına başladı. İlk hangarın renove edilmesi ve önceki kazıdan elde edilen malzemelerin yeniden Tarsus’a getirilmesi, yerleştirilmesi ve tasnif edilmesi birkaç yılımızı aldı. Bu işlerin tamamlanmasıyla birlikte 2003 yılından itibaren bu malzeme üzerine araştırmalar yapılmaya ve yayınlanmaya, öğrenciler tarafından tezler yazılmaya başlandı. 2007 yılında ise Bakanlar Kurulu Kararı ile üniversitemize bağlı olarak benim yönetimimde fiilen kazı çalışmalarına başladık.

Peki diğer 5 hangar nasıl devreye sokuldu, bunun için finansman nasıl sağlandı? 

Kalkınma Bakanlığı -o yıllarda adı Devlet Planlama Teşkilatı (DPT)- birçok kültürel mirası koruma ve araştırmalara alt yapı sunan projeye finansman desteği sağlıyordu. Biz de üniversite olarak kazılara başladıktan 3 yıl sonra, daha sonra Rektörümüz olan kıymetlı hocamız Prof. Dr. Gülay Barbarosoğlu’nun yönlendirmesi ile DPT’ye bir proje sunduk. Olumlu karşıladılar. Böylelikle 2011’te proje ivme kazanmış oldu ve 2013’ten sonra yapının kalan kısmının da üniversiteye tahsisi gerçekleştikten sonra projesi tam teşekkülü bir arkeolojik araştırma merkezi olarak kullanılmak üzere revize edildi ve yapının tümümün renovasyonuna başlandı. Resmi açılışımız ise 2017 yılında Prof. Dr. Mehmed Özkan’ın desteği ve Rektörlüğü sırasında  gerçekleşti.

  

Mimarlık ofisiyle gerçekleştirdiğiniz çalışmanın da uyumundan bahsetmiştik...

Evet, biz projeye en başından beri aynı mimari büroyla devam ettik. Bunun karşılıklı uyumlu çalışmada ve projenin başarı kazanmasında önemli rolü oldu. Saadet Sayın yönetimindeki Sayka İnşaat Mimarlık yaptığı işe son derece önem veren ve aynı zamanda da Tarsus’u ve yapılarını çok iyi bilen, orada daha önce de çok kıymetli restorasyon projeleri gerçekleştirmiş bir firma. Titiz çalışıyorlar, yanlarında çalışan kişiler de konularında çok deneyimli. Ne denli titiz çalışıldığını anlamanız için fabrikanın orijinal taşına uysun diye bölgede devamlı dağlarda gezilip taş ocaklarından bina ile uyumlu taşların seçildiğini söylemem yeterli olur sanırım.  

Dolayısıyla bu uzun süreçte aynı mimarlık ofisiyle çalışmamızın çok büyük faydasını gördük. Bu tür uzun süreli dönüşüm projelerinde bu devamlılığa mutlaka önem verilmeli. Paydaşlardan üçünü ortaya koymuş olduk böylelikle: Kültür ve Turizm Bakanlığı, Kalkınma Bakanlığı ve restorasyonu üstlenen mimarlık bürosu. Dördüncüsü ise ortaya bir vizyon koyan ve herkesi bir araya getirerek çalışmanın bir nevi orkestra şefliğini üstlenen Boğaziçi Üniversitesi oldu. Bu kolektif çalışmada herkesin katkısı büyük ve olmazsa olmazdı, bunun altını çizmek isterim. 

Fabrikanın eski makine ve teçhizatlarının günümüze ulaşıp ulaşmadığını merak ediyorum. Endüstri mirasının geçmişteki işlevinin gelecek nesillere aktarılabilmesi açısından teçhizatların mekanda sergilenmesi önemli bir konu çünkü. 

Maalesef. Hepsi bir şekilde elden çıkarılmış, yerinde kalan yok. Günhan Danışman hocamız teknoloji tarihi konusu ile çok ilgiliydi. Onun en büyük hayali, fabrikanın eski aksamlarını bulup merkezde fabrikanın kullanımını ve tarihsel bağlamını anlatarak sergileyebilmekti. Bu konuda da elimizden geleni yapmaya kararlıyız.  

