Türkiye’de “mimarlık ve fotoğraf” kavramlarını ilk kez bir araya getiren ve 33 yıl aralıksız olarak “Mimarlık Fotoğrafı” dersleri veren Prof. Dr. Reha Günay ile YEM Yayınları'ndan çıkan yeni kitabı üzerine bir söyleşi gerçekleştirdik.
Fotoğraf: ©Tuna Uysal
Prof. Dr. Reha Günay YEM Yayınları'ndan çıkan Analog ve Dijital Mimarlık Fotoğrafı adlı yeni kitabında, temel fotoğraf bilgisine sahip olan ve fotoğrafa meraklı kişiler yanında mimar, iç mimar, şehir plancısı, arkeolog, peyzaj mimarı, endüstri ürünleri tasarımcısı, görsel iletişim tasarımcısı ve profesyonel çalışan fotoğrafçılar için, konunun teknik ve görsel yönlerini ayrıntılı bir biçimde anlatıyor...
Daha sonraları aranızda tutku derecesinde bir bağ oluşan fotoğraf ile ilk olarak nasıl tanıştınız?
Ortaokulda bana hediye edilen bir kamera ile başladım. Üniversite yıllarında Beyoğlu’nda Amerikan Haberler Merkezi’ndeki kütüphaneye gidiyor, Amerikan fotoğraf dergilerini ve kitaplarını okuyordum. Önce, hiç bilmediğim terminolojisini yakalamaya çalıştım. Sonra kamera ve karanlık oda işlemlerini öğrendim. Beş yıllık mimarlık eğitimi arasında, beş yıl da kendi kendime fotoğraf eğitimi yapmış oldum.
İlk ciddi kameramı, mezun olduğum 1960 yılında aldım. Zaten daha önce, hiçbir fotoğraf malzemesi ekonomik nedenlerle piyasada bulunmuyordu. İlk aldığım kamerayı sanki yıllarca kullanmış gibi tanıyordum. Önce kendi filmlerimi yıkadım. İki yıl sonra, askerliğimi Gelibolu’nun bir köyünde yaparken ağrandizör aldım ve ilk sergimi Gelibolu Orduevi’nde açtım.
Tanıtım amaçlı fotoğraf. Renault Otomobil Fabrikaları, Doğan Tekeli, Sami Sisa, Bursa, 1974.
Mimarlık fotoğrafına yönelmeniz konusunda başta Turgut Cansever, Doğan Tekeli, Sami Sisa, Aydın Boysan, Sedat Gürel, Hayati Tabanlıoğlu, Emin Necip Uzman, Behruz Çinici, Birleşmiş Mimarlar, Mehmet Konuralp gibi mimarların ve Gama, AEA, Gök, Koray gibi inşaat firmalarının etkisi olduğunu biliyoruz. Bunların içinde sizde iz bırakan bir yaklaşım, öneri ya da anınızı paylaşabilir misiniz?
Askerliğim sırasında arkadaşlarımı toplar, çevre gezileri yapardık. Arkeoloji merakım yüzünden onları Troya, Bergama ve Bozcaada’ya götürmüştüm. Yine aynı nedenle askerlikten sonra Prof. Halet Çambel’le tanıştım. Ona hazırlamış olduğum Troya albümünü gösterdim. Sonra Halet Hanım’ın Karatepe Açık Hava Müzesi çalışmalarına katıldım. Yöredeki bir Haçlı kalesinin rölövesini yaptım. Karatepe saçaklarını Turgut Cansever tasarlamıştı. Turgut Cansever‘in o sırada Ankara’da yaptığı Türk Tarih Kurumu inşaatı yeni bitmişti. Halet Hanım, beni Turgut Bey’le tanıştırdı. Turgut Bey de benden Tarih Kurumu’nun fotoğraflarını istedi. Ben mimarlık fotoğrafına hiç de uygun olmayan 6x6 kameramla üç gün binanın fotoğraflarını çektim. Turgut Bey beğendi ve daha sonra beraber çalıştığımız projeler oldu.
Diğer mimarlar da başta Doğan Tekeli-Sami Sisa olmak üzere benden yapıtlarının fotoğraflarını istemeye başladılar. Daha sonra Ağa Han Mimarlık Ödülleri Vakfı ile de 1983-2004 yılları arasında çalıştım. Önce birçok fotoğrafçıdan bir portfolyo istediler sonra onları bu konuda yayın yapan Aperture dergisine yolladılar. Derginin tercihi üzerine ben de belgeleme çalışmaları içinde yer aldım.
Panoramik kamera kullanımı. Karatepe Açıkhava Müzesi, Turgut Cansever, Kadirli, Osmaniye, 1968.
Mimarlık fotoğrafını, bu dalın diğer türlerinden (örneğin portre, manza, moda vb.) ayıran en temel özellikler neler sizce?
Mimarlık fotoğrafı önce projenin incelenmesiyle başlar. Sonra mimar, tasarımın ana hatlarını anlatır. Eğer fotoğrafçı da mimar ise projeyi anlamak daha kolaylaşır. Siz de, binanın işlevleri nasıl karşıladığını, strüktürü, mimarlık sanatındaki akımlar içindeki yerini, mekanı, çevreyle uyumunu, toplumsal, ekonomik yönlerini daha kolay kavrarsınız. Her fotoğrafın bir amacı vardır. Portre de olsa manzara da olsa bu amaç sizi belirli bir kurguya götürür ve izleyiciye bir fikir sunar. Bu fikir olmadan fotoğraf oluşmaz. Konular farklı olunca amaç ve fikir de o doğrultuda gelişir. Portre için başka bilgilere, moda için farklı bilgilere ihtiyacınız vardır. Burada genel kültür düzeyi bir başlangıçtır daha sonra uyguladığınız konuya göre diğer bilgileri edinmek gerekecektir.
Bangladeş Meclis Binası, Louis I. Khan, Dakka, 1986.
Ön plandaki ağaç ve bisiklet derinlik hissini artırıyor, insanı hatırlatarak resmi yumuşatıyor.
Yapıların, kent dokularının mimari açıdan fotoğraflanması, belgelenmesi niçin önemli; mimarlığa katkısı sizce nelerdir?
Mimarlık bir mekan yaratma sanatıdır. Ancak her işlev farklı bir mekana ihtiyaç duyar. Mimar; işlev, mekan ve strüktür arasında bir uyum sağlamak zorundadır. Mimarlar yine de birbirinden farklı çözümlere ulaşırlar. Tarih içinde değişen işlevler, toplum özelliklerine, sanata, teknolojiye, malzemeye göre biçimlenmiştir. Bu yapıları belgelemek bize toplumun nereden nereye gittiğini gösteren en önemli belgelerdir. Önceleri çok yavaş oluşan değişimler son zamanlarda büyük bir hıza ulaşmıştır. Öyle ki, birkaç yıl önce yapılan bir yapı yıkılarak yeniden ele alınmaktadır. Hatta yapı aynı kalsa bile değişimlere uğramakta, dekorasyonla, onarımlarla, çevre düzenlemeleriyle kısa bir süre içinde tanınmaz bir hale gelebilmektedir. O nedenle yapıyı tamamlandıktan hemen sonra belgelemek bile önem kazanmaktadır. Ayrıca kentlere ve yapılara bakarak toplumun, sanatın, teknolojinin değişimi hakkında da fikir sahibi olabiliriz. Özetle mimarlığın belgelenmesi önemlidir.
Sanatsal anlatım. Kyomizu Tapınağı, Kyoto, Japonya, 1979.
Gece sis altında detaylar ve renkler eriyor, kütleler ve planlar ortaya çıkıyor.
İyi bir mimarlık fotoğrafı çekebilmek için fotoğrafçıda bulunması gereken özellikler nelerdir? Bu alanda yeni çalışmaya başlayacaklara ne tavsiye edersiniz?
Çok bina ve bina fotoğrafı görmesi, mimarlık tarihi, sanat tarihi ile ilgili bilgi edinmesi, teknik resim ve perspektif bilgisi, genel kültür temel ihtiyaçlardır. Yapının müellifi ile de uzun sohbetler yapmak eğitici olur.
Arşiv amaçlı fotoğraf. Ronda, İspanya, 2004.
Mimarlık fotoğrafı yapıyı birebir (proporsiyon, perspektif, ölçek vb. açıdan) görsel olarak aktarmalı mı? Yoksa burada fotoğrafçının sanatı, bakış açısı daha mı önemli? Son yıllarda özellikle yapıların tanıtımı için çekilen fotoğraflarda “yapıyı doğru yansıtmadığı” yönünde karşımıza çıkan tartışmalar ışığında değerlendirmenizi rica ediyoruz.