Europa Nostra jürisinin ödülün veriliş nedenine ilişkin “Alanın kentsel alana dönüştürülmesi, sanayi miras alanının kentsel alana işlevsel entegrasyonu bulunduğu çevrenin dönüşümüne katkıda bulunmaktadır” şeklinde bir açıklaması vardı. Bu görüşe siz nasıl bir yorum getirmek istersiniz?

Bu projenin binaya sağladığı dönüşüm ile bilime, araştırmaya ve eğitime yapılan bir katkı söz konusu. Buraya kadar binanın yapımındaki paydaşları aktarmaya çalıştım. Gelelim bir de yapının kullanımındaki paydaşlara. Burada iki önemli paydaş var: Biri, üniversite olarak bizim kanalımız ile bilim ve eğitim dünyası; diğeri ise Tarsus kenti ve Tarsuslular. 

Tarsus - Gözlükule Kazıları Araştırma Merkezi’nin dönüşüm projesi, sadece Türkiye için değil, uluslararası anlamda da önem taşıyor. Çünkü Tarsus, arkeoloji ve tarihi açısından zaten bilinen ve uluslararası öneme sahip bir kent. Dolayısıyla buradaki arkeolojik çalışmaların nasıl, nerede ve hangi kalibrede yürütüldüğü tüm dünyada ilgili kurumlar ve kişiler tarafından merak ediliyor, izleniyor. Tarihi bir çırçır fabrikasının restore edilip yanıbaşında yürütülen bilimsel araştırmalara, arkeoloji biliminin hizmetine verilerek yeniden kullanıma açılması ise projeye kültürel miras farkındalığı açısından ayrı bir önem atfediyor doğal olarak.   

Diğer taraftan, bugün Tarsus’ta yaşayanlarda bir anlamda zaten bu höyüğü oluşturan yerleşim silsilesinin sakinlerinin devamı. Kısaca, Tarsuslular bu projenin en önemli paydaşlarından. Bu nedenle araştırma merkezimizin içindeki büyük bir alanı konferans salonu olarak düzenleyerek kentin ortak kullanımına açtık. Bu alanı bir kamu platformuna dönüştürmekti amacımız. Her türlü seminer ya da konferansın düzenlenebileceği- tabii kentin kültürel ilgi ve ihtiyacına cevap verecek bir içeriğe sahip olması koşuluyla- bu platformu Tarsus Ticaret ve Sanayi Odası’nın desteği ile 2017 yılından itibaren kullanıma açıp bir dizi seminer ve konuşma gerçekleştirdik. Üniversitemizin en kıymetli hocalarından Emeritus Prof. Dr. Selçuk Esenbel konuşmacılarımız arasındaydı, İpekyolu’ndan Japonya’ya adlı bir konferans verdi, dinleyiciler arasında Tarsus dışından gelenler, Adana, Mersin, hatta Osmaniye’den gelenler vardı. Çok ilgi çeken bir buluşma oldu. Ben aynı zamanda ICOMOS yani Uluslararası Anıtlar ve Sitler Konseyi Türkiye Milli Komitesi üyesiyim. Her yıl ICOMOS’un Uluslararası Anıtlar ve Sitler Günü kapsamında düzenlediği etkinliklerden birini geçtiğimiz yılın Nisan ayında bir panel ve sergi ile gene bu mekanda gerçekleştirdik, bu yıl ise Tarsus Müzesi Müzeler Günü vesilesi ile Mayıs ayında burada geniş katılımlı bir toplantı ve sergi düzenledi. 

Tarsuslular zaten en başından beri projemize gönülden destek verdiler. İçinde bulunduğumuz mahalle sakinleri, Tarsuslular merkezi çoktan sahiplenmiş durumdalar. Mahalleliyle 18 yıldır iç içe yaşıyoruz, birlikte çalışıyoruz, birbirimize destek oluyoruz, birbirimizi tanıyoruz. Örneğin, iş imkanı yaratma bakımından da bölgeye bir katkımız olduğunu düşünüyorum. Merkezimizde tüm yıl boyunca görevli Tarsuslular da var. Kısaca, projenin istihdam yaratma bakımından da katkı sunduğu söylenebilir. Tabii yapı fabrika olarak kullanıldığında daha fazla kişiye iş imkanı sağlıyordu belki geçmişte, şu anda bu rakamlardan bahsedilemez ama yeni işlevi de burayı yeniden Tarsus sakinleri ile buluşturdu. 

Bilim ve eğitime katkının yanında B. Ü. Tarsus - Gözlükule Kazı Araştırma Merkezi, halka açık kullanımı olan bu mekanla çevrenin kültürel dönüşümüne de katkı sağlamış oluyor, öyle değil mi?

Evet, aslında hayata geçirmek istediğimiz bir dizi farklı proje var. Örneğin, konferans salonundan geçilebilen eskiden iş makinelerinin bulunduğu en büyük iç mekanı, içinde aynı anda üç farklı serginin yer alacağı bir platforma dönüştürmek istiyoruz. Öncelikli olarak, Osmanlı dönemindeki endüstrileşme bağlamında fabrikanın hikayesini anlatan kalıcı bir sergi hazırlanması düşüncemiz var. Bölgede çırçır fabrikalarının kurulmasıyla pamuk üretiminin başlaması, üretimin zaman içinde giderek artması ve dolayısıyla tekstilin önemli bir endüstri kolu haline gelmesinin hikayesini konu alacak bu serginin tasarlanmasını çok önemsiyoruz. Buna bu fabrikada çalışanların hikayelerini de dahil etmek istiyoruz. 

Bunun ile birlikte bir başka hayalimiz de fabrikanın eski çalışanlarıyla ilgili bir sözlü tarih çalışması başlatmak. Fabrikanın eski çalışanları bazen merkezi ziyarete geliyorlar, hemen iletişim adreslerini bırakmalarını istiyoruz. Örneğin, geçtiğimiz yıl Hollanda’da çalışan bir Tarsuslu bizi ziyarete gelmişti. 70’lerin başında, yurtdışına işçi olarak gitmeden önce bu fabrikada çalışıyormuş. Bizim kazı çalışmamıza ek olarak kazı tarihinin de bir parçası olan sözlü tarih projesini ise bölümümüz öğretim üyelerinden Prof. Dr.  Arzu Özürkmen yürütüyor. Örneğin, kazı alanının içinde bulunduğu mahalledeki kişilerin bir kısmı mübadele sırasında Girit’ten ya da Selanik’ten gelmişler. Onlarla söyleşiler yapıp Tarsus’a nasıl geldiklerini, nasıl uyum sağladıklarını anlamaya çalışıyoruz, hikayelerini dinlemek istiyoruz. 

İkinci olarak ise höyükteki kazı çalışmalarının geçmişine odaklanan bir sergi projesi hazırlamayı düşünüyoruz. 1930’larda başlayan ilk kazı çalışmalarında kimler çalıştı, burada neler yapıldı, nasıl karşılaşmalar oldu gibi sorulardan yola çıkarak kazının müzelerdekinden farklı bir hikayesini sunmayı amaçlıyoruz. Bu tarihi kurgu, höyük ile kentte yaşayanlar arasındaki bağlantıyı kuvvetlendirecek. Sadece objelerle değil, farklı insan hayatlarıyla bağlantı kuracak ziyaretçiler. Bir yandan işin bilimsel tarafı yani kazılar devam ederken bir yandan da bu tür kültürel çalışmalara emek harcamak niyetindeyiz.

Sergi projelerinin üçüncü ayağından bahsetmedik sanırım.. 

Üçüncü sergi projesinin ise çağdaş sanata yönelik olmasını istiyoruz. Örneğin, “site specific art” yani “mekana özgü sanat” bağlamında çeşitli çalışmalar yapılabilir. Bir de “artist in residence” programı oluşturma düşüncemiz var. Bu tarz programlar kapsamında sanatçıları, yazarları belirli bir  zaman için merkezimize davet edip karşılaşdıkları yapıya ve yapının içinde bulunduğu bağlama uygun bir eser yaratmalarına fırsat veriyorsunuz. Tabii, bunların hepsi zaman içinde bu konular için kaynaklar çoğaldıkça sırasıyla yapmayı düşündüğümüz, henüz plan aşamasındaki projeler. 


İlişkili Haberler
Etiketler
Bu Haberi Sosyal Medyada Paylaşın
Yorumlar
Henüz yorum yapılmamış.
Bu İçeriğe Yorum Yazın
Ad Soyad
E-posta
Yorum
Kalan karakter :