Bu soru her zaman güncelliğini koruyor. Gerçek anlamda mimarlık fotoğrafı, yapıyı yorumsuz olarak anlatmalıdır. Burada kıstas teknik resim görünüşleri, yani deformasyonsuz, cepheye paralel bir izdüşüm tekniğidir. Böylece ölçü ve oranlar cephenin o düzleminde bozulmamış olur. Cepheleri birbiriyle ilişkilendirmek için açı ortay üzerinde köşeden çekilmiş fotoğraflara da ihtiyacımız olacaktır. Açı ortaydan çekildiğinde uzun cephe uzun, kısa cephe de kısa görünür. Ancak bu her zaman mümkün olmayabilir. Eğer bu kuraldan ayrılırsak binanın algılanmasına bir yorum getirmiş ölçü ve oranları gerçeğinden saptırmış oluruz. Bu yorumun daha özel ve aşırı bir şekli ise bina kütlesinden seçtiğimiz grafik tercihlerdir. Bu tür fotoğraflar mimarlık fotoğrafından çok, mimarlığın fotoğrafın bir elemanı olarak görülmesidir. Yani artık mimarlık değil sadece fotoğraf vardır.
Bir başka bakış açısı çok yakından geniş açıyla çekilen resimlerdir. Burada da perspektif etki abartılmış olur. Binayı ne kadar uzaktan çekersek o kadar oranlarına sadık kalmış oluruz. Yine çok yapılan yorumlu görünüşlerden biri de binanın hiçbir doğrultusuna paralel tutulmayan resim düzlemidir. O zaman bütün doğrultularda deformasyon vardır. Bir diğer yorum şekli yapının sadece beğendiğimiz görünüşlerine yer vermektir. Eğer binayı anlatmak için sadece bir-iki fotoğrafa yer varsa bu durum kaçınılmaz olur. Yapıyı çevresi, cepheleri, içi-dışı ve detaylarıyla bir dizi olarak anlatmak en doğru yoldur.
Atatürk Kültür Merkezi, İstanbul, 1977. Sahneden yukarı bakış.
Son olarak, sizi böyle bir kitabı yazmaya iten, hatta belki de zorunlu kılan temel motivasyon neydi?
1965’ten beri mimarlık fotoğrafına bulaşmış durumdayım. 1978'den itibaren DGSA Fotoğraf Enstitüsü’nün kurulmasıyla 2011 yılına kadar dersini verdim. Kazandığım birikimleri bir kitap olarak yayınlamak benim için bir görevdi. Uzun yıllardan beri hazırladığım bu kitabı çıkarabilmiş olmaktan dolayı büyük bir iç huzuru yaşıyorum.
Eklemek istedikleriniz varsa, duymaktan memnun oluruz.
Ülkemiz özellikle halk mimarlığı veya geleneksel mimarlık türünde çok eser vermiş bir ülke olmasına rağmen pek çoğunun kıymetini bilememiş, halk mimarlığını apartmana tercih ederek yok etmiş, anıtsal mimarlığı da çoğu kez yanlış restorasyonlarla özgünlüğünü bozmuştur.
Her gün yüzlercesi yıkılarak yok olan son örnekleri çok iyi belgeleyerek o dönemin sanat ve tekniğini gelecek kuşaklara aktarmak zorundayız. Tarih boyunca yarattığımız bu mimarlık yüzlerce yılın deneyiminden geçerek yaşam biçiminin ve tekniğin sanata dönüşmüş bir sonucudur. Ne yazık ki bu eserlerin çok çok az bir kısmı rölöve ve fotoğraflarla belgelenmiştir. Bugüne kalan örneklerin ancak bir bölümü korunmuşsa da büyük çoğunluk yıkılmış, değişikliğe uğramış veya harabe halinde yıkılmayı beklemektedir. Artık pek çok yapının özgün bir planı kalmamış olsa da bize kalan kapı, pencere, konsol, dolap, tavan, merdiven, korkuluk, saçak, bezeme, duvar örgüsü gibi ayrıntıları fotoğrafla belgelemek, hele bu işi adres, isim, tarih, yöresel terimi gibi ek bilgilerle desteklemek fotoğraf çeken her aydının yapması gereken bir görev olarak karşımıza çıkıyor.
Arkeolojide fotoğraf. Knossos Sarayı, Girit, 2005